Artık insan aklının Tanrı’nın Krallığı ve ruhsal kavrayış konusunda neyin ayırımına vardığını analiz edebiliriz. Bu ruhsal kavrayış başlıca üç unsur içermektedir: (1) Tanrı’yı bilme; (2), kurtuluşumuzu kapsayan, bize duyduğu babaca şefkatini bilme; (3) yasasındaki kurala göre yaşamımızı nasıl bir çerçeveye oturtacağımızı bilme. İlk iki noktada -özellikle de ikincisinde- en büyük dehalar kör sıçanlardan daha da kördür! Felsefecilerin şurada burada yazdıkları Tanrı hakkındaki uzmanca ve yerinde anlatımlarının okunabildiğini kuşkusuz yadsıyamam ama her zaman burada, baş döndürücü bir hayal gücü görülmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere, dinsizliklerini bilgisizlik kisvesi altında saklamasınlar diye RAB gerçekten de onlara tanrısallığını biraz tattırmıştır.[1] Kimi zaman da onları, düzelecekleri bazı itirafları telaffuz etmeye zorlamıştır. Ama onlar olaylara öyle bakmışlardı ki, bu bakışları onları gerçeğe yönlendirmemişti, gerçeğe pek ulaşamayacak duruma gelmişlerdi! Gece tarladan geçerken şimşek çaktığında bir an her yeri gören ama görüntü hızla yok olduğu için, – onun yardımıyla yolunu bulmak şöyle dursun- tek bir adım bile atamadan gecenin karanlığına gömülen yolcuya benzerler. Ayrıca, kitaplarına şans eseri gerçeğin damlacıkları serpilmiş olsa bile, ne kadar korkunç yalanlarla kirlenmişlerdir! Kısacası, Tanrı’nın bize yardımının güvencesini hiç hissetmemişlerdir (bu yardım olmazsa insan anlayışını sadece sınırsız şaşkınlık doldurabilir). İnsan aklı, gerçek Tanrı’nın kim olduğu ya da bize karşı nasıl bir Tanrı olmak istediği gerçeğine ne yaklaşır, ne onun için çaba gösterir, ne de dosdoğru onu hedefler.
Yuhanna 1:4-5’de belirtilen insanın ruhsal körlüğü
Kendimizi kavramamızla ilgili yanlış görüş bizi sarhoş eder. Bu nedenle de tanrısal konularda bunun son derece düşüncesizlik ve aptallık olduğunu kabul etmeye hiç gönüllü değildirler. Bu gerçeği akıldan çok, Kutsal Yazı’nın tanıklığıyla kanıtlamanın daha etkili olacağına inanıyorum. Daha önce alıntı yaptığım bir parçada Yuhanna bunu çok güzel öğretmektedir11 , şunları yazar: “Yaşam O’ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi” [Yu. 1:4-5]. Yuhanna, Tanrı’nın ışığının parlaklığının insanın canını, azda olsa parıltısız ya da en azından kıvılcımsız asla kalamayacağı kadar aydınlattığını ama bu aydınlığa rağmen Tanrı’yı anlayamadığını belirtmektedir. Neden böyledir? Çünkü Tanrı bilgisi söz konusu olduğunda insanın zihninin keskinliği körelir. Ruh, insanlara “karanlık” derken ruhsal anlayış yeteneğini onlardan esirger. Bu nedenle Pavlus, Mesih’e kucak açan imanlıların için, “Onlar ne kandan, ne bedenden ne de insan isteğinden doğdular; tersine Tanrı’dan doğdular” demektedir [Yu. 1:13]. Bu, şu demektir: Benlik, Tanrı’nın Ruhu’yla aydınlanmazsa Tanrı’yı ve neyin Tanrı’dan olduğunu anlayacak kadar yüce bir bilgeliğe yatkın değildir. Mesih’in tanıklık ettiği gibi, Petrus’un O’nu tanıması Baba’nın özel bir vahyiydi [Mat. 16:17]
[1] I. iii. 1, 3.
John CALVIN
Yorum Ekle