John Piper Vaazlar

Alçakgönüllülük ve Hristiyan Hedonizmi

John Piper’ın 28 Eylül 1980 tarihinde vermiş olduğu “Benim için zevktir!” başlıklı vaazı.

Benim için Zevktir!

Beni yakından tanıyanlar bir Hristiyan hedonisti olduğumu bilirler. Bunun anlamı yaptığım her şeyde mutlu olma tutkumun uygun bir motivasyon olduğunu düşünmemdir. Yaptığım her şeyi beni uzun vadede mutlu edeceğini düşündüğüm için yapıyorum. Aslına bakarsanız eğer sevinç peşinde koşmaktan vazgeçersem Tanrı’ya tapınmaktan ve itaat etmekten aciz olacağıma inanıyorum. Zira tapınmak Tanrı’dan alınan zevkin ifadesinden başka nedir ki? Tanrı kendisine istekle kulluk etmemizden başka nasıl bir itaat bekliyor ki? “Herkes yüreğinde niyet ettiği gibi versin” diye yazıyor elçi Pavlus, “isteksizce ya da zorlanmış gibi değil. Çünkü Tanrı sevinçle vereni sever.”

Flannery O’Connor’ın sözlerine ben de katılıyorum. Bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle demiş: “Beni tepeden tırnağa sevinçle silahlanmış olarak düşün, çünkü iman yolculuğu hayli tehlikeli bir serüvendir (The Art of Being, sf. 126)”. Ya da tam da gönlüme uygun biri olan Jonathan Edwards’ı ele alalım. 1700’lerin başlarında üniversiteye giderken aldığı 70 kararı kaleme almıştır. 22 numaralı karar şudur: “Karar: öbür dünya için mümkün olan tüm yollardan, elde edebileceğim kadar mutluluk biriktirmeye tüm gücümle, tüm enerjimle, ateşli bir biçimde ve zor kullanarak uğraşacağım.” Yapma, Jonathan! Zor kullanarak mı? Gerçekten çok ileri gittin.  Jonathan’ın buna cevabı basittir: “Sadece İsa’nın gittiği yere kadar giderim.” Bu cümle size bir şeyler hatırlatıyor mu? “Eğer elin günah işlemene neden olursa, onu kes. Tek elle yaşama kavuşman, iki elle sönmez ateşe, cehenneme gitmenden iyidir. Eğer ayağın günah işlemene neden olursa, onu kes. Tek ayakla yaşama kavuşman, iki ayakla cehenneme atılmandan iyidir. Eğer gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Tanrı’nın Egemenliği’ne tek gözle girmen, iki gözle cehenneme atılmandan iyidir. ‘Oradakileri kemiren kurt ölmez, Yakan ateş sönmez.’” (Markos 9:43-48).  Tanrı’nın Egemenliği’nde sevinçli bir yaşamı hedefiniz haline getirin. Eğer bu sevinci elde etmek uğruna elinizi ya da ayağınızı kesmeniz, gözünüzü çıkarmanız gerekiyorsa, yapın! Hıristiyan hedonisti mutluluğunu en üst düzeye çıkarmaya kendisini adayann ve bunu nasıl yapacağını Kutsal Kitap’tan öğrenen bir kişidir.

Hristiyan yaşamının her alanında Hristiyan hedonizminden söz edilebilir, ama ben bugün alçakgönüllülüğe ve bunun Hristiyan hedonizmiyle ilişkisine odaklanmak istiyorum. Ve Hıristiyan hedonizminin gurura karşı ne kadar güçlü bir kalkan ve alçakgönüllülüğe ne kadar büyük yardımcı olduğunu göstermeye çalışacağım. İlk olarak alçakgönüllülüğün önemini ve doğasını ele alacağım ve en nihayetinde Hıristiyan hedonizminin alçakgönüllü olmamıza nasıl yardımcı olduğunu anlatacağım.

Alçakgönüllülük Çok Önemlidir

Her şeyden önce, alçakgönüllü olmak neden önemlidir? İsa’nın zamanında pek çok Grek ve günümüzde pek çok Amerikalı için alçakgönüllülük önemsiz olduğu kadar tam anlamıyla iticidir. Onların düşüncesine göre alçakgönüllülükle bir yere varılmaz. Alçakgönüllülüğü bir erdem sayarsak en tepeye nasıl ulaşabiliriz ki? Ancak Kutsal Kitap’a inanan bir Hristiyan hedonistin soracağı soru şudur: “Hangi tepeye ulaşmak istiyorsun? Ne kadar yükseğe çıkmak niyetindesin?” Belki de güç, itibar ve servet için yanıp tutuşurken ruhunuzu bir kap yemek karşılığında sattınız. Belki de Tanrı size yüreğinizin en çok istediği şeyi teklif ediyor ama sizin arzularınız bu yönde çok zayıf. Belki de, C.S. Lewis’in dediği gibi, mahalledeki en iyi çamur pastasını yapmakla yetinen bir kenar mahallesi çocuğu gibiyiz, çünkü sahilde bir gün geçirmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz.

Alçakgönüllülük önemlidir, çünkü Tanrı’nın sonsuz sevincine götüren yoldur. Bakın, Tanrı bu konuda ne diyor: Özdeyişler 16:19 “Mazlumlar arasında alçakgönüllü biri olmak, Kibirlilerle çapul malı paylaşmaktan iyidir.” Alçakgönüllü ve fakir olmak kibirli ve zengin olmaktan iyidir. Gerçekten mi? Neden? 1. Petrus 5:5 “Ey gençler, siz de ihtiyarlara bağımlı olun. Hepiniz birbirinize karşı alçakgönüllülüğü kuşanın. Çünkü, “Tanrı kibirlilere karşıdır, Ama alçakgönüllülere lütfeder.” Yoksul alçakgönüllülük zengin kibirden daha iyidir, çünkü Tanrı kibirlilere karşıdır. En sonunda serveti bile kendisine mahvoluşu getiren bir tuzak olacak. Eğer Tanrı size karşıysa kimden yardım isteyebilirsiniz? Oysa O alçakgönüllülere lütfeder. Kıskanç bir dişi aslan gibi mütevazi yavrularını gözlemektedir. Yeşaya 66:2 “‘Çünkü bütün bunları ellerim yaptı, Hepsi böylece var oldu’ diyor RAB. ‘Ancak ben alçakgönüllüye, ruhu ezik olana, Sözümden titreyen kişiye değer veririm.’”

Üstelik sadece gözlemekle de kalmıyor; alçakgönüllülere yakın duruyor ve onları düşmek üzereyken tazeliyor. Alçakgönüllülere lütfederken sergilediği lütfunu yüceltmek O’nu hoşnut ediyor. Yeşaya 57:15, “Yüce ve görkemli Olan, Sonsuzlukta yaşayan, adı Kutsal Olan diyor ki, “Yüksek ve kutsal yerde yaşadığım halde, Alçakgönüllülerle, ezilenlerle birlikteyim. Yüreklerini sevindirmek için ezilenlerin yanındayım.” Bu ne harika bir vaat! Tanrı, ne denli önemsiz olduğunuza bakmaksızın size ulaşmak ister; O, alçakgönüllü tövbekârlarla yaşamayı çok sever. Bu, kibirliler ve kendine güvenenler için kötü, yüreği ezik günahkârlar için iyi bir haberdir.

Kutsal Kitap’ta alçakgönüllülüğün faydaları saymakla bitmez. İsa’nın söylediklerine bakalım: Ne mutlu ruhta yoksul olanlara! Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır. Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar. Size doğrusunu söyleyeyim, yolunuzdan dönüp küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliği’ne asla giremezsiniz. Kim bu çocuk gibi alçakgönüllü olursa, Göklerin Egemenliği’nde en büyük odur. Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir. (Matta 5:3,5;18:2-4; 23:12)

70’li yıllarda Amerika’da şöyle bir slogan vardı: “Kendini yücelten yüceltilecektir, kendini alçaltan alçaltılacaktır.” Bu haddinden fazla kendine güvenme eğilimi ne kadar sürecek bilemiyorum ama kültürümüz son derece değişken olduğundan ve en iyi satanlar arasına girebilmeniz için yeni bir şeyler söylemeniz gerektiğinden, muhtemelen şunlara benzer isimlere sahip kitaplara rastlayacağız: “Mütevazi Koşu: Sonuncu Olmanın Hazzı”; veya belki pili bitmiş yöneticiler için bir el kitabı, “Şirket Merdiveninde Yükselmek Ülser Olmaya Değer mi”,  “En Düşük Kademede Mutlu Olmanın Yolları”; veya yeni bir diyet kitapçığı “Pişmanlık Şartlanması: Size Yapışan Bütün Yükleri ve Günahları Bir Yana bırakarak Zayıflamanın Yolları” İnsanların nasıl mutlu olabilecekleri konusundaki düşünceleri on yılda bir değişebilir ama Tanrı’nın değişmeyen hikmet sözleri asırlar boyunca sürer ve “Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir” demeye devam eder. Böylece bu ilk konuyu sonlandırmış oluyorum: alçakgönüllü olmak çok, ama çok önemlidir. Tanrı kibirlilere karşısır, ama ruhta fakir olanlar O’nun egemenliğine girerler.

Gerçek alçakgönüllülük

İkinci soru da şu: Alçakgönüllülüğün doğası nedir? Kutsal Kitap’ta sözü geçen şekilde alçakgönüllü olan bir kişi nasıl biridir? Şimdi alçakgönüllü insanları tasvir eden Kutsal Yazılar’a bakalım ve madde madde özetlemeye çalışalım. 1. Korintliler 4:7’yle başlayacağız. Burada Pavlus kibrin önüne büyük bir barikat kuran şu sözleri söylüyor: “Seni başkasından üstün kılan kim? Tanrı’dan almadığın neyin var ki? Madem aldın, niçin almamış gibi övünüyorsun?” Sahip olduğumuz her şeyin Tanrı’dan gelen karşılıksız bir armağan olduğunu kabul etmek gururun önüne geçen büyük bir engeldir. Karşılıksız bir armağan almış olmakla övünmek anlamsızdır. Dolayısıyla alçakgönüllü insan aslında cimri veya malına düşkün değildir. Sahip olduklarıyla da gösteriş yapmaz, çünkü her şeyin aslında Tanrı’ya ait olduğunu ve Tanrı’nın bunları ona emaneten verdiğini bilir.

Hristiyan alçakgönüllülüğüyle ilgili bir başka tasvir de Luka 18:9-14’te, İsa’nın bir başka benzetmesinde verilir. Biri Ferisi, öbürü vergi görevlisi iki kişi dua etmek üzere tapınağa çıkar. Ferisi ayakta kendi kendine şöyle dua eder: ‘Tanrım, öbür insanlara -soygunculara, hak yiyenlere, zina edenlere- ya da şu vergi görevlisine benzemediğim için sana şükrederim.   Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum.’

Vergi görevlisi ise uzakta durdu, gözlerini göğe kaldırmak bile istemiyordu, ancak göğsünü döverek, ‘Tanrım, ben günahkâra merhamet et’ diyordu. Size şunu söyleyeyim, Ferisi değil, bu adam aklanmış olarak evine döndü. Çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.

Alçakgönüllü bir insan günahlarının tam olarak farkındadır ve bundan büyük üzüntü duyar. Tanrı’nın ya da insanın önünde küstahça durmaz. Kutsal yere yaklaşmaya ve hatta gözlerini göğe kaldırmaya bile hakkı olmadığını bilir. Bu tarz bir tutumun günlük hayatımıza nasıl uyarlanabildiğini anlatmadan önce bir ayete daha bakalım. Luka 17:7-10’da İsa’nın bir başka benzetmesi var.

Hanginizin çift süren ya da çobanlık eden bir kölesi olur da, tarladan dönüşünde ona, ‘Çabuk gel, sofraya otur’ der? Tersine ona, ‘Yemeğimi hazırla, kuşağını bağla, ben yiyip içerken bana hizmet et. Sonra sen yiyip içersin’ demez mi? Verdiği buyrukları yerine getirdi diye köleye teşekkür eder mi? Siz de böylece, size verilen buyrukların hepsini yerine getirdikten sonra, ‘Biz değersiz kullarız; sadece yapmamız gerekeni yaptık’ deyin.

Bizim için alçakgönüllülük yolu sonsuza dek sürecek bir yoldur. “Bize verilen buyrukların hepsini yerine getirdikten sonra, ‘Biz değersiz kullarız; sadece yapmamız gerekeni yaptık’ demeye devam edeceğiz. Kutsallıkta ne kadar ileri gitsek de sonuç değişmez; bize her zaman alçakgönüllü olmak yaraşacaktır.

Peki alçakgönüllü insanı nasıl tasvir edebiliriz? Kutsal Kitap metinlerinden nasıl bir tutum sergilememiz gerektiği çıkıyor? Öncelikle, Hristiyan alçakgönüllülüğü yaşamı, nefes almayı ve diğer her şeyi Tanrı’nın armağanı olarak görür ve şikayetlerle değil, şükranla doludur. Bütün bunları bir armağan olmanın ötesindedir. Çünkü günahlarımızdan ötürü, yaşamın tüm nimetleri ve sonsuz yaşam umudu gerçekte hak edilmemiş armağanlardır. Hristiyan, yaşamının sadece ve sadece kırmızı renkte bir merhamet ipliğine bağlı olduğunu bilir.

Bu nedenle alçakgönüllü insan kişisel haklarını talep etmeye çok istekli değildir, çünkü kendisine bu şekilde davranıldığında hayatının sona ereceğini bilir. Küstah ve cüretkâr değil, mütevazi ve yumuşak başlıdır. Alçakgönüllü insan hizmet edilmekten çok hizmet etme sorumluluğuna sahip olduğunu bilir, en arkaya oturur. Gereksiz yere onurlandırıldığında veya övüldüğünde yüreğinde büyük bir rahatsızlık duyar. İyi bir iş başardığında bile aldığı iltifatlar kendisine garip gelir, çünkü her ne başardıysa bunun Tanrı’nın lütfuyla gerçekleştiğinden emindir. Yeteneğini sahte bir şekilde inkâr etmez, ama yaptığı işten ötürü tüm yücelik Tanrı’ya gitmelidir.

Alçakgönüllü bir Hristiyan insanların övgüsü almaya can atmaz. Tanrı’nın övülmesini, O’na şükran duyulmasını ve gerçeğe saygı gösterilmesini arzular. Ve en nihayetinde Müjde tarafından alçaltılmış ve güvenceye alınmış bir kişi hatasını kabul etmeye hazır ve düzeltilmeye istekli bir tutum sergiler. Alçakgönüllü kişi itibarını korumak peşinde değildir. Sınırlılığını, kusurluluğunu ve inatçılığını çabucak itiraf eder.

Burada, yapabildiğim kadarıyla Kutsal Kitap’ta sözü geçen şekliyle alçakgönüllülüğü anlatmaya çalıştım. Tanrı’nın çocuklarıysak arzuladığımız yaşam şekli böyle olacaktır. Bu yaşam standardına tam olarak erişemesek de bu yolda yürüyoruz ve bulunduğumuz noktadan daha ileride olmayı arzu ediyoruz. Son olarak Hristiyan bir hedonist olmanın bizi o noktaya gitmekte bize nasıl yardımcı olacağını göstermek istiyorum.

Hristiyan hedonizmi ve Alçakgönüllülük

Ocak 1979’da, arkadaşım Steve Amador’la bir Meksika lokantasına gittiğimizi hatılıyorum. Bana şimdiye kadar tattığım en güzel Meksika yemeklerinden birini ısmarlamıştı. Ona bakıp “Çok teşekkürler, Steve, gerçekten çok lezzetliydi” dedim. Elini kaldırarak “Benim için zevktir” diye yanıt verdi. İki yeminli Hristiyan Hedonist olarak sonraki yarım saati “benim için zevktir” ifadesinin bu bağlamdaki anlamı üzerinde konuşarak geçirdik. İltifatlara ve teşekkürlere yanıt olarak “Benim için zevktir” ifadesini kullanma geleneği nereden çıkmıştır? El kaldırarak “Benim için zevktir” demek neden gerçekte “Hiç önemli değil” ile aynı anlama gelmektedir? Bunun nedeninin sandığımızdan çok daha derin olduğunu düşünüyorum.  Şöyle değil midir: İyi bir şeyi zevk alarak yaptığımızda, dışsal bir zorlamayla iyi bir şey yaptığımız durumlara göre iltifat almak için daha az istek duyuyoruz. Eğer bir kimse merhamet etmeyi sevmiyorsa, ama bir tür zorlama altında merhamet eylemlerinde bulunuyorsa (diyelim ki, dindar çevresinde dışlanmamak için), o zaman muhtemelen parayla olmasa bile, yeterince övgü alarak tatmin olmak isteyecektir. Ancak merhameti seven ve şefkat dolu eylemlerden büyük zevk alan kişi, işlerinin meyveleriyle bol bol tatmin olacak ve dolayısıyla iltifat almak için istek duymayacaktır. İltifatlar bu durumda lüzumsuz olacaktır ve “Benim için zevkti” ifadesi “Abartacak bir şey yok, hiç önemli değildi” anlamına gelecektir. Çünkü aldığım zevk bana fazlasıyla yetti.

Tüm bunların sonucunda Steve ve ben Hristiyan hedonizminin insanı alçakgönüllülüğe yönelterek gururuna ket koymaya büyük oranda yardımcı olduğu kanısına vardık. Hristiyan hedonizmi şöyle der: “Hedefiniz zevk almak olsun;  bu hedefe Tanrı’ya tapınmakla ve diğer insanları sevmekle ulaşın.” Alçakgönüllü kişinin iltifat peşinde koşmadığını gördük; övgü aldığında garip hisseder, çünkü her şeyin üstünde Tanrı’nın onurlandırılmasını ister. Böylece görüyoruz ki, zevk almak adına sevgi dolu bir eylem yapmak kişiyi övgü aramamaya yöneltir. Bizi bu zevki aramaya teşvik eden Hristiyan hedonizmi alçakgönüllü olmamıza yardım eder. Öyle ki, bu zevki aldığımız zaman, insanların övgüsünü almak için hiçbir arzu duymayız.

Ama birisi çıkıp şöyle diyebilir, “Nasıl olur da arzularımızla güdülmek doğru bir şeymiş gibi konuşabilirsiniz?” “Kutsal Kitap açıkça, kendimizi inkâr ederek çarmıhımızı taşımamızı öğretirken nasıl ‘Amacınız zevk almak olsun’ dersiniz?” Dinleyin, İsa’nın bunu öğrettiğini sanıyorsanız size iyi bir haberim var. Markos 8:34-36’yı okuyalım:

Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin. Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek, canını benim ve Müjde’nin uğruna yitiren ise onu kurtaracaktır. İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? Bu konudan çıkacak anlam tamamen hedonistiktir. Kimse canını yitirmek istemez. Bundan bir kazancı ya da alacağı bir zevk yoktur. İşte sonsuz sevince sahip olurken aynı zamanda canınızı da kurtarmanın yolu – canınızı sevgi yolunda kaybedin. İsa, yapmamız gereken bütün fedakârlıkları, bize vereceği çok daha iyi bir şey olduğu için istemektedir. Kendini inkâr etmek mi? Elbette; kenar mahalledeki çamur pastasını reddedin ki, sahilde bir gün geçirebilmeniz mümkün olsun.

İsa bir keresinde zengin bir genç adama kendisini inkâr etmesini, sahip olduğu her şeyi satmasını ve parasını yoksullara dağıtıp sonra O’nu izlemesini söylemişti. Şimdi bu adamın tüm mal varlığını satması hangi motivasyonla mümkün olabilirdi? Karşılıksız hayırseverlik gibi bir şey için mi? Kutsal Kitap’ta böyle bir motivasyon biçimi yoktur. İsa, böyle bir şeyi yapmak için nasıl bir motivasyona sahip olmamız gerektiğini göstermek için iki benzetme anlatmıştır. Matta 13:44–46. “Göklerin Egemenliği, tarlada saklı bir defineye benzer. Onu bulan yeniden sakladı, sevinçle koşup gitti, varını yoğunu satıp tarlayı satın aldı.” O zengin genç adam, İsa’nın ardınca gitmek servetiyle kıyaslanamayacak kadar çok heyecan ve sevinç verici olduğu için varını yoğunu satmalıydı. “Yine Göklerin Egemenliği, güzel inciler arayan bir tüccara benzer. Tüccar, çok değerli bir inci bulunca gitti, varını yoğunu satıp o inciyi satın aldı.” İsa’nın küçük plastik incilerimizi, boncuk paralarımızı ve boş tutkularımızı bırakmamızı istemesinin tek nedeni, O’nda bize vereceği gerçek bir inci olmasıdır.

Tanrı’nın krallığında nihai feda diye bir şey yoktur. Sevginin en saf haline sahip olan İsa bile İbraniler 12:2’de dediği gibi “kendisini bekleyen sevinç uğruna utancı hiçe sayıp çarmıhta ölüme katlandı.” Hristiyan hedonizmi ifadesi, bir şeyleri zoraki olarak yapmanın iyi olmadığını söylemenin süslü bir yoludur. Çünkü Tanrı sevinçle vereni sever (2. Korintliler 9:7).

Bu kanıda benimle aynı fikirde olmayan bir öğrencime yazdığım bir mektupla yazıma son veriyorum. Bana şöyle bir not yazmıştı: “Sevginin kendi zevkini aradığı ya da zevkinden motive olduğu görüşünüze katılmıyorum…Dorothy Day’in hikayesini bilir misiniz? Kendisi hayatını başkalarını, özellikle de fakirleri, yerinden edilmişleri ve ezilmişleri sevmeye adamış yaşlı bir kadındır. Sevinç barındırmayan sevme deneyimi onu şunu söylemeye itmiştir: ‘Eyleme geçmiş sevgi, sert ve korkutucu bir şeydir.’”

Ona şu cevabı yazdım: Dorothy Day’le ilgili olarak şunları söylüyorsunuz: “Fakirleri, yerinden edilmişleri ve ezilmişleri sevme deneyimi sevinç barındırmadığından onu şunu söylemeye itmiştir: ‘Eyleme geçmiş sevgi, sert ve korkutucu bir şeydir.’ Size iki şekilde yanıt vereceğim.

Öncelikle “sert ve korkutucu” şeylerin sevinç barındırmadığı sonucuna hemen varmayın. Uçurum kenarlarında uykusuz geceler geçiren, sıfırın altındaki sıcaklıklarda el ve ayak parmaklarını kaybeden ve zirveye ulaşmak için korkunç azaplardan geçen dağcılar vardır. Onlar bu deneyimi “sert ve korkutucu” olarak tarif ederler. Onlara bunu neden yaptıklarını sorduğunuzda ise değişik şekillerde benzer cevaplar alırsınız: ruhlarında hissettikleri o büyük sevinç tüm bu acıları çekmeye değerdir. Eğer dağcılıkta durum böyleyse, bu sevgi için de geçerli olamaz mı? Hayatımızdaki ve toplumdaki sevgisizlik uçurumunu aşmak yerine dağcılıktan büyük keyif almaya eğilimli olmamız içimizdeki maddeciliğin suçu değil midir? Evet, sevmek genellikle “sert ve korkutucu” olabilir, ama iyi olana tutunan ve İsa’ya hayran olan birinin Tanrı’nın lütfuyla başkasını sevebildiğinde büyük bir sevinç duymamasının nasıl mümkün olabileceğini anlayamıyorum.

Şimdi de Dorothy Day’in durumuna başka bir açıdan yaklaşacağım. Onun, büyük fedakârlıklarla yardım etmeye çalıştığı fakirlerden biri olduğumu farzederek konuşacağım. Sanırım aramızda şuna benzer bir konuşma geçerdi:

Piper:
Bayan Day, bunu benim için neden yapıyorsunuz?

Day:
Çünkü sizi seviyorum.

Piper:
Nasıl olur da benim gibi birini sevebilirsiniz? Size verebilecek hiçbir şeyim yok. Ben sevilmeye layık biri değilim.

Day:
Olabilir ama benim sunduğum sevgi şartsızdır. Bunu İsa’dan öğrendim. Söylemek istediğim şu ki, size yardım etmek istiyorum, çünkü İsa da bana yardım etti.

Piper:
Yani aslında kendi “isteklerinizi” tatmin etmeye mi çalışıyorsunuz?

Day:
Eğer bu şekilde ifade etmek istiyorsanız, evet. En büyük isteklerimden biri sizi mutlu ve hayatta amacı olan bir insan haline getirmek.

Piper:
Peki siz geldiğinizden bu yana gerçekten daha mutlu olduğumu ve hayatta bazı amaçlar edinmeye başladığımı söylesem üzülür müsünüz?

Day:
Tanrım, hayır! Hiçbir şey beni daha fazla mutlu edemezdi!

Piper:
Demek ki burada geçirdiğiniz onca uykusuz gece kendinizi mutlu etmek içindi, öyle mi?

Day:
Eğer buna evet dersem, birisi beni yanlış anlayabilir. Sizi hiç umursamadığımı, sadece kendimi önemsediğimi sanabilirler.

Piper:
Peki en azından bana söyleyebilir misiniz?

Day:
Evet, size söyleyebilirim: Bana en büyük mutluluğu getiren şey için çalışıyorum: sizin mutluluğunuz için.

Piper:
Teşekkür ederim. İşte şimdi beni sevdiğinizi anladım.

By John Piper. © Desiring God. Website: desiringGod.org

Bu yazıda geçen konular:

Yorum Ekle

Yorum yazmak için tıklayın