İncil (Yeni Antlaşma)

Baba’nın Sıcak Karşılayışını Paylaşmak

(Luka 15:11-32) Hikaye iki erkek kardeşten küçüğüyle başlar. Bu genç yaşamını evde sürdürmekte ve bu yaşamın her saniyesinden nefret duymaktadır. Ev halkı, çiftçilik, babasının yaşam tarzı, hiçbir şey ona göre değildir ve her şeyden sıkılmaktadır. Babasıyla ilgili sevdiği tek bir şey vardır: ihtiyar adamın parası. Ancak bu parayı kendi lehine nakte çevirmesi olasılığı uzaktır. Babası erken bir ölüm belirtisi göstermemektedir. Sonunda genç adamın sabrı tükenir. Ve sonunda “Baba varlığından bana düşen payı ver” der.

Herhangi bir toplumda bu istek oldukça kaba bir istektir ve Eski Antlaşma’da miras yasalarına göre özellikle zordu. Yahudi özdeyişi de babaları ölmeden önce sahip olduklarını paylaştırmasına karşın tavsiye etmekteydi: “Çünkü oğullarının merhametine sığınmaktansa, çocuklarının sana yalvarmaları daha iyidir” (Sirak 33:21). Ancak Baba oğlunun ricasını yerine getirir. Mal varlığını bölüştürür. Genç adamın kendisini birden babasının servetinin muhtemelen yarısına sahip bulur. Hepsini bir araya getirir. Yani nakte çevirir öyle ki bir çantanın içine koyup bir iple bağlayabilsin. Şimdi her zaman istediği şeye sahiptir. İstediği yere gidebilir ve istediğini yapabilir. Ve yapar da.

Hemen evden ayrılır, her adım özgürlüğe bir adımdır, böylece yoluna devam eder. Kendisi ve babasının evi arasındaki uzak dünyada küçük bir yaşam yaşayabilir.

Çocukluğumda Pazar okulunda daire şeklinde dizilmiş verniklenmiş meşeden sandalyeler ve boyalı duvarlar üzerinde resimler vardı. Tüm bunlar Pazar okulu resimleriydi. Fakat bodrum katında koridora açılan bir kapının ardında hiç de Pazar okulu resmine benzemeyen bir oyma bulunmaktaydı. Savurgan oğulu (kaybolan oğul) bir partide resmediyordu. Bir parti. Resme dikkatli baktığımda göremiyordum ama şüphesiz savurgan oğul hesabı ödüyordu.

Bu hikayede İsa kaybolan oğulun parayı nasıl harcadığına dair herhangi bir detay vermemektedir. Lüks yaşantısı sona ermeden önce aylar yoksa yıllar mı geçti? Parası çabucak buharlaştı mı yoksa günahını bir bütçe olarak mı ayarladı? Her durumda, en azından parasını şarapla ve ucuz kadınlarla harcadığı kuşkusuz. Bu bir ekmek kırıntısı sorusuydu. Yiyeceğin parasını şişirerek kaybolan oğul bir ülkeyi vuran kıtlık gibi beş kuruşsuz kaldı. Kendisine dostlar satın alan servesini harcadı. Açlıktan ölmemek için bir iş bulmak zorunda kaldı ve bulabildiği tek iş domuz çobanlığıydı. Eski Antlaşma yasasının teknik anlamında domuzlar kirli hayvanlardır. Babasının eviyle ilgili her bağı yok olmuştu. Kaybolan oğul evinden uzak, kaybolmuş ve kirli bir yabancıydı artık.

Kaybolan oğulun tövbesi benzetmede çekici bir hava içinde tarif edilmemektedir. Yüreğinin derinlerinde değil ama midesinin derinliklerinde bunu hissetti. Beslediği domuzların keçiboynuzu yerken seyretti. Yavan kazancı ona günlük ekmeği sağlayamazdı özellikle de kıtlık fiyatlarında. Belki de gücünün tek yettiği keçiboynuzu kırıntılarıydı. Her şeyin yanısıra yenilebilirlerdi. Ne kadar da açtı! Yemekten zevk aldığı ne kadar da yiyecek vardı! Düşünceleri geriye, mirastan payına düşenle kurduğu lüks ziyafet sofralarına değil, babasının evindeki yemeklere gitti. Babasının evine! “Babamın nice işçisinin fazlasıyla yiyeceği var, bense burada açlıktan ölüyorum” (Luka 15:17).

Evet, bunu yüksek bir sesle söyledi. Bu doğruydu. Bunda akılsızca, günahkar bir budala gibi davrandı. “Kutsal Yasa’yı yerine getiren çocuk akıllıdır, oburlarla arkadaşlık edense babasını utandırır” (Süleyman’ın Özdeyişleri 28:7). Eve geri dönmek zorundaydı. Babasıyla yüzyüze gelmesi gerekliydi yeniden. Ne söyleyebilirdi? “Kalkıp babamın yanına döneceğim ve ona, Baba diyeceğim, Tanrı’ya ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim. Beni işçilerinden biri gibi kabul et.’” (Luka 15:18-19).

Babası onu eve alabilir ve ona iş ve yemek verebilirdi. Bundan emindi. Eski ilişkisini geri isteme gibi bir hakkı yoktu, fakat babasının yüzünü tekrar görebilirdi.

Kaybolan oğulun değersizliğini itiraf etmesi bizleri babasının oğlunu karşılamada gösterdiği merhamet ve lütfa hayret etmeye bizleri hazırlamaktadır. İsa’nın anlattığı hikayeyi buna bir anlamda benzer Mahayana Budizm edebiyatındaki hikayeyle karşılaştırdığımızda tekrar şaşkınlık duyabiliriz. “Lotus Sutra” adlı ünlü bir eserde hikaye anlatılmaktadır. Genç bir adam babasının evinden ayrılır ve “yirmi, otuz, kırk ya da elli” yıl kadar gider. Babası onu aramaya koyulur ve servetinin katbe kat arttığı bir ülkeye yerleşir. Diğer tarafta oğul hor görülen bir dilenci olarak avare avare dolaşmaya devam eder. Bir gün oğul babasının yaşadığı şehre gelir. Babasını tanıyamaz, ama bu yaşlı adamın prens vari görkemine merakla gözlerini diker. Hizmetkarlar eşliğinde, baba mücehver işlemeli bir sayvanın altında bir tahta oturur, ayaklarını koyduğu yer altın ve gümüşle işlenmiştir. Altın, mısır ve buğday işlerini çevresinde bulunan tüccar ve bankacılarla görüşmektedir. Dilenci tamamen tetiktetir. “Benim gibi insanlar buraya ait değil” diye düşünür. “Beni kapı dışarı etmeden en iyisi mi ben kendim gideyim buradan.” Ancak baba oğlunu ilk bakışta tanır ve hizmetkarlarını ardından gönderir. Hizmetkarlar korku içinde tekmeler savuran ve çığlıklar atan oğulu babasına getirirler. Onu öldürüceklerinden çok emin olarak, bayılır aniden. Baba oğlunun üzerine soğuk su serper ve hizmetkarlarına gitmesine izin vermelerini buyurur. Babası olduğunu oğluna ve onun oğlu olduğunu hizmetkarlarına açıklamaz. Bunun yerine şehrin ücra ve köhne yerinde oğlunu bulması için kölelerini gönderir ve onu kendisine bir iş teklifiyle geri getirmelerini buyurur. Köleler evsizler gibi üzerlerine kir pas sürerek bu dilencinin güvenini kazanmak için dilenci kılığına girerler. Görevleri başarıyla tamamlanır ve fakir genç en aşağı işlerde çalışmaya başlar. Baba oğlunu pencereden gübreyi küreklerken veya onu sepete doldururken izler. O da oğluyla konuşmak ve işte onu cesaretlendirmek için kir pas içinde bir dilenci gibi giyinir. Oğul toprakta sadık bir şekilde çalışır, fakat yakınlardaki bir barakada yaşamaya devam eder. Yıllar sonra baba oğulun gayretli işinden memnuniyetini dile getirir ve ona oğlu gibi davranacağına ve varisi yapacağını ilan eder. Oğul kendisine vaat edilen bu servete ilgisiz kalır ve barakada yaşamaya ve topraklarında çalışmaya devam eder.

Yirmi yıl kadar sonra “evsahibi baba oğlunun para biriktirebilecek olgunlukta olduğunu ve akıllandığını anlar ve önceki yoksulluğunu düşündüğünde soyluluğunun vicdanıyla tiksinme ve mahcubiyet hisseder.” Yaklaşan ölümünün farkında olarak tüm akrabalarını, komşularını ve görevlilerini çağırarak “Bu benim öz oğlum ve sahip olduğum her şeyin varisidir” diye ilan eder.

Hikayenin sonunda çıkarabileceğimiz ahlaki ders “her zaman gördüğümüz gibi ahlaki kurallar bu dünyanın Bilicisinin kuralları altındadır, daha önce uyguladığımız ahlaklılığın meyvelerini toplamaktayız şimdi”dir.

Bu iki hikaye arasındaki fark nedir? Tek bir söz buna cevap vermektedir: lütuf ! Harika lütuf! İsa tarafından anlatılan hikayedeki babaya dikkat edin. Yolun ötesindeki oğlunu tanır. En iyi kaftanı ona getirir, parmağına yüzük takar ve çarık giydirir ve oğlunu karşılamak için ona gider. Ona sarılır o çoban domuzunun kirli yanaklarını öper. “Baba, sana ve Tanrı’ya karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim” der.  Baba daha fazla dinlemez. Oğluyla kol kola eve dönerek kölelerine “Çabuk olun! en iyi kaftanı getirin ve ona giydirin. Parmağına yüzük takın ayağına çarık giydirin. Besili danayı getirip kesin, yiyelim ve eğlenelim. Çünkü benim bu oğlum ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu” (Luka 15:22-24).

Babanın bağışlaması öyle dolu ve özgürce ki oğlunu statüsünün sembolleriyle donatmakta hiç gecikmemektedir. En iyi kaftan onurun sembolüdür, yüzük babasının mührünü taşımaktadır, çarıklar bile bir anlam taşımaktadır çünkü köleler çıplak ayakla gezmektedir. Ve daha sonra ziyafet! Nasıl bir karşılama ama!

Babanın sağduyusu nerede? Küçük oğlu ismini lekelemedi mi? Bu adam ne yapıyor böyle? Bu söylentiler ne böyle? Şimdi ne bekliyor, daha fazla para mı?

Hayır, babası oğlunu sorularla suçlamıyor, zafer sevinciyle karşılıyor onu. Oğlu ölmüştü, şimdi yaşama döndü; kaybolmuştu bulundu. Babasının sevinci sevgi ateşiyle harlanmıştır.

Kutsal Yazılar sık sık babanın sevgisini resmetmektedir: İbrahim oğlu İshak’ı Moriya Dağı’na götürmektedir. Onu orada kurban etmek zorunda mıydı?

İhtiyar İsrail’e en sevdiği oğlunun, Yusuf’un, vahşi bir hayvanın avı olduğunu, öldürüldüğü söylendi ve kanlı elbisesi getirildi. Daha sonra kardeşleri tarafından bir köle olarak satılan oğlunun Mısır’ın prensi olduğunu öğrendi. Mısır’a gitti ve Yusuf’la buluştı. Kederi ölüm sayılan oğlu kollarındaydı ve yaşıyordu.

Kral Davut zavallı bir babaydı ama asi oğlu Avşalom’u ayrı severdi. Davut ve Avşalom orduları arasındaki büyük savaş meydana geldiğinde, kral savaşın sonucundan çok oğlunun güvenliğinden endişeliydi. Zafer haberini getiren haberci Avşalom’un öldüğünü söylediğinde Davut ağladı “Ah, oğlum Avşalom! Oğlum, Oğlum Avşalom! Keşke senin yerine ben ölseydim. Avşalom, oğlum, oğlum Avşalom!” (2.Samuel 18:33).

Ancak Eski Antlaşma’da bir babanın sevgisinin en büyük haykırışı Davut’tan değil, fakat onun Tanrısından gelmektedir. Rab Mısır’da İsrail halkına kendi oğlu olarak sahip çıktı. Firavun’dan isteği “oğlumun gitmesine izin ver öyle ki bana tapınabilsin” di(Mısırdan Çıkış 4:23). Tıpkı bir babanın oğluna yürümeyi öğretmesi gibi Rab ilk oğlunu çölde yönlendirdi (Hoşea 11:1-4). İsrail asi bir oğul olduğunda, Tanrı inançlarından dönmelerine olan yargısını bildirdi. Yine de sevgi dolu yüreğinden haykırdı,

“Nasıl vazgeçerim senden, ey Efrayim? Nasıl teslim ederim seni, ey İsrail? Adma’ya yaptığımı nasıl sana yaparım? Seni nasıl Sevoyim’e çeviririm? Yüreğim değişti içimde, Alevlendi acıma duygularım” (Hoşea 11:8).

BABA’NIN KARŞILAMASINA İHTİYAÇ DUYMA

Sahne değişmektedir. Gölgeye düşen kırışıklıklar gibi dışarıda kırlardayız. Ağabey işinden dönüyor. Eve yaklaşırken işitiyor ve bakıyor. Evet, bu müzik bir ezgi okunuyor. Ev ışıkla parıldıyor. Şarkı söyleniyor, dans ediliyor, tepeler titriyor. Hizmetinde bulunanlardan birine soruyor, “Orada neler oluyor?”

Neler olup bittiğine dair her şeyi bildiğini hissediyoruz. Erkek kardeşi gittiğinden beri böylesi bir ziyafet, eğlence düzenlenmemişti! Köleler sorusunu yanıtlıyor, “Kardeşiniz geldi ve babanız sağ salim döndüğü için besili danayı kesti” (Luka 15:27).

Ağabey eşyalarını fırlatır, kollarını kavuşturur ve ateş kusmaya başlar. Elbette bir kutlama! Kaybolan oğulun geri geldiğine şaşırmamıştır, ama bunu hak etmek için ne yaptı? Onuruna ziyafet verilmesi yerine dövülmeyi hak ediyordu! Ağabey babasının bu hareketine karşı nefret duydu.

En azından benden kutlama yapmamı bekleyemez, diye düşünür. Tüm bunlardan sonra, tüm mal varlığı paylaşıldıktan sonra bana geriye ne kalıyor: en iyi kaftan, mühürlü yüzük ve ziyafet için kesilen en besili dana.

Babasının sevincinden nefret eder, lütfuna kızar ve savurgan oğluna karşı gösterdiği sevgiye gücenir.

Köleler haberi babasına götürür. Büyük oğlu tarlada dikilmektedir, kızgındır ve ziyafete gelmeyi reddeder. Baba çabucak şölenden ayrılır ve bu sefer büyük oğlunu çağırmak için yola dökülür. Açıkça görülmektedir ki bu hikayedeki büyük oğul İsa’nın kendilerini doğru sayan karşıtları Ferisileri simgelemektedir. Luka’nın ilerleyen bölümlerinde sert bir uyarı içeren bir benzetme yer almaktadır. Onlar bir ziyafete daveti reddeden konuklar gibidirler. Gücenen ev sahibi kölelerini sokaklardaki, şehrin her yanındaki diğer misafirleri çağırmaya gönderir. Her sandalye fakir, kör ve topalla doldurulacaktır. Artık davet edilen misafir için hiçbir boş yer olmayacaktır.

Ferisileri yoksullardan iğrenmekte ve Mesih’in krallık ziyafetine davetini hor görmektedirler. Göksel ziyafete başkalarının oturtulacağı konusunda uyarılmakta ve sonsuza dek harici tutulacakları söylenmektedir. Fakat bu benzetmede, İsa hala Ferisilerin için kapıyı açık tutmaktadır. Dışarıda kızgın bir şekilde durmaktadırlar, çünkü İsa halka ve günahkarlarla kutlama yapmaktadır. Fakat İsa Babanın hala onları çağırmak için yola çıktığını söylemektedir. Eğer bu daveti reddederlerse ve eğer bu görkem şölenine katılmaya itiraz ederlerse bunun ne anlama geldiğini düşünsünler. Baba büyük oğluna ziyafete katılması için yalvarmaktadır. Fakat o sert bir yanıt verir: “Bak, bunca yıl senin için köle gibi çalıştım, hiçbir zaman buyruğundan çıkmadım. Ne var ki sen bana, arkadaşlarımla eğleneyim diye hiçbir zaman bir oğlak bile vermedin. Oysa senin malını fahişelerle yiyen şu oğlun eve dönünce, onun için besili danayı kestin (Luka 15:229-30). Bu sert oğul domuz ağılındaki oğuldan daha uzakta tarladadır. Babasına hiç sevgi duymamaktadır. Babasının emirlerini yerine getirmek angarya ve onun için çalışmak kölelektir. Savurgan oğulun hikayenin başında olduğu gibi arzusu babasıyla birlikte olmak değil ama arkadaşlarıyla eğlenmektir. Ne kardeşi ne de kendisi için babasının sevgi anlayışını anlamamıştır. Kardeşine sevgi beslememektedir. Ona “kardeşim” diye değil, ama “oğlun” diye seslenmektedir.

Babanın azarı ise oldukça naziktir: “Oğlum, sen her zaman benim yanımdasın, neyim varsa senindir’ demiş. Ama sevinip eğlenmek gerekiyordu. Çünkü bu kardeşin ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu!” (Luka 15:31-32).

Hassasiyet buradadır. Her zaman babasıyla olmasının büyük oğul için hiçbir anlamı yok mudur? Babasıyla ilişkisi gerçekten de bir köle ilişkisi miydi? Tüm miras onunken besili bir danayı mı kıskandı? Kardeşinin ölü değil de yaşıyor olması umrunda değil miydi? Azar nazik, ama istek oldukça açıktır. Babanın gerçekten oğluysa, ziyafete gelmek zorundadır. Öfke ve kıskançlıkta kabararak dışarıda karanlıkta kalamaz.

Büyük oğulun babanın yüreğini anladığını varsayalım. Ne yapması gerekirdi? Kardeşinin eve döndüğü haberini duyunca kesinlikle koşa koşa eve gitmesi beklenirdi. Daha fazlasını yapmalı mıydı? Eğer gerçekten babasının hislerini paylaşıyor olsaydı, o da kardeşini aramalıydı. Belki de daha önceden tarlada olduğu için kardeşini gören ve onu karşılamaya giden ilk kendisi olacaktı. Daha fazlasını yapabilir miydi?

Vietnam savaşı sırasında Komutan Daniel Dawson’un keşif uçağı Vietkong ormanına girdi. Kardeşi Donald olanları duyunca sahip olduğu her şeyi sattı karısını $20’la bırakıp Vietnam’a bir bilet aldı. Oraya gittiğinde askeri kıyafetler giydi ve kardeşini aramak için gerillanın kontrol altında tuttuğu ormanda gezinmeye başladı. Uçağı resmeden ve Vietnamca kayıp pilotu bulana ödülün verileceği ilanla gezdi. Anh toi phi-cong, yani pilotun kardeşi olarak tanınmaya başlandı. Life dergisi muhabiri onun tehlikeli arayışını yazdı. Evet, ağabey daha fazlasını yapabilirdi. Eğer gerçekten önemseseydi, Donald Dawson’un yaptığını yapabilirdi. Kardeşini aramak için uzak bir ülkeye gidebilirdi. Kesinlikle bu boşuna bir tavsiye değildir, çünkü benzetmenin kalbidir. Bu benzetme İsa’nın Luka 15’te Ferisiler ve yasa öğretmenleri tarafından Kendisine yöneltilen sert eleştirilere cevap niteliğindeki üç benzetmesinden biridir. İsa’nın etrafı O’nun öğretişini duymaya hevesli günahkar ve vergi görevlileriyle sarılmıştı. Ferilisiler söylenmekteydi: “Bu adam günahkarları ağırlıyor ve onlarla yemek yiyor” (Luka 15:2).

İsa kaybolan koyun, kaybolan para ve kaybolan oğul benzetmeleriyle cevap verdi. Her bir hikaye kaybolanın bulunmasını kutlamak için bir şölenle sona erer. Çoban arkadaşlarını ziyafete çağırır, çünkü kaybolan koyunu bulmuştur. Kadın arkadaşlarını davet eder, çünkü kaybolan parasını bulmuştur. Baba kaybolan oğlunun bulunmasını kutlamaktadır ve büyük oğlunu sevincine çağırmaktadır.

İsa tövbe eden biri için göklerde sevinç olduğunu öğretmektedir. Fakat onu eleştirenlerin davranışlarıyla hizmetini zıt hale de getirmektedir. Şikayet etmektedirler, çünkü günahkarla birlikte yemektedir. Günahkarları aradığını, çünkü Babasının öyle yaptığını söylemektedir. İsa kaybolan bir koyunu arayan bir çoban olarak resmedilir.  Kaybolan parasını arayarak evi süpüren kadın olarak da resmedilir. Fakat kaybolan oğul benzetmesinde İsa görülmemektedir. Bunun yerine hikayeden çıkar ve Ferisileri yerleştirir. Büyük oğul tıpkı onların yaptığını yapmaktadır: günahkarlarla olmayı reddetmek. İsa bunun tam tersini yapmaktadır. Babasının merhametini anlamaktadır. Yalnızca günahkarla cennetteki şölene gitmeye istekli değildir, bunun da ötesinde nerede olduklarını bulmak için günahkarları aramaya gelmiştir. Kaybolanı arayıp kurtarmaya gelmiştir. Vergi görevlilerini aramaktadır, incir ağacından Zekeriya’yı aşağı indirmekte ve kendisini evine davet ettirtmektedir. Samiriyeli düşmüş bir kadın bulur ve kendisiyle çarmıha gerilen bir suçluyu bağışlar.

Bu benzetmeyi kimin ve neden anlattığını unutursak, bu benzetmeyi anlamayız. İsa Mesih Babanın ilk doğanı ve bizlerin ağabeyidir. Kaybolanı bulmaya giden Çobandır; ölüye yaşam verebilen Kurtuluş ve Yaşamdır; Baba’nın evinin Varisidir. Haklı olarak Baba O’na “Oğul, sahip olduğum her şey senindir” diyebilir. Tanrı’nın oğulları ve kızları olabilelim diye Köle olan Oğul O’dur. Eğer ağabeyimizin bir Ferisi değil, İsa olduğunu unutursak, bu benzetme eksiktir. Ağabeyin yapmadığı şekilde bizi sıcak bir şekilde karşılamakla kalmaz, domuz ağılında bizi bulmaya gelir, bize sarılır ve “Eve gel” der. Kesinlikle eğer İsa’yı unutursak, Baba’nın sevgisinin tamamını anlamamış oluruz. Göksel Baba günaha karşı hoşgörülü değildir. O kutsal bir Tanrı’dır; günahın bedeli ödenmelidir. Harika lütfun görkemi İsa’nın günahkarları sıcak bir şekilde karşılayabilmesidir, çünkü onlar için ölmüştür. İsa yalnızca kurtulmuş günahkarla yemek yiyerek şölene gelmekle kalmaz, şöleni verir çünkü deşilen bedeninin ve akıtılan kanının masasına bizleri çağırır.

İbranilerin yazarı İsa’nın Tanrı’nın övgüsünü kardeşleri arasında söylediğini bizlere hatırlatmaktadır (İbraniler 2:12). Göksel şölenin sevinci çoktan Kurtarıcının ezgisini söyleme paydaşlığında beklenilmiştir. İsa Babası’nın yüreğini bilir ve onunla  sevinir. Kutsal Ruh’la sevinçle dolarak, İsa “Göklerin ve yerin yaratıcısı Baba bunları bilge olanlardan sakladığın ve bu küçük çocuklara açıkladığın için adını överim. Evet, Baba, bu senin iyi amacın doğrultusundaydı” (Luka 10:21).

Baba’nın sevgisine, İsa’nın şöleninin sevincine eve gelin. Cennetin kapısından uzak kaybolan oğul musunuz? İsa sizi kaldırmak için gelmektedir. Baba’nın evinin dışında kendi doğruluğunuzun kirli giysileriyle övünen kendisiyle gurur duyan bir Ferisi misiniz? İsa’nın sözlerini işitin: Babası sizi tövbe etmeye ve küçük bir çocuk gibi eve gelmeye çağırıyor. Yoksa aynı zamanda her ikisi de misiniz: kaybolan ve kibirli, hor görülen ama hor gören? Hiç önemi yok; hepsinden sıyrılın ve İsa’nın şölenine gelin. Yoksa bir imanlı mısınız? İsa sizi kaybolan koyun gibi buldu ve eve omuzlarında mı taşıdı? Öyleyse bu benzetmenin sizden ne beklediğini düşünün. Cennetin lütfundan tattınız. Babanızın sevgisinin kucaklayışını biliyorsunuz. Ezgi söyleyerek sizinle sevindiğini biliyorsunuz. Kaybolan günahkarların üzerine sevinci ve cennetin sevinci ne anlama geliyor sizin için?

Diyorsunuz ki “Benim de günahkarları hoş karşılamam, tıpkı benim karşılandığım gibi onlarla yemek yemeğe hazır olmam gerektiği anlamına geliyor.” Bu yeterli mi? Babasının yüreğini bilen gerçek Oğul basit bir şekilde, öylesine kaftanını, yüzüğünü, çarıklarını günahkarla paylaşmadı. Onları eve getirmek için aramaya çıktı. Siz bugün nereye bakacaksınız?

“Sevmeyen kişi Tanrı’yı tanımış değildir. Çünkü Tanrı sevgidir” (1.Yuhanna 4:8).

Edmund Clowney