John Piper Vaazlar

Tapınma: Hristiyan Hedonizminin Şöleni

John Piper’ın 25 Eylül 1983 tarihinde vermiş olduğu “Tapınma: Hristiyan Hedonizminin Şöleni” başlıklı vaazı.

Mezmur 63:5-6
Zengin yiyeceklere doyarcasına doyacağım sana, Şakıyan dudaklarla ağzım sana övgüler sunacak. Yatağıma uzanınca seni anarım, Gece boyunca derin derin seni düşünürüm.

Hedonizme karşı duyulan nefret birçok kilisedeki tapınma ruhunu öldürmüştür. Yüksek ahlâki davranışların bencillikten uzak olması gerektiği anlayışına sahip olursanız, o zaman en yüksek ahlâki davranışlardan biri olan tapınma sadece bir görev olarak algılanmak zorundadır. Tapınma sadece bir görev haline geldiği takdirde ise son bulur. Kiliselerimizde, tapınmanın en büyük düşmanlarından biri kendi yanlış yönlendirilmiş erdemlerimizdir. Kendi zevkimizi aramanın günah olduğunu düşünüyoruz ve bu nedenle erdemin kendisi yüreklerimizin özlemlerini hapseder ve tapınma ruhunu bastırır. Tapınma, Tanrı’nın görkemi için verilen şölende ziyafet çekmekten başka nedir ki?

Tapınma, Tanrı’nın değerini yansıtan içten gelen bir his ve açığa çıkan bir eylemdir. İçten gelen his tapınmanın özüdür, çünkü İsa şöyle demiştir: “Bu halk dudaklarıyla beni sayar, Ama yürekleri benden uzak. Bana boşuna taparlar.”

Yüreğin Tapınmaya Verdiği Üç Tepki

Yüreğe dokunmayan tapınma anlamsızdır, boştur, sıfırdır. Tapınma esnasında yüreğin deneyim ettikleri bence genel olarak tasvir edilebilir. Yürek, Tanrı’ya tapınmaya üç türlü tepki verir. Bu tepkiler genelde çakışır ve birlikte ortaya çıkar.

1) Yürek, Tanrı’nın görkeminin zenginliği karşısında sevinç duyabilir. Zengin yiyeceklere doyarcasına doyacağım sana, Şakıyan dudaklarla ağzım sana övgüler sunacak. Yatağıma uzanınca seni anarım, Gece boyunca derin derin seni düşünürüm. (Mezmur 63:5, 6)

2) Yürek, bu sevincin daha derin, daha yoğun ve sürekli olması için özlem duyabilir.
Geyik akarsuları nasıl özlerse, Canım da seni öyle özler, ey Tanrı! Canım Tanrı’ya, yaşayan Tanrı’ya susadı; Ne zaman görmeye gideceğim Tanrı’nın yüzünü? (Mezmur 42:1,2)

3) Yürek, Tanrı’da sevinç ya da bu sevince özlem duymadığında kederlenerek tövbe edebilir.
Kalbim kırıldığında, İçim acı dolduğunda, Akılsız ve bilgisizdim, Karşında bir hayvan gibi. (Mezmur 73:21, 22)

Tapınmaya Büyük Engel

Bu yüzden, Tanrı’nın görkeminin zenginliğinde sevinç, Tanrı’yı daha iyi görebilmek ve bilebilmek için bir özlem ya da sevinciniz ve özleminiz kıt olduğu için acı duymuyorsanız, o zaman tapınmıyorsunuz demektir. O zaman, erdemi bencilliği alt etmek ve kendi zevkini aramayı ahlâki kusur olarak gören insanların neredeyse hiç tapınamadığı açık değil midir? Tapınma dünyadaki en hedonistik olay olduğundan en ufak bir ilgisizlik düşüncesiyle bile bozulmamalıdır. Tapınmanın önündeki en büyük engel bizim zevk düşkünü insanlar olmamız değil, acınacak zevklerle yetinmeye razı olmamızdır. Yeremya bu durumu şöyle ifade etmiştir:

“Hiçbir ulus ilahlarını değiştirdi mi? -Ki onlar zaten tanrı değildirler- Ama benim halkım görkemini işe yaramaz putlara değişti. Ey gökler, şaşın buna, tir tir titreyin, şaşakalın” diyor RAB. “Çünkü halkım iki kötülük yaptı: Beni, diri suların pınarını bıraktı, Kendilerine sarnıçlar, Su tutmayan çatlak sarnıçlar kazdılar.” (Yeremya 2:11-13)
Tanrı’nın halkı arasında tapınmaya en büyük engel kendimizi tatmin arayışında olmamız değildir. Ne var ki, arayışımız o kadar gönülsüz ki, tepenin ardında diri su pınarları dururken, kırılmış sarnıçlardaki birkaç damla suyla yetiniyoruz.

Hristiyan Hedonizmi’ndeki en büyük akıl hocalarımdan biri C.S.Lewis’tir. 1968’de “Görkemin Ağırlığı” adlı vaazının ilk sayfasını okuduğumda benim için ne büyük bir keşif olduğunu hatırlıyorum. Aslında Yeremya’nın söylediklerinden farklı değildi, ama daha günceldi.

Günümüzde gidip yirmi iyi adama en büyük erdemin ne olduğunu sorsanız, bunlardan on dokuzu “bencil olmamak” diye yanıtlayacaktır. Eski ünlü Hristiyanlar’dan herhangi birine sorduğunuzda ise “Sevgi” yanıtını alırdınız. Ne olduğunu anlıyor musunuz? Olumlu bir ifadenin yerini olumsuz bir ifade aldı. Bencil olmamak ideali esasen başkaları için iyi şeyler temin etme değil, başkalarının mutluluğuna önem vermek yerine iyi şeylerden bizzat sakınma düşüncesini taşımaktadır. Bence bu Hristiyan erdemi olan Sevgi değildir. Yeni Antlaşma’nın kendini inkâr hakkında söyleyeceği pek çok şey vardır, ama kendini inkâr tek başına bir amaç değildir. Kendimizi inkâr etmemiz ve çarmıhımızı taşıyarak Mesih’in ardından gitmemizi söyler; ve eğer böyle yaparsak en nihayetinde bulacağımız şeyler hakkındaki bütün tanımlar bir arzu etmemiz için bir ricadır. Eğer çağdaş zihinlerde kendi iyiliğimizi arzulamanın ve bundan içtenlikle zevk almayı umut etmenin kötü bir şey olduğu fikri pusuya yatmışsa, bu anlayışın Kant’tan ya da Stoacılık’tan ileri geldiğini ve Hıristiyan inancının bir parçası olmadığını iddia ediyorum. Zira eğer Müjdeler’de vaat edilen ödüllerin sarsıcı ve dürüst doğasını ele alırsak, Rabbimiz’in arzularımızı güçlü değil, çok zayıf bulduğunu hissederiz. Bizler yarım gönüllü yaratıklarız; bizlere sonsuz zevk sunulsa bile içki içip seks yaparak ve hevesler peşinde koşarak vaktimizi harcarız. Tıpkı kendisine deniz kenarında bir tatil imkânı sunulmasının ne demek olduğunu bilmeyen bir kenar mahalle çocuğunun çamur pastası yapmaya devam etmek istemesi gibi. Fazlasıyla kolay hoşnut oluyoruz.

Sorun bu, değil mi? Mutlu olma isteğimiz çok zayıf. Bir ev, bir aile, birkaç arkadaş, bir iş, bir televizyon ve bir mikrodalga fırın, bir Iphone, arada bir gece gezmesine gitmek ve yıllık izinle yetiniyoruz. Kendimizi küçük, sıkıcı, kısa ömürlü, yetersiz zevklere o kadar alıştırdık ki sevinç kapasitemiz azaldı. Dolayısıyla tapınmamız da azaldı.

Hristiyan Hedonistler’in Tapınması

Oysa benim Beytlehem ve içindeki herkesin Hristiyan Hedonist olduğu bir tapınma hizmetinin nasıl olabileceğine dair bir hayalim var. Haftanın bir saatini başka hiçbir zamana benzemeyecek biçimde tamamen yaşayan Tanrı’yla buluşmaya adamayı hayal ediyorum. Bir oda dolusu insan yüreklerinin derinlerinden şöyle sesleniyor: “Ey Tanrı, sensin benim Tanrım, Seni çok özlüyorum, Canım sana susamış, Kurak, yorucu, susuz bir diyarda, Bütün varlığımla seni arıyorum.” (Mezmur 63:1)

Hıristiyan dostluğunun sohbetini seven bir insan topluluğu düşlüyorum, öyle bir topluluk ki, bu sohbetin derinliği adına bir saatlerini feda ediyorlar, müziğin başından itibaren hiç sıkılmadan içten dualarla tapınıyorlar, Tanrı’nın Ruhu güçlü biçimde üzerlerine iniyor ve toplandıkları yeri sarsıyor. Pazar sabahı sevinçle bir araya gelen bir imanlılar ailesi hayal ediyorum, tıpkı ailelerin tatilin ilk gününde ya da Şükran Günü sofrasında hindinin başına oturduklarında ya da Noel ağacının altında hediyelerini aldıklarında olduğu gibi içtenlikle mutlular. İlahi korosu bizleri Tanrı’ya yöneltirken, topluluğun övgüleri Krallar Kralı’nı tahtına buyur ederken ya da kürsüdeki vaiz Müjde’nin eşsiz gerçeklerinden söz ederken sevinçle dolu özgür yürekler “Amin” diyorlar.

Rab’bin sevincinin sıcaklığı altında kin ve nefretin eridiği, eskiden kalma irinli yaraların iyileştiği beraberce geçirilen bir saatin hayalini kuruyorum. Yıpranmış kutsalların Pazartesi günü işlerine tazelenmiş ve güçlü olarak başlamaları için Rab’bin gücünü ve kudretini emdikleri bir saat. Tanrı’nın sözüne acıkmış ve susamış bir kalabalığın kurtuluş sevinciyle ilahiler, ezgiler söylediği, piyano, boru, flüt ve zil sesleri yükselttiğini hayal ediyorum. Tanrı’yla hep birlikte açıkça ve gerçekten buluştuğumuz haftada bir saat geçirmenin hayalini kuruyorum, öyle ki bir yabancı içeri girdiğinde “Tanrı gerçekten aranızdadır” desin.

Bu sadece bir hayal değil. Bu Tanrı’nın bizim için istediği şeydir ve gerçekleşmektedir. Geçen hafta sabah tapınmalarımıza birkaç kez katılmış olan bir adam beni görmeye geldi. Sadece bu şekilde devam etmem için beni teşvik etmek istediğini söyledi ve sonra gözleri yaşlanarak şöyle dedi, “Eve gidip ağladım, çünkü bizim kilisemizde sizin kilisenizdeki gibi tapınmıyoruz.” Şaşırmıştım, çünkü daha ne kadar uzun bir yol kat etmemiz gerektiğini biliyorum. Yeni bir imanlı olarak resmi olmayan bir ev kilisesinde yetiştirilmişti. O yüzden, “O zaman, hemen her şey planlanmış olduğundan bizim tapınma hizmetimiz size fazla katı gelmiştir” dedim. O ise “Hayır, hayır. Biçimsel ya da yapısal bir sorundan söz etmiyorum. Sorun tapınmada yaşam olup olmaması ile ilgili. Önderlerin ve insanların gerçekten Tanrı’yla buluşup buluşmamalarıyla ilgili” dedi. Haklı da. Ölü karizmatik kiliseler olduğu kadar yaşayan gelenekçi kiliseler de olabilir. Şekil hepimizin aynı yönde ilerlemesi için sadece bir raydır; tapınma motorunun bu ray üzerinde kurşun gibi yol alması ya da istasyonda soğuk bir biçimde bekleme yapması Hıristiyan Hedonist olup olmadığımıza bağlıdır.

Hristiyan Hedonizmi’ne Dört İtiraz

Peki, Beytlehem’de bu hayalin gerçek olması için ne yapabiliriz? İki şey yapabiliriz: birincisi zihinsel diğeri duygusaldır. Hristiyan Hedonizmi’ne yapılan itirazların geçerli olmadığına zihnimizde ikna olmalıyız ve yüreklerimizde Tanrı için yeni ve güçlü duygular uyandırmalıyız. Şimdi konu tapınmayla ilgili olduğundan Hristiyan Hedonizmi’ne yapılan dört itiraza değinmek istiyorum.

1) Birincisi, Hristiyan Hedonizmi Tanrı’nın dünyasal isteklerimizi elde etmemize yardım eden bir araç haline gelmesi değildir. Bir Hristiyan Hedonist Tanrı’nın kendisinde var olan zevki arar. O bizim sevinç arayışımızın son durağıdır, daha fazla sevinç elde etmek için bir araç değildir. “O zaman Tanrı’nın sunağına, Neşe, sevinç kaynağım Tanrı’ya gideceğim ve sana, ey Tanrı, Tanrım benim, Lirle şükredeceğim” (Mezmur 43:4) Bizim sevinç kaynağımız O’dur, altından yollar, akrabalarımızla tekrar birleşmek ya da cennetin ve dünyanın bize sunacağı herhangi bir bereket değil. Geçen hafta İbraniler 11:6’ya dayanarak Tanrı’dan bir ödül beklentiniz olmadan O’nu hoşnut edemeyeceğinizi ileri sürmüştüm, bugün ise armağanımızın Tanrı’nın kendisiyle paydaşlık etmek olduğunu vurgulamak istiyorum.
2) İkincisi, Hristiyan Hedonizmi öz bilincinin sevinci ve dolayısıyla tapınmayı öldürdüğünün farkındadır. Gözlerinizi kendinize çevirdiğinizde ve sevinç tattığınızın bilincine vardığınızda, sevincinizi kaybedersiniz. Hristiyan Hedonist’i sevincin sırrının kendinizi unutmaktan geçtiğini bilir. Evet, Minneapolis Sanat Enstitüsü’ne tabloları seyretmenin zevki için gidiyoruz. Ama Hristiyan Hedonist’in tavsiyesi şudur: tüm dikkatinizi duygularınıza değil tablolara verin, aksi halde tüm deneyim mahvolur. Dolayısıyla tapınmada kendimize değil, Tanrı’ya kökten bir yöneliş olmalıdır.

3) Üçüncüsü, Hristiyan Hedonizm’i zevki ilah yapmaz. En çok zevk aldığınız şeyin zaten Tanrı’nın kendisi olduğunu söyler.

4) Dördüncüsü, Hristiyan Hedonizm’i Tanrı’yı kişisel çıkarımız için aradığımızda bizi Tanrı’dan üstün hale getirmez. Bir hasta tedavi olmak üzere doktora gittiği için ondan daha üstün değildir. Bir çocuk babasıyla oynamanın zevkini tatmak istediği için ondan daha büyük değildir. Diyelim ki, 21 Aralık’ta evlilik yıldönümümüzü kutlamak için eşime 15 kırmızı gül verdim. Eşim bana “Teşekkürler Johnny, çok güzeller” diye karşılık verdi ve ben “Lafını etmeye değmez. Bu benim görevim” dedim. Bu cümleyle birlikte bütün ahlâki değer kaybolur. Evet, benim görevimdir, ama içten gelen bir sevgiyle davranmadıkça, görevimi icra etmem eşimi sadece küçültecektir.

İşte tapınmamızda değişmesi gereken şey bu. Tapınmanın dışsal motivasyonlarına dalıp O’nun kişiliğinden zevk almadığımızda Tanrı’yı küçültmüş oluruz. Eğer eşime “Bu akşam seninle baş başa bir gece geçirmek istememin nedeni seninle birlikte olmaktan çok zevk almam” dersem, onu yüceltmiş olurum. İnsanın başlıca nihai hedefi sadece Tanrı’yı sonsuzlarca yüceltmek ve O’ndan zevk almak değildir. İnsanın başlıca nihai hedefi O’ndan sonsuza dek zevk alarak O’nu yüceltmektir. Bu nedenle Beytlehem için kurduğum hayalin ancak çamurda pasta yapmaktan tatmin olmayan Hıristiyan Hedonistler olduğumuz zaman gerçekleşeceğini tekrar söylemek istiyorum.

Gözlerinizi Tanrı’nın Görkemine Açın

Umarım, bu seriyi bitirmeden önce bu konuda zihninizde ikna olursunuz. Ancak bu yeterli olmaz. Tapınan insanlar haline gelmek için yüreğimizde Tanrı’ya duyulan güçlü hislerin uyanması gerekir. Tanrı vergisi heyecan duyma ve hayal gücü yetilerimizi işlemediğimiz sürece bunların kuruyup öleceği gibi tapınmamız da ölecektir. Charles Darwin’in başına gelenlerin bizim başımıza gelmesine izin vermeyelim. Hayatının sonlarına doğru çocukları için yazdığı bir otobiyografisinde bir pişmanlığını dile getirmiştir. Şöyle yazmıştır:

Otuz yaşıma kadar her türlü şiirden . . . büyük zevk alırdım. Eskiden resimler bana büyük keyif verirdi ve müzikten zevk alırım. Ama şimdi uzun yıllardan beri bir mısra şiir okumaya katlanamıyorum. . . resim ve müzikten aldığım zevki de neredeyse kaybettim. . . Güzel manzaralardan biraz keyif alıyorum, ama eskiden olduğu kadar şiddetli bir zevk vermiyor. . . Zihnim sanki gerçeklerin koleksiyonundan genel yasalar üreten bir tür makine haline gelmişe benziyor.

Kardeşler, lütfen bunun sizin başınıza gelmesine izin vermeyin! Hıristiyanlığınızı Kutsal Kitap gerçeklerinden genel doktrinsel yasalar üreten bir mekanizmaya dönüştürmeyin. İlk sevginizin soğumasına izin vermeyin. Çocuksu huşu ve hayranlık duygularınızı yitirmeyin. Tanrı’yla aranızdaki ilişkinin manzarasının, şiirinin ve müziğinin kurumasına ve anlamını yitirmesine izin vermeyin. Neredeyse hiç bilmediğiniz bir sevinç kapasiteniz var. Tanrı bunları ortaya çıkaracak. Gözlerinizi O’nun görkemine açın. Bunu her tarafta görebilirsiniz. “Gökler Tanrı’nın görkemini açıklamakta, Gökkubbe ellerinin eserini duyurmakta.”

Eğer Tanrı’yı gizli bir define gibi arayıp sorarsanız, yüreğinizi uyandıracaktır. Geçen Pazartesi akşamı uçakla Chicago’dan geri dönüyordum. Uçakta hemen hemen yalnızdım, bu yüzden bir pencere kenarına oturdum. Pilot Michigan Gölü üzerinde bir fırtına koptuğunu ve Batı’ya yönelerek fırtınanın kenarından geçeceğimizi bildirdi. Kapkaranlık gecenin derinliklerine bakarken birden bire tüm gökyüzü çakan şimşeklerle parladı ve büyük beyaz bulutlar uçağın bir iki kilometre ötesinde görünüp kayboldu. Bir saniye sonra kuzeyden güneye doğru bir ışık hüzmesi patladı. Bir an sonra şimşekler neredeyse gökte asılı kaldı ve uzaktaki bulutların ardından sanki ışıktan yapılma volkanlar patlamaya başladı. Bu görsel şölenin karşısında gözlerime inanamadan oracıkta donup kaldım. Kendi kendimi şöyle söylerken buldum: “Mesih’im, eğer bunlar kılıcının bileyinden çıkan kıvılcımlardan başka bir şey değilse, senin görkeminin görüneceği o gün nasıl olacak!” Ve Rab’bin sözlerini anımsadım:

“Çünkü İnsanoğlu’nun gelişi, doğuda çakıp batıya kadar her taraftan görülen şimşek gibi olacaktır.” (Matta 24:27)
Şimdi bile o deneyimi anımsadığımda, “görkem” sözcüğünün benim için hâlâ duygu yüklü olduğunu görüyorum. Tanrı’ya tekrar tekrar şükrediyorum, çünkü O’nu arzulamam ve O’na tapınmam için yüreğimi böylece uyandırdı. Eğer gerçekten isterseniz bunu sizin için de yapacaktır.

By John Piper. © Desiring God. Website: desiringGod.org

Bu yazıda geçen konular: