Teoloji & Doktrin

Dayanma Sadece Tanrı’nın İşidir; Bireysel İşimizin Ödülü Değildir

Dayanma sadece Tanrı’nın işidir; bireysel işimizin ne bir ödülü ne de tamamlayıcısıdır. Her insan, ilk lütfu alacak durumda olduğunu gösterdiğinde, dayanmanın insanlara hak ettikleri ölçüde dağıtıldığına dair en kötü yanlış geçerli olmasaydı, dayanma hiç kuşkusuz Tanrı’nın karşılıksız armağanı sayılacaktı. Ama bu yanlış, insanların Tanrı’nın sunduğu lütfu geri çevirme ya da kabul etme gücünün kendi ellerinde olduğunu düşünmelerinden kaynaklandığı için, ikinci görüş silinip gittiğinde birinci görüş de kendiliğinden ortadan kalkıyor. Yine de burada iki yanlış vardır. İlk lütuf ve bunu yasaya uygun kullandığımız için duyduğumuz şükranın, daha sonra armağanlarla ödüllendirildiğini öğretmelerinin dışında, lütfun içimizde kendi başına çalışmadığını, ancak bizimle işbirliğine girdiğini de ekliyorlar.[1]

Birinci konuya gelince: Rab, -kullarını her gün güçlendirip lütfunun yeni armağanlarıyla doldururken- içlerinde başlattığı işi hoş ve kabul edilebilir bulduğu için, onlarda, daha büyük lütuflarını devam ettirebileceği bir şey bulduğuna inanmalıyız. “Ona verilecek” [Mat. 25:29; Luk. 19:26] ifadesinin anlamı budur. Aynı şekilde, “Aferin, iyi köle. Sen küçük işlerde güvenilir olduğunu gösterdin, ben de seni büyük işlerin başına geçireceğim” [Mat. 25:21, 23; Luk. 19:17]. Ama burada iki noktaya dikkat etmeliyiz: (1) insan kendi çabasıyla Tanrı’nın lütfuna etkinlik kazandırıyormuş gibi, ilk lütfun yasaya uygun kullanılmasının daha sonraki lütuflarla ödüllendirildiği söylememek; ya da (2) ödüle, Tanrı’nın karşılıksız lütfu olarak bakmaktan vazgeçmeyi düşünmek. İmanlıların, Tanrı’dan şu bereketi bekleyeceklerini kabul ediyorum: İlk lütuflarından ne kadar iyi yararlanırlarsa, bundan sonraki lütuflar o kadar artabilecektir. Ama bu yararın da Rab’den geldiğini ve O’nun karşılıksız cömertliğiyle arttığını söylüyorum. Çalışan ve işbirliği yapan lütuf arasındaki bu köhne ayrımı yersiz olduğu kadar sapkınca da kullanıyorlar. Augustinus bunu gerçekten kullanıyor ama uygun bir tanımla da ılımlı duruma getiriyor: Tanrı, çalışarak başladığı işi işbirliğine girerek mükemmelleştiriyor. Lütuf aynı lütuftur ama farklı bir etki şekline uyarlamak için adı değiştirilmiştir. Buradan çıkan sonuç şudur: Augustinus, tek tek her hareketten karşılıklı bir yakınlaşma meydana geliyormuş gibi, bunu Tanrı’yla bizim aramızda bölüştürmüyor, daha çok, lütfun arttığına işaret ediyor. Başka bir yerdeki sözlerinde şuna dayanıyor: Tanrı’nın birçok armağanı, insanın iyi bir şey istemesinden önce gelmektedir ki, bu da O’nun armağanıdır. Buradan, isteme kendi adına iddiada bulunacak hiçbir şey kalmadığı sonucu çıkıyor. Pavlus, bunu açıkça duyuruyor. “Kendisini hoşnut edeni hem istemeniz hem de yapmanız için sizde etkin olan Tanrı’dır” [Flp. 2:13] demektedir. Bu ifadesiyle, Tanrı’nın sevgi dolu şefkatinin karşılıksız olduğunu söylemektedir. Bu konuda karşıtlarımız genellikle, ilk lütfu aldıktan sonra bundan sonraki lütuf için kendi çabalarımızla  işbirliğine girdiğimizi söylüyorlar. Buna cevap veriyorum: Tanrı nın gücü en sonunda bizi dürüstlüğe itaat etmeye getirdikten sonra, kendi gücümüzle ilerleme kaydedip lütuf eyleminin ardı sıra gitmeye yatkınlık duyduğumuzu söylemek istiyorlarsa, bunu inkâr etmiyorum. Tanrı’nın lütfunun egemen olduğu yerde lütfa itaat etmeye hazır olmak da çok kesindir. Bu hazır olma nereden gelir? Her yerde tutarlı olan Tanrı’nın Ruhu, önce meydana getirdiği, dayanmadaki tutarlılığını pekiştirdiği itaat eğilimini beslemez mi? Ne var ki, insanda Tanrı’nın lütfuyla ortaklaşa çalışma gücü olduğunu söylemek istiyorlarsa, çok acınacak şekilde kendilerini kandırıyorlar.


[1] Lombard, Sentences II. xxvi. 8, 9; xxvii. 5 (MPL 192. 713. 715).

John CALVIN

Bu yazıda geçen konular: