İsa Mesih

Çağdaş Bilim ve Mesih`in Dirilişi

Loren Eisley, “İnsan, Kozmik Yetim’dir” diye yazmıştır. İnsan, evrende “Neden?”
sorusunu soran tek kişidir. Diğer hayvanların kendilerine yol gösterecek
içgüdüleri vardır ama insan sorular sormayı öğrenmiştir. “Ben kimim?” diye
sorar, “Neden buradayım? Nereye gidiyorum?”

Çağdaş insanın dinin zincirlerinden kurtulduğu Aydınlama’dan beri, insan bu
soruları Tanrı’dan ayrı bir şekilde yanıtlamaya çalışmıştır. Ama bulduğu
yanıtlar, coşturucu değil, karanlık ve korkunçtur.
“Siz doğanın bir rastlantı sonucu oluşan bir yan ürünüsünüz. Var oluşunuzun
hiçbir nedeni yok. Sizi bekleyen tek şey ölümdür. Yaşamınız, sonsuz karanlıkta
bir an gözüken, titreyen ve sonsuza dek ölen bir kıvılcımdır.”
Çağdaş insan, kendini Tanrı’dan soyutlayarak kendisini boğan ve bastıran her
şeyden özgür kıldığını düşünmüştür. Bunun yerine, Tanrı’yı öldürerek kendisini
de öldürdüğünü görmüştür.
Temelde bu çağdaş kötü durum olduğunda, geleneksel Hıristiyanlığın diriliş umudu
daha da büyük bir parlaklık ve önem kazanıyor. İnsana, hiç de yetim olmadığını,
bunun yerine evrenin Yaratıcısı’nın kişisel benzerliği olduğunu; ayrıca
hayatının ölümle sonuçlanması gerekmediğini çünkü ölümden sonra dirilerek
sonsuza dek Tanrı’nın huzurunda yaşayabileceğini söylemektedir.
Bu, harikulade bir umuttur. Ama tabii ki, gerçekleri temel almayan bir umut,
umut değil hayaldir. Hıristiyanlığın ölümden sonra diriliş umudu, çağdaş insana
neden hüsnükuruntudan başka bir şey gibi gözükmüyor? Yanıt, bir adamın, bizim
kendi öbür dünyaya ait dirilişimizin önceden beklenişi, öncüsü ve örneği olarak
Tanrı tarafından ölümden diriltildiği konusundaki Hıristiyan inancındadır. Bu
adam, Nasıralı İsa’ydı ve tarihsel olarak ölümden dirilişi, Hıristiyan umudunun
gerçek temelini oluşturur.

Tabii ki, son yüzyıl içinde liberal teoloji İsa’nın tarihsel dirilişini kabul
etmedi. Liberal tanrıbilimciler, Deitist’lerden (vahyi inkâr ettikleri halde
Tanrı’nın varlığına inananlar) miras aldıkları mucizelerin olabileceğine karşı
önyargılarını koruduklarından,tarihsel bir diriliş onlar için söz konusu olmayan
bir teoriydi. Dr. F. Strauss’un mitolojik açıklaması, İncil’deki diriliş
anlatımlarını efsanesel hayal ürünleri olarak açıklamalarına yardımcı oldu.
Tarihsel bir dirilişe inanç, çağdaş insanın kurtulmasının zamanın gelip de
geçtiği, çok eski zamanlardan kalma bir şeydi. Böylece liberal teolojinin
dirilişin tarihselliği hakkındaki en büyük etüdü olan, Kirsopp Lake’in The
Historical Evidence for the Resurrection of Jesus Christ ‘da (1907), Lake,
diriliş anlatımlarının efsanesel gelişimini kadınların yanlış mezara gidişleri
hakkındaki temel tarihsel olayı izleyerek dikkatle geliştirir. Bunun son
olmadığını; Hıristiyan teolojisi için önemli olanın ruhun ölümsüzlüğü inancı
olduğunu, ölen dost ve akrabaların hâlâdiri oldukları ve zamanı geldiğinde
onlarla yeniden bir araya gelecekleri inancı olduğunu söyleyerek sözlerine son
verir. Böylece İncil’in yerine Phaedo* konulmuş olur.

Liberal teoloji I. Dünya Savaşı’ndan sağlam çıkmadı ama onun bir kenara
konulması İsa’nın dirilişi konusunda yeni bir ilgi oluşturmadı çünkü bundan
sonra gelen iki ekol İsa hakkındaki tarihselliğe değer vermeme konusunda
birleşmişlerdi. Böylece, Karl Barth tarafından öne sürülen dialektik teoloji,
diriliş doktrinini savundu ama dirilişi tarihte gerçekleşmiş bir olay olarak
kabul etmedi. Barth, Romalılar hakkındaki yorum kitabında (1919), “Diriliş
tarihe, bir teğetin bir daireye değdiği kadar değer, yani değmez” demişti.
Rudolf Bultmann’ın örneklediği varoluşçu teoloji, İsa’nın dirilişe daha da
karşıttı. Bultmann, ilk havarilerin İsa’nın gerçekten dirildiğine inandıklarını,
hatta Pavlus’un I. Korintliler 15’de dirilişi kanıtlamaya çalıştığını kabul
ettiği halde böylesi bir prosedürü “ölümcül” olarak tanımlar. Mesih’in
dirilişini ölü bir bedenin dirilmesine benzer bir doğa mucizesine indirger. Ve
çağdaş insanın Hıristiyan olmadan önce doğa mucizelerine inanması mantıklı
olarak beklenemez. Bu yüzden, gerçek Hıristiyan mesajı gösterebilmek­­çarmıh
tarafından simgelenen, ölümün karşısında gerçekvaroluşu hatırlamak için
müjdedeki mucizesel öğelerin çıkartılması gerektir. Diriliş, çarmıhın mesajının
sadece sembolik bir şekilde yeniden dile getirilmesidir ve bu yüzden ona özde
hiçbir şey eklemez. Pavlus’un yaptığı gibi, dirilişten tarihsel bir kanıt olarak
söz etmek, çok yanlıştır, çünkü bunu yapmak hiçbir kanıt olmadan atlayan
varoluşçu bir imanın doğasıdır. Böylece, liberal teolojinin İsa’nın dirilişinin
tarihselliğine karşı antipatisinin dialektik ya da varoluşçu teolojiler
tarafından giderilemediği açıktır.

Ama 20’ci yüzyılın ikinci yarısında önemli bir değişiklik olmuştur. Ilk değişim
kıvılcımları 1953’de görülmüştür. O yol, Bultmann’ın bir öğrencisi olan Ernst
Kasemann, Marburg Üniversitesi’ndeki bir tartışmada Bultmann’ın İsa’ya karşı
tarihsel şüpheciliğinin haksız ve amaca zararı dokunan bir şey olduğunu savunmuş
ve İsa hakkındaki tarihsel kanıtların nerede bulunabileceği sorusunu yeniden
açmıştır. Tarihsel İsa hakkında yeni bir araştırma başlamıştı. Üç yıl sonra
1956’da Marburglu tanrıbilimci Hans Grass dirilişin kendisini tarihsel
araştırmaya açmış ve İsa’nın dirilmiş görüntülerinin havarilerin kendi hayalleri
olmadığını, objektif olarak gerçekleşmiş olaylar olduğu sonucuna varmıştı.

Bu arada kilise tarihçisi, Hans Freithen von Campenhausen, aynı derecede yeni
bir çığır açan deneme yazısında İsa’nın boş mezarının tarihsel inanılırlığını
savunmuştu. Bunu izleyen yıllarda İsa’nın dirilişinin tarihselliği hakkında
birçok yazı, Alman, Fransız ve Ingiliz yayınevleri tarafından basıldı. 1968’e
gelindiğinde, eski şüphecilik bitik bir güçtü ve dramatik bir şekilde azalmaya
başlamıştı. İsa’nın dirilişinin tarihselliği hakkında bu yüzyılın ikinci
yarısındaki dönüş öylesine tam bir şekilde olmuştu ki, bu konuda tamamen
fikirlerini değiştirmiş olduklarını söylemek abartı olmaz; İsa’nın dirilişinin
tarihselliğini inkâr edenler şimdi bunu savunanlar olmuşlardır. Bu bağlamda
belki de en önemli teolojik gelişme, İsa’nın hizmeti ve özellikle de dirilişini
Mesiholojisi’ne temel alan Wolfhart Pannenberg’in teolojik sistemidir. Bu
1950’den önce Alman teolojisinde akla bile gelmeyecek olan bir gelişmedir.
Kanıtları temel alarak Nasıralı İsa’nın ölümden dirildiğine tamamen inandığını
söyleyen dünyanın önde gelen Yahudi tanrıbilimcilerinden Pinchas Labid’in
bildirisi de aynı şekilde şaşırtıcıdır. Lapide, Bultmann ve Marxsen gibi İncil
eleştirmenlerini haksız eleştirilerinden ötürü azarlar ve kanıtları temel alarak
Israil’in Tanrısı’nın İsa’yı ölümden dirilttiğine inandığını söyleyerek
sözlerine son verir.

İncil’de yer alan İsa’nın dirilişiyle ilgili anlatımların inanılırlığı
hakkındaki bu değişimi etkileyen gerçekler nelerdir? Bana öyle geliyor ki,
bunlar üç başlık altında toplanabilirler: dirilen İsa’nın görünüşleri, boş mezar
ve Hıristiyan inancının başlangıcı. Her birine kısaca bakalım:

Ilk olarak dirilen İsa’nın görünüşleri. Şüphesiz görünüş geleneğinin yeniden
değerlendirmesinde etkin olan en büyük kuvvet, Joachim Jeremias’ın, I.
Korintliler 15:3­5’de Pavlus’un başkalarından aldığı ve yeni Inanlılar’a
aktardığı eski bir Hıristiyan formülünü aktardığının gösterilmesi olmuştur.
Galatyalılar 1:18’e göre, Pavlus iman ettikten üç yıl sonra gerçekleri araştıran
bir misyon üstlenmiş olarak Yeruşalim’deydi. Bu süre içinde iki hafta boyunca
Petrus ve Yakup’la görüştü ve formülü daha önce almadıysa büyük bir olasılıkla o
zaman aldı. Pavlus I.S. 33 yılında iman ettiğinden bu, tanıklar listesinin
İsa’nın ölümünden sonraki ilk beş yıla kadar uzandığı anlamına gelmektedir.
Istersek bunları halüsinasyonlar olarak açıklamaya çalışabiliriz ama onların
gerçekleştiklerini inkâr edemeyiz. Pavlus’un verdiği bilgiler, farklı zamanlarda
çeşitli bireyler ve grupların İsa’yı diri olarak gördüklerini
kesinleştirmektedir. Şikago Üniversitesi ‘nin merhum eleştirmeni Norman Perrin’e
göre, “Bu görünümler konusunda gelenekleri ne kadar incelersek, temellerini
oluşturan kaya o kadar sağlam gözükmektedir.” Bu, kesinlikle tartışılmaz bir
sonuçtur.

Aynı zamanda, Kutsal Kitap bilginliği Pavlus’un verdiği bilgilerin tarihsel
güvenilirliğini yeni bir şekilde takdir noktasına gelmiştir. Ancak müjdelerde
yer alan görünüm gelenekleri konusundaki şüphecilik varlığını sürdürmektedir. Bu
devam eden şüphecilik bana tamamen haksız gözükmektedir. Müjdelerdeki görünüm
hikayelerinin fizikselliğine karşı önceden varsayılan bir antipatiyi temel
almaktadır. Ancak bu görünümlerin temelini oluşturan gelenekler de aynen
Pavlus’unkiler kadar güvenilir olabilir. Çünkü bu öykülerin büyük ölçüde
efsanesel olabilmeleri için tarihsel olayların yerini tarihsel olmayanların
alabilene dek, geleneklerin evrim geçirip gelişmeleri için epey uzun bir süre
geçmesi gerektir. Bu etken, A. N. Sherwin­White’ın Roman Law and Roman Society
in the New Testament’ ta işaret ettiği gibi, İncil ilahiyatında tipik olarak
görmezlikten gelinmiştir. Profesör Sherwin­White bir tanrıbilimci değildir;
İncil’le çağdaş Roma ve Yunan çağları konusunda seçkin bir tarihçidir. Profesör
Sherwin­White’a göre, Roma tarihi konusundaki kaynaklar genelde önyargılıdır ve
kaydettikleri olaylardan en az bir ya da iki nesil, hatta yüzyıllar sonra
yazılmışlardır. Buna karşın tarihçilerin olup bitenleri güvenle incelediklerini
söyler. İncil eleştirmenlerini, müjdelerde ne kadar değerli kaynaklara sahip
olduklarının bilincine varmadıklarından ötürü azarlar. Herodot’un yazıları,
efsanesel birikimlerin sınıflandırılmasında bir test oluşturur ve testler
efsanesel yatkınlıkların tarihsel gerçeklerin katı özünü yok etmek için iki
neslin bile çok kısa bir zaman olduğunu gösterirler. Profesör Sherwin­White
müjdelere döndüğünde, bunların efsaneler olabilmesi için, efsanesel birikimler
oranının “inanılmaz” olabilmesi için üzerlerinden çok daha fazla nesiller
geçmesi gerektiğini söyler. Bütün İncil bilginleri, müjdelerin ilk nesil içinde,
olayları kendi gözleriyle görmüş olan insanların yaşam süreleri içinde yazılıp
dağıtıldığı konusunda aynı görüştedirler. Gerçekten de bilginlerden oluşan
önemli bir yeni hareket, müjdelerden bazılarının I.S. 50’den önce yazılmış
olduğunu ikna edici bir şekilde savunmaktadır. Bu onları, Pavlus’un
Korintliler’e mektubu kadar erken bir tarihe yerleştirir ve daha önce var olan
geleneklere aynı şekilde güvendikleri göz önünde bulundurulursa, onlara da
Pavlus’a verilen ağırlık ve inanılırlık verilmelidir. Bu bağlantıda, birinci
yüzyılda hiçbir apokrif müjdenin ortaya çıkmadığına dikkat etmek öğreticidir. Bu
apokrif müjdeler, olaylara kendi gözleriyle tanıklık eden kişiler ölene dek
ortaya çıkmamışlardır. Bunlar “efsanesel roman” konumu için kanonda yer alan
müjdelerden daha iyi adaylardır. Müjdeler yazıldığı zaman, efsane oluşumu için
yeterli zaman oluşmamıştı. Böylece günümüzdeki eleştirmenlerin müjdelerde yer
alan İsa’nın dirilmiş haliyle gözükmeleri konusundaki şüpheciliklerini haksız
buluyorum. Pavlus’un verdiği bilgilerin tarihsel değerleri yeni bir şekilde
takdir edilirken bunlara müjde geleneklerinin yeniden değerlendirilmeleri de
eşlik etmelidir.

Ikinci olarak, boş mezar. Bir zamanlar çağdaş zekâya karşı bir saldırı ve
Hıristiyan teolojisi için utanılacak bir şey olarak görülen İsa’nın boş mezarı,
İsa’nın tarihselliği açısından genelde kabul edilen gerçekler arasındaki yerini
almıştır. Bu bağlamdaki bazı kanıtları kısaca gözden geçirmek istiyorum.

(1) İsa’nın gömülmesinin tarihsel güvenilirliği boş mezarı desteklemektedir.
Eğer gömülüş anlatımı doğruysa o zaman İsa’nın gömüldüğü yer hem Yahudiler ve
hem de Hıristiyanlar tarafından biliniyordu. Bu durumda, boş mezarın
tarihselliği çok kısa bir zamanda ortaya çıkar.

Çünkü eğer İsa dirilmeseydi gömüldüğü yer biliniyordu:

(a) havariler İsa’nın dirildiğine asla inanmazlardı. Birinci yüzyılda yaşayan
bir Yahudi için bir adamın bedeni mezardayken kendisinin dirilmiş olması
terimler arası bir kargaşaydı. E. E. Ellis’in sözleriyle, “O zamanlarda yaşayan
ilk Filistinli Hıristiyanlar’ın dirilişle, fiziksel “mezar boşaltan” diriliş
arasında herhangi bir fark görebilmeleri çok zordu. Onlar için, boş bir mezar
olmadan bir anastasis (diriliş) olması kare bir daireden söz etmek kadar
anlamsız bir şeydi.”

(b) Havariler İsa’nın dirildiğine inansalar bile bunun kendilerine bir izleyici
kitlesi kazandırma olasılığı çok azdı. Beden mezarda gömülü olduğu sürece, ölü
bir adamın dirilişi inancını temel alan Hıristiyan hareketi imkânsız bir
çılgınlık olmaktan öte bir şey olamazdı.

(c) Yahudi yetkililer olayı tamamen ortaya çıkarırlardı. İsa’nın dirildiğinin
bildirilmesine en çabuk ve en güvenli yanıt, O’nun tepedeki mezarına işaret
etmek olurdu.

Bu üç nedenden ötürü, gömülüş öyküsünün doğruluğu boş mezarın tarihselliğini
destekler. Ne yazık ki, boş mezarı inkâr etmek isteyenler için gömülüş öyküsü
İsa hakkındaki tarihselliği en kesin geleneklerden biridir. Bu yargıyı birkaç
etken destekler. Bunlardan birkaçını sayalım.

(i) Gömülüş, Pavlus tarafından I. Korintliler 15:4’de aktarılan eski Hıristiyan
formülünün üçüncü satırında yer alır.

(ii) Antik, Markos­öncesi, İsa’nın Son Akşam Yemeği’nden sonraki olaylarda
çektiği acılarla ilgili öykünün bir parçasıdır ve Markos bunu müjdesine bir
kaynak olarak kullanmıştır.

(iii) Öykünün kendisinde efsanesel gelişme işaretleri bulunmaz.

(iv) Öykü, İsa’nın zamanındaki mezar türleri ve yerleri konusunda arkeolojik
kanıtlara uymaktadır.

(v) Başka hiçbir gömülme geleneği bulunmamaktadır.

Bunlar ve başka nedenlerden ötürü, bilginlerin çoğu gömülme öyküsünün temelde
tarihsel olduğu değerlendirmesinde aynı görüştedirler. Ama eğer durum buysa,
daha önce de açıkladığım gibi, mezarın boş bulunduğu sonucu çok uzakta değildir.

(2) Pavlus’un tanıklığı boş mezar gerçeğini desteklemektedir. Burada Pavlus’un
kanıtının iki yönünden söz edilebilir.

(a) Pavlus’un aktardığı formülde “gömüldü” sözünden sonra yer alan “diriltildi”
sözü mezarın boş olduğunu ima eder. Birinci yüzyılda yaşayan bir Yahudi bunun
aksini düşünemezdi. E. L. Bode’in gözlemlediği gibi, beden mezarda kaldığı halde
ruhsal bir dirilişin gerçekleşmesi fikri çağdaş teolojiye özgüdür. Yahudiler
için dirilen, insanın mezardaki kalıntılarıydı; bu yüzden ölü kişilerin
kemiklerini öbür dünyadaki diriliş gerçekleşene dek dikkatli bir şekilde kemik
saklamaya mahsus yerlerde korurlardı. Hem Pavlus ve hem de ilk Hıristiyan
formülünün mezarın boş olduğunu önceden varsaydıkları konusunda bir şüphe
olamaz.

(b) “Üçüncü günde” sözü, büyük bir olasılıkla boş mezarın bulunduğu günden söz
etmektedir. Kısaca özetlenirse, burada söylenmek istenen, kimse İsa dirilirken
bu olaya tanıklık etmediğinden Hıristiyanlar bunun tarihini nasıl “üçüncü gün”
şeklinde belirlediler? Bunun en olası yanıtı, bunun boş mezarın İsa’nın kadın
havarileri tarafından bulunduğu gün oluşuydu. Böylece dirilişin kendisi o gün
gerçekleşmiş olarak kabul edildi. Bu yüzden, Pavlus’un aktardığı eski Hıristiyan
formülünde İsa’nın boş mezarının çok erken kanıtlarını görüyoruz.

(3) Boş mezar öyküsü Markos’tan önceki İsa’nın Son Akşam Yemeği’nden sonra
çektiği acıların bir parçasıdır ve bu yüzden de çok eskidir. Boş mezar öyküsü
büyük bir olasılıkla Markos’un İsa’nın Son Akşam Yemeği’nden sonra çektiği
acılar hakkındaki kaynağının sonudur. Markos, müjdelerimizin en eskisi
olduğundan bu kaynağın kendisi çok çok eski olmalıdır. Hatta yorumcu R. Pesch
bunun inanılmaz derecedeki erken bir döneme ait bir kaynak olduğunu
savunmaktadır. Vardığı bu sonuç için iki kanıt göstermektedir:

(a) Pavlus’un I. Korintliler 11:23­5’de yer alan Son Akşam Yemeği anlatımı
Markos’un anlatımını zaten var sayar. Pavlus’un kendi gelenekleri çok eski
olduğundan Markos’un kaynağı daha da eski olmalıdır.

(b) Markos’tan önceki İsa’nın Son Akşam Yemeği’nden sonra çektiği acıların
anlatımı başkâhinden hiçbir zaman ismiyle söz etmez. Benim, “Beyaz Saray’daki
akşam yemeğine ev sahipliği eden Başkan” demem ve herkesin kimden söz ettiğimi
anlaması, çünkü o sırada başkan olan kişiden söz ettiğimi bilmesi gibidir. Aynı
şekilde İsa’nın Son Akşam Yemeği’nden sonra çektiği acıları anlatan Markos
öncesi öykü de “başkahin”den o sırada hâlâ o görevdeymişçesine söz eder. Kayafa,
I.S. 18­37 yılları arasında görev yaptığından Markos’tan önceki kaynağın en geç
İsa’nın ölümünden sonraki yedi yıl içindeki süreden geldiği anlamına gelir.
Böylece bu kaynak Yeruşalim topluluğunun ilk birkaç yılına kadar uzanır, bu
yüzden antiktir ve güvenilir bir tarihsel bilgi kaynağıdır.

(4) Öykü basittir ve efsanesel gelişime sahip değildir. Boş mezar öyküsü, daha
sonraki efsanesel bir anlatımın özelliği olabilecek teolojik ve inanç savunusu
özelliği taşıyan motiflerle renklendirilmemiştir. Bu noktayı takdir edebilmenin
belki de en güçlü yolu onu ikinci yüzyılda yazılmış olan apokrif müjdelerde yer
alan boş mezar öyküleriyle karşılaştırmaktır. Örneğin, Petrus’un müjdesinde
geceleyin gökten bir ses gelir, taş mezarın kapısından kendiliğinden yuvarlanır
ve iki adam Cennetten inip mezara girerler. Sonra mezardan üç adamın çıktığı
görülür, iki tanesi üçüncüye destek olmaktadırlar. Iki adamın başları bulutlara
kadar erişmektedir ama üçüncü adamın başı bulutların çok üzerindedir. Sonra
mezardan bir çarmıh çıkar ve bir ses, “Uyumakta olanlara müjdeyi bildirdin mi?”
diye sorar. Ve çarmıh, “Evet” diye yanıt verir. Yeşaya’nın Göğe Alınması’nda İsa
mezardan Cebrail ve Mikail adlı meleklerin omuzlarına oturmuş bir şekilde çıkar.
Efsaneler işte bu kadar gerçekçi gözükürler; müjde anlatımlarından farklı olarak
teolojik motiflerle renklendirilmişlerdir.

(5) Mezar büyük bir olasılıkla kadınlar tarafından boş bulunmuştu. Bu noktayı
anlamak için Yahudi toplumunda kadının rolünü anlamak gerektir.

(a) Kadınlar, Yahudi sosyal sınıfında alt sıralarda yer alıyorlardı. Bu,
hahamların “Yasa’nın sözlerini kadınlara teslim etmektense yanmasına izin vermek
daha iyidir” ve “Çocukları erkek olana ne mutlu, ama çocukları kız olanın vay
haline” gibi sözlerinden belli olmaktadır.

(b) Kadınların tanıklığı o kadar değersiz sayılıyordu ki, mahkemelere tanık
olarak bile çıkmalarına izin yoktu. Bu gerçeklerin ışığında, İsa’nın boş
mezarını bulanların kadınlar olması herhalde epey hayret verici gözükmüştür.
Sonradan yazılan herhangi bir efsane mezarı bulanları kesinlikle erkek yapardı.
Gerçek şudur ki, erkekler yerine, tanıklıkları değersiz olan kadınların boş
mezarın baş tanıkları oluşu ister hoşumuza gitsin, ister gitmesin, boş mezarı
keşfedenlerin onlar olduğunu gösterir ve müjdeler de bunu doğru bir şekilde
bildirirler.

(6) En eski Yahudi tartışmaları boş mezarın kabul edilen bir gerçek sayarlar.
Matta 28’de, Hıristiyanlar’ın diriliş hakkındaki en eski Yahudi tartışmalarını
çürütme çabalarını buluyoruz. Bu tartışma bedeni havarilerin çaldığını öne
sürüyordu. Hıristiyanlar buna, mezarın başındaki muhafızların öyküsünü anlatarak
yanıt verdiler ve bunun üzerine tartışma muhafızların uykuya daldıkları şeklinde
değişti. Bu tartışmanın tümünde dikkat edilmesi gereken özellik, muhafızların
tarihselliği değil, her iki tarafın da bedenin yok olduğunu önceden var
saymasıdır. Dirilişin bildirilişine en eski Yahudi tepkisi, mezarın neden boş
olduğunu açıklamaya çalışmaktı. Böylece, havarilerin düşmanlarının kanıtları boş
mezarı destekleyen kanıtlar ortaya koymaktadır.

Bunlar gibi bir sürü örnek verebiliriz ama belki de bilimsel
değerlendirmelerinin neden mezarın boş olduğu şeklinde değiştiğini belirtmek
için yeterince şey söylendi. Jakob Kramer’e göre, “Büyük bir farkla Kutsal Kitap
yorumcularının çoğu, boş mezar hakkında Kutsal Kitap’ın söylediklerinin
güvenilirliğine sıkı bir şekilde inanmaktadır.” Ve bu görüşü destekleyen yirmi
sekiz önde gelen bilginin isminin yer aldığıve kendi isminin de eklenebileceği
bir liste verir. Listeye eklemediği en az on altı bilginin ismini ekleyebilirim.
Böylece günümüzde İsa’nın boş mezarının basit bir tarihsel gerçek olduğu geniş
bir şekilde kabul edilmektedir. D. H. van Daalen’in de belirttiği gibi,
“Tarihsel bakımdan boş mezara karşı çıkmak çok zordur; bunu yapanlar teolojik ve
felsefi varsayımları temel alarak bunu yapmaktadırlar.” Ama varsayımların
tarihsel gerçeklerin ışığı altında değişmeleri gerektir.

Son olarak, dirilişi destekleyen üçüncü kanıta dönebiliriz. Bu, Hıristiyan
Yolu’nun ilk çıkışıdır. En şüpheci bilginler bile ilk havarilerin İsa’nın
ölümden dirildiğine en azından inandıklarını kabul ederler. Gerçekten de her
şeyi buna bağlamışlardır. İsa’nın dirilişine inanç olmadan Hıristiyanlık diye
bir şey hiçbir zaman olmazdı. Çarmıha gerilme İsa’nın talihsiz hayatının son
trajedisi olurdu. Hıristiyanlığın çıkışı, bu ilk havarilerin İsa’nın ölümden
dirildiği inancını temel alır. Şimdi kaçınılmaz olarak ortaya çıkan soru, “Bu
inancın çıkışı nasıl açıklanabilir?” sorusudur. R. H. Fuller’in ısrar ettiği
gibi, en şüpheci eleştirmenin bile yola çıkmak için gizemli bir X’in varlığını
kabul etmesi gerektir. Ama önemli olan o X’in ne olduğudur?

Kişi, İsa’nın gerçekten ölümden dirildiğini inkâr ederse, o zaman Yahudi ve
Hıristiyan etkilerinin altında havarilerin İsa’nın dirildiğine neden
inandıklarını açıklaması gerektir. Bu inanç, Hıristiyan etkilerinin sonucu
olamaz çünkü o zaman daha Hıristiyanlık diye bir şey yoktu! İsa’nın dirilişine
inanmak Hıristiyan inancının temeli olduğundan bu inançtan oluşan bir inanç
olamaz.

Ama dirilişe inanç, Yahudi etkilerinin sonucu olarak da açıklanamaz. Bunu görmek
için biraz geriye gitmemiz gerektir. Eski Antlaşma’da Yahudiler’in yargı gününde
ölülerin dirilişine inanmasından üç yerde söz edilmektedir (Hezekiyel 37; Yeşaya
26,19, Danyel 12:2). Eski Antlaşma’yla Yeni Antlaşma arasındaki sürede diriliş
inancı yaygınlaştı ve o döneme ait Yahudi edebiyatında bundan sık sık söz
edildi. İsa’nın zamanında, Yahudiler’in Ferisi partisi dirilişe inanıyordu ve
İsa Sadukiler’e karşı onlarla bu konuda birleşmişti. Bu yüzden diriliş fikrinin
kendisi yeni bir şey değildi.

Ama Yahudiler’in diriliş kavramı, İsa’nın dirilişinden iki önemli ve temel
bakımdan farklılık gösteriyordu. Yahudi düşüncesinde, diriliş her zaman (1)
tarih içinde değil, dünyanın sonundan sonra gerçekleşirdi ve (2) sadece soyut
bir bireyle sınırlı olmayıp herkesi kapsıyordu. Buna tezat olarak İsa’nın
dirilişi hem tarih içindeydi ve bir tek birey dirilmişti.

Bu ilk noktada, Yahudi inancı dirilişin her zaman tarihin sonunda olacağına
inanırdı.Tanrı doğru ölüleri diriltip onları Krallığı’na alacaktı. Eski
Antlaşma’da ölülerin diriltilmesi örnekleri vardır ama bu insanlar yeniden
öleceklerdi. Sonsuz yaşam ve yüceliğe diriltilme dünyanın sonundan sonra
gerçekleşmişti. Bu Yahudi bakış açısını müjdelerin kendilerinde de görüyoruz.
Böylece İsa, Marta’ya kardeşi Lazar’ın yeniden dirileceği konusunda güvence
verdiğinde Marta, “Son gün, ölülerin dirilişinde yeniden dirileceğini biliyorum”
diye yanıtlamıştı (Yuhanna 11:24). İsa’nın onu hemen dirilteceği hakkında hiçbir
fikri yoktu. Aynı şekilde İsa havarilerine ölümden dirileceğini söylediğinde
onlar da O’nun dünyanın sonundan söz ettiğini düşünüyorlardı (Markos 9:9­13).
Gerçek dirilişin, Tanrı’nın dünyanın sonunda Cennetin Krallığı’nı getirmesinden
önce gerçekleşmesi düşüncesi onlar için tamamiyle yabancı bir fikirdi. Çok ünlü
Alman, Kutsal Kitap bilgini Joachim Jeremias şöyle yazmaktadır: Antik Yahudilik,
beklenilen dirilişi tarihin bir olayı olarak bilmiyordu. Kimse edebiyatta
İsa’nın dirilişiyle kıyaslanabilecek bir şey bulamaz. Ölümden diriliş
biliniyordu ama bunlar ölülerin canlandırılma olaylarıydı, bu dirilişlerden
sonra dirilen kişi dünyasal hayata dönüyordu. Son dönemlerdeki Yahudi
edebiyatında tarihin bir olayı olarak dirilişi doxa (yücelik) olarak kabul eden
hiçbir yer yoktur. Bu yüzden, İsa’nın çarmıha gerilmesi ve ölümüyle karşı
karşıya kalan havariler dirilişi sadece son gün için bekleyebilirlerdi ve
Efendileri’nin kemiklerinin dirilişe kadar kalacağı mezarına büyük bir
olasılıkla bir türbe olarak dikkatle bakacaklardı. O’nun zaten dirilmiş olduğu
gibi bir düşünceyle ortaya çıkmazlardı.

Ikinci noktaya gelince, Yahudiler’in diriliş anlayışı, soyut bir bireyin değil,
her zaman ölülerin genel dirilişiydi.Tanrı’nın dirilişte dirilttiği, insanlar ya
da bir bütün olarak insanlıktı. Ama İsa’nın dirilişinde Tanrı sadece bir tek
insanı diriltmişti. Dahası insanların dirilişin herhangi bir şekilde Mesih’in
dirilişine bağlı oluşu gibi bir kavram yoktu. Bu bütünüyle bilinmeyen bir şeydi.
Buna karşın İsa’nın durumunda tam olarak böyle olduğu söylenmişti. Bir başka
ünlü Alman, Kutsal Kitap eleştirmeni olan Ulrich Wilckens şöyle açıklar: Çünkü
Yahudi metinlerinin hiçbirinde, bir bireyin dirilişinin son zamanda
gerçekleşecek olan doğruların dirilişinden önce gerçekleşeceği ve bunun bundan
farklı ve ayrı bir şey olduğu hakkında hiçbir şey yer almaz; hiçbir yerde
doğruların dünyanın sonundaki kurtuluşa katılımı onların, kendilerinden önce
“ölmüş olanların ilk örneği olarak” diriltilen (I.Korintliler 15:20) Mesih’e ait
oluşuna bağlı değildir. Bu yüzden, havarilerin Yahudi etkileri ya da
geçmişlerinden ötürü sadece İsa’nın ölümden diriltildiği düşüncesine kapılmış
olmadıkları açıktır. İsa’nın ve Israil’in bütün doğrularının Tanrı tarafından
yüceliğe diriltilecekleri günü özlemle beklerlerdi.

Bu yüzden, havarilerin İsa’nın dirilişine olan inançları ne Hıristiyan, ne de
Yahudi etkileriyle açıklanamaz. Kendi başlarına bırakılsalardı havariler hiçbir
zaman İsa’nın dirildiği gibi bir düşünceyle ortaya çıkamazlardı. Ve onların
tanrıbilimciler değil, balıkçılar ve vergi toplayıcıları olduklarını hatırlayın.
Gizemli X hâlâ eksik. Cambridge Üniversitesi’nden C. F. D. Moule’a göre, burada
daha önceki tarihsel etkilerin açıklayamayacağı bir inanç görülüyor. Çok sayıda
insanın, Eski Antlaşma ya da Ferisiler tarafından açıklanamayan bu inanca sıkı
sıkı sarılmış olduğu ve bu insanların Yahudiler kendilerini sonunda sinagogdan
atıncaya kadar sarıldıkları bir durumla karşı karşıya olduğumuza işaret eder.
Profesör Moule’e göre, bu inanç İsa’nın gerçekten de ölümden dirilişinden
kaynaklanmış olmalıydı: Nasıralılar’ın var olmaları gibi İncil tarafından inkar
edilemez bir biçimde açıkça bildirilen olağanüstü bir olay tarihte büyük bir
delik açmaktadır, bu deliğin büyüklüğünü ve şeklini diriliş oluşturmaktadır.
Laik tarihçi bunu durdurmak için ne önermektedir?….Hıristiyan Kilisesi’nin
doğuşu ve hızla yükselişi…kilisenin kendisi tarafından sunulan tek açıklamayı
ciddiye almayı reddeden her tarihçi için çözümlenmemiş bir bilmece olmayı
sürdürmektedir. Bu yüzden Hıristiyan inancının çıkışı hakkındaki en iyi açıklama
İsa’nın dirilişidir. Dirilmiş İsa’nın görünüşleri, boş mezar ve Hıristiyan
inancının çıkışı olan bu üç büyük tarihsel açıklamaya birlikte bakıldığında,
bunlar en mantıklı açıklama olarak İsa’nın dirilmiş olduğuna işaret
etmektedirler.

Ama tabii ki, dirilmiş İsa’nın görünüşlerini, boş mezarı ve Hıristiyan inancının
çıkışını hesabını vermeyi öneren başka açıklamalar da olmuştur. Ancak çağdaş
bilimin değerlendirmesinde bunlar durum hakkında mantıklı bir açıklama
yapabilmeyi başaramamışlardır.

Bu, sunulan en önemli açıklamalara kısaca göz atılarak görülebilir.

A. Havariler İsa’nın ölü bedenini çaldılar ve diriliş görünümleri hakkında yalan
söylediler. Bu açıklama ilk zamanlardaki Yahudi Hıristiyan karşıtı tartışmaları
tanımlar ve on sekizinci yüzyıl Deizm’inin fesat teorisi şeklinde yeniden
canlandırılmıştı. Bu teori, eleştirisel bilginler tarafından evrensel olarak
reddedilmiştir ve sadece popüler basında canlı kalmıştır. Buna karşı olan sadece
iki düşünceden söz etmek istersek bunlar şunlardır: (i) İsa’nın havarilerinin
böylesi bir suçla suçlamak ahlaksal bakımdan imkânsızdır. Kusurları her ne
olursa olsun, bu kişiler sahtekar değil, iyi ve içten erkekler ve kadınlardı.
İncil’i önyargısız bir şekilde okuyan kimse, bu ilk Inanlılar’ın içtenliğinden
kuşku duyamaz. (ii) Havarileri böylesi bir hile yapmakla suçlamak psikolojik
bakımdan imkânsızdır. Çarmıha gerilme gerçekleştiğinde havarilerin kafası
karışıktı, düzenli bir konumda değildiler, korkuyorlardı, şüphe duyuyorlardı ve
yas tutuyorlardı­­kafa bakımından böylesi şeytansal bir plan yapabilecek durumda
değildiler. Bu yüzden boş mezar ve İsa’nın dirilmiş haliyle görülmelerini hile
teorisiyle açıklamak mümkün değildir.

B. İsa çarmıhta ölmedi, çarmıhtan indirilip diri olarak mezara kondu, orada
uyandı ve havarilerini ölümden dirildiğine ikna etmek için oradan kaçtı. Bu
ölüymüş gibi görünme teorisi, on sekizinci yüzyılın sonu ve on dokuzuncu
yüzyılın Alman rasyonelistleri tarafından savunulmuş ve hatta modern teolojinin
babası F. D. E. Schleiermacher tarafından da kabul edilmiştir. Ancak günümüzde
bu teori tamamiyle bir kenara bırakılmıştır: (i) İsa’nın çektiği işkenceler ve
çarmıha gerilişin şiddetinden sonra yaşaması tıp bakımından imkânsızdır. Yaşasa
bile mezara girdikten sonra kurtulamazdı. (ii) Yarı ölü İsa’nın acil tıbbi
müdahaleye ihtiyacı olduğundan ve o haliyle havarilerinin yüceltilmiş Dirilmiş
Rab ve Ölümü Fetheden olarak tapınmasına neden olamayacak durumda olduğundan
teori dinsel bakımdan yetersizdir. Dahası, bu varsayıma göre İsa gerçekten
ölümün üzerinde zafer kazanmış olmadığından bu teori O’nu havarilerini dirilmiş
olduğuna inandıran bir şarlatanın hayatına indirger ki bu çok saçma bir şeydir.
Sırf bu nedenler bile ölmüş gözükmüş teorisini savunulması imkânsız bir konuma
koymaktadır.

Bu yazıda geçen konular: