Reform Hareketinin patlak vermesini takip eden yıllarda, farklı yönlere doğru
ilerleyen türlü birlik ve mezhepler ortaya çıktı. Mezhep, kült veya hakiki
kilisenin ne olduğu sorusu, Mesih imanına sahip olmayı arzulayan, ancak gerçek
görünür kilisenin işaretlerini ayırt etmekte güçlük çeken samimi birçok kişi
için kritik bir soru haline geldi. Bu fikir ayrılığı ve yansımasının orta-ya
çıkması, gerçek bir kilisenin işaretlerine dair tarihi Protestan bakış açısının
oluşmasına sebep oldu.Bu bakış açısına göre gerçek kilisenin işaretleri şunlar
olmalıydı: (1) Müjdeyi vaaz etme, (2) Sakramentleri layıkıyla yönetme, (3) (bu
sona gelene kadar gerekli dini yönetim şekillerini içeren bir) kilise
disiplinini mevcut kılma.
İlk işaret sadece vaazın uygulanışı değil, vaazın içeriği, özü açısından söz
konusu idi. Bu bağlamda, ölçüt teolojikti. “Müjde” kavramı, Kutsal Kitap
Hıristiyanlığının esası olan gerçeğin özünü içeriyordu. Bu öz, Üçlü Birlik,
Mesih’in tanrılığı, kefaret ve diriliş gibi tarihsel Hıristiyan doktrininin
başlıca öğretilerini kapsıyordu. Yemin niteliğindeki bu doğrulamalar klasik
inanç bildirgeleri ve tarihi İznik ve Kadıköy Konsüllerinin ikrarlarında
şekillendirilmiştir. Eğer bir organizasyon tarihi, evrensel Hıristiyanlığın asli
unsurlarını reddedip bir kilisesi olma iddiası ile ortaya çıkmışsa, bu iddia
reddedilmiştir. Günümüzde, bizler “Son Gün Azizleri” (Latter Day Saints)
kilisesinin gerçek kilise olup olmadığını sorguluyoruz. Yehova Şahitleri
Kilisesi diye adlandırılan organizasyon gerçek bir kilise midir? Mormonlar da
bir kilise olduklarını öne sürüyorlar. Bununla kalmıyor; Hıristiyan bir kilise
olduklarında ısrar ediyorlar. Dinlerinde Mesih’in önemli bir rolü var.
Mormonlar, İsa’ya hürmet eder ve şeref mertebesi-ne yükseltir; hatta Mesih ile
“kişisel ilişki”den bahsederler. Ancak, hem Mormonlar hem de Yehova Şahitleri,
Mesih İsa’nın tanrılığını reddederler. Benzer şekilde, Üçlü Birlik doktrini de
Uniteryanlar gibi kilise şeklinde yapılanmış bazı gruplar tarafın-dan
reddedilmiştir.
Protestan Reformistler tarafından belirlenmiş kilise olma işaretlerini taşımayan
bu gruplar, yukarıda bahsettiğimiz kısımları kabul etmez. Çünkü, sadece teolojik
yanılgı ve sapkınlıklar ile bozulmakla kalmıyorlar, bu yanılgı ve sapkınlıklar,
gerçeği ve Kutsal Kitap Hıristiyanlığının temel doktrinlerini reddedişi de
içeriyor. Kendilerini kilise olarak gören bu kuruluşlar, Ortodoks Hıristiyanlık
tarafından asılsız kilise topluluğu, mezhep veya kült olarak görülüyorlar.
O zaman bu gruplardan herhangi birine üye olan birinin gerçek bir Hıristiyan
olma olasılığı var mıdır? Cevap, “evet” ol-malıdır. Kuruluşun her inkar ettiğini
inkar eden veya onayladığı her şeyi onaylayan bütün üyeler değil tabi ki. Bir
kişinin Mormon topluluğunun üyesi olup hala İsa Mesih’in tanrılığını kabul
etmesi mümkün olduğu gibi, İsa Mesih’in tanrılığını kabul eden görünür bir
kilisenin üyesi olup, kişisel olarak tanrısallık doktrinini reddetmesi de
mümkündür.
19. yüzyıl gibi geç bir tarihte gerçekleşen 1. Vatikan Konsili’nde (1870) Roma,
Protestanları sapkın ve hizipçi olarak adlandırdı. Roma’nın bu tavrı
Protestanların “ayrılmış kardeşler” olarak tanındığı yakın tarihli 2. Vatikan
Konsili’nde (1965) değiş-ti. Bu, Protestan Kiliselerinin geçerli olduğunu
belirten bir tanıma değildi; daha çok, Holy Mother Church – Kutsal Ana
Kilise-den ayrılmış bu kuruluşlarda da gerçek imanlıların yer alabildiğinin açık
bir onayı idi.
Reformcular, Roma Kilisesinin dinden çıktığını ve artık gerçek bir kilise
olmadığını söyledikleri zaman, bunu, Roma Kilisesi Üçlü Birlik, İsa’nın
tanrısallığı, kefareti ve dirilişi gibi Hıristiyanlık gerçeğinin esası addedilen
öğretileri reddettiğinden değil, “sadece imanla aklanma” -ya da diğer adıyla-
sola fide doktrinini kınadığı için yaptılar. Reformcular, sola fide’nin Kutsal
Kitap Hıristiyanlığının temel bir gerçeği olduğuna inandılar. 15unu veya diğer
temel gerçeklerden herhangi birini inkar etmek, bir kuruluşu, geçerli veya
gerçek kilise olmaktan çıkaracaktır. Reformistlerin Roma’yı Kutsal Kitap
Hıristiyanlığının tüm temel (gerçeklerini reddedecek kadar dinden uzaklaştığını
düşünmüş olmaları söz konusu değildi. Aksine, Reformistler, Roma’nın
Hıristiyanların birçok gerçeğine dair ikrarını koruduğunu kabul ettiler.
Luther’e göre, sola f/’denin “sayesinde ve aracılığı ile kili-senin ayakta
kaldığı ya da olmadığında yıkıldığı nesne” olduğu kanaati, abartılı bir ifade ya
da hayali düşmanları hedef alan teolojik bir saldırı değildi. Ona göre, bu bir
kaşık suda fırtına koparmak ya da pireyi deve yapmak da değildi. Bütün
tartışmanın, sadece talihsizlik meselesi olduğuna ya da taraflar arasındaki
trajik bir yanlış anlamadan kaynaklandığına da inanmadı.
Kilisenin Arius’u suçlu bulması bir yanlış anlamaya da-yanmadıysa eğer, Roma’nın
sola fide’yle suçlamasının da yanlış anlamaya dayanmadığı kesindir. Tartışma
dönemi süresince, bir çok çekişmede olduğu gibi, yanlış anlamalar oluşur ve
böyle zamanlarda çokmuş gibi görünür. Trent Konsülü’nün 6. oturumunun
kanonlarının aceleye getirilmiş metni bile -yanlış anlamaların gölgelediği bazı
konular hala var olsa da- anlaşmazlığın asıl noktasının her iki tarafın da
gözünden kaçmadığını gösterir.
Martin Luther ve akabinde John Calvin’e göre, sola fide’nin kural teşkil eden
rolü, “gerçek kilise, bozulmuş kiliseye karşı” probleminde can alıcı noktadır.
Onlar, sola fide’nin, Kutsal Kitap müjdesine göre esas olduğu sonucuna vardılar.
Müjdenin temel esaslarından birini kınanırsa, onunla beraber müjde de kınanır ve
müjde olmadan herhangi bir kuruluş kilise değildir. Bu, müjdenin, Kutsal Kitap
Hıristiyanlığının -tek olmasa da-esaslarından biri olduğunu ve kilise kurumunun
ilk işareti olduğunu söylemenin bir başka yoludur.
Roma, Luther ve Calvin’in öğrettiği müjdenin yanlış olduğu konusunda emindi. Bu,
Roma’nın sola fide’yi mahkum edişinin nedenidir. Eğer Roma haklı olsaydı gerçek
ve doğru bir kilise, hatta tek kilise olma iddiasını ispat etmiş sayılacak;
sap-kın oluşumun içinde yer alanlar da Luther, Calvin ve diğer Protestanlar
olacaktı. Öte yandan, eğer Roma sola fide’yi kınamakla hata yapmış olsaydı;
kendi kendisini dini değiştirmekle mahkum etmiş olacaktı.
Eğer Roma, geçerli bir görünen kilise değilse, üyeleri arasında görünmez
kilisenin üyesi olan Hıristiyanların var olması mümkün müdür? Tabi ki bu sorunun
cevabı, “Evet!” olmalıdır. Sadece bir olasılık değil, büyük bir ihtimalle
-özellikle de günü-müz Protestan ve Katoliklerin karşılıklı ilişkilerinin
ışığında-Roma Katolik topluluğunun, Mesih’e ve görünmez yapıda da olsa O’nun
bedeninin parçası olan kilisesine bağlı olan çok sayıda üyesi vardır.
Yazan: R.C. Sproul
Hristiyan.gen.tr Arşivi
Yorum Ekle