İncil (Yeni Antlaşma) Kutsal Kitap

Elimizdeki İncil Nasıl Yazıldı?

Kutsal Kitab’ın ikinci kısmı olan Yeni Antlaşma (İncil), hem
Yahudilerin hem de Hıristiyanlar’ın kabul ettikleri Eski Antlaşma’nın devamıdır.
Tevrat, Zebur ve peygamberlerin kitaplarından oluşan Eski Antlaşma, Kurtarıcı
İsa’nın gelişi için Tanrı’nın dünyayı nasıl hazırladığını anlatır; Yeni
Antlaşma, İsa’nın nasıl geldiğini, neler yaptığını anlatır. Eski antlaşma
Tanrı’nın vaatlerini içeren kitaptır; Yeni Antlaşma ise bu vaatlerin İsa
aracılığıyla nasıl yerine geldiğini belirtir.

1
YENİ ANTLAŞMA VE İÇİNDEKİLER
Yeni Antlaşma’nın 27 kısmı vardır. İlk dört kısmının (Matta, Markos, Luka,
Yuhanna) herbirine ‘İncil’denir. İyi haber anlamına gelen İncil, aslında kitap
değildir, Tanrı’nın İsa aracılığıyla dünyaya sağladığı kurtuluş Müjdesidir. Yeni
Antlaşma’nın tümü de bu Müjde’yi ayrıntılarıyla anlattığı için birçok ülkelerde
İncil olarak tanınır.
 

İsa Mesih’in kendisi hiçbir kitap yazmamıştır. O’nun kulladığı Kutsal Kitap,
Eski Antlaşma denilen İbranice yazıların derlemesidir. İsa’nın sık sık
belirttiği gibi Eski Antlaşma Tanrı’nın insanlara ilettiği yetkili bildiridir.
İsa Eski Antlaşma’nın öngörülerini gerçekleştirmek için gelmiş olduğunu öğretti.
Örneğin, ‘İnsanoğlu (Kendini kastediyor) Kendisine hizmet edilsin diye değil,
hizmet etmeye ve canını birçoklarının kurtuluşuna karşılık olarak vermeye geldi”

(Markos 10:45) dediği zaman, Yeşaya peygamberin kitabında sözü edilen ‘Tanrı’nın
Kulu’nun’ Kendisi olduğunu belirtiyordu. Yeşaya’nın sözünü etttiği Kul olan İsa
Mesih, canını birçokları için kurban olarak vermekle hizmetini tamamladı, ve
böylece insanların günahını yüklenip Tanrı’nın önünde aklanmalarını sağladı
(Yeşaya 52:13-53:12). Aynı şekilde, İsa’nın ölümü ve dirilmesinden sonra, O’na
bağlı olanlar şunu ilan ettiler: “Kendisine iman eden herkes, günahların
bağışlanmasını O’nun adıyla alacaktır, diye bütün peygamberler O’na tanıklık
ediyorlar” (Elçilerin İşleri 10:43).
 

İsa öğrencilerinden ayrıldıktan az sonra, onlar O’nun huzur ve kuvvetinin yeni
bir tarzda toplantılarında ve kişisel yaşamlarında gerçekleştiğinin farkına
vardılar. İsa’nın göğe çekilişinde önce kendilerine tanrısal kuvvet
alacaklarını, bu kuvvetle dünyada kendisinin tanıkları olabileceklerini
söylediğini hatırladılar. İsa bu kuvvetin kaynağını “Gerçeğin Ruh’u” ya da
“Kutsal Ruh (Ruhülkudüs)” olarak tanımladı, öğrencilerine bir “paraklitos”
(yani, ‘Yardımcı’, ‘Öğütçü’, ’Teselli Edici’) olacağını söyledi. Onlara dedi ki,
Baba’nın benim adımla göndereceği Yardımcı, Kutsal Ruh, size herşeyi öğretecek,
bütün söylediklerimi size hatırlatacaktır… bana tanıklık edecektir. Siz de
tanıklık edeceksiniz. Çünkü başlangıçtan beri benimle berabersiniz… Kutsal
Ruh, sizi her gerçeğe yöneltecektir. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız
işittiklerini söyleyecek ve gelecek olan şeyleri size bildirecektir. (Yuhanna
14:26; 15:26-27;16-13).

 
İsa’nın yaşamı ve öğrettiklerinin anlatılmasına, İncil’in ‘Elçilerin
(Resullerin) İşleri’ adlı kısmında devam edilmektedir. Bu kısımda İsa’nın Kutsal
Ruh’un gelmesiyle ilgili vaatlerini yerine getirdiğine dair bol kanıtlarımız
vardır. Orada Kutsal Ruh’un İsa Mesih’in dirilmesiden sonra ellinci günde nasıl
geldiği anlatılmaktadır. İsa’ya inananlar Kutsal Ruh’un önderliğin altında
İsa’nın kurtarma gücüne etkili tanıklar oldu ve O’nunla ilgili müjdeyi Kudüs’ten
Roma’ya kadar bütün Akdeniz ülkelerine yaydılar.

 
Akdeniz yöresi boyunca İsa’nın Müjde’sini yayanların en önemlisi Tarsus’lu
Pavlus’tur. O, İsa Mesih’in ilk öğrencilerinde biri değildi; aksine, Kudüs’te ve
çevresindeki bölgelerde bulunan küçük Hıristiyan topluluklarına şiddetle
zulmediyor ve onu yok etmek istiyordu. Ama Şam’a giderken olağan üstü bir
tecrübenin sonucu İsa’ya iman ettikten sonra Pavlus, daha önceleri yok etmeye
çalıştığı inancın en büyük savunucusu oldu. İsa’nın müjdesini yaydığı için
Pavlus çok sıkıntı ve işkence çekti, uzun zaman hapiste kaldı ve sonunda İ.S. 67
yılında başı kesilerek şehit oldu. Yeni Antlaşma’nın kısımlarından on üçü
Pavlus’un yazdığı mektuplardır ve yaşamının önemli bir bölümü Elçilerin İşleri
adlı bir kitapta kaydedilmişti. Pavlus’un çabaları sayesinde İsa Mesih’in yolu
Pagan dünyasında kökleşti ve nihayet (Pavlus’un ölümünden 250 yıl sonra) Roma
İmparatorluğu’nun resmi dini oldu. Pavlus kesinlikle, Anadolu’nun en parlak
adamlarında biri olarak sayılmalıdır.

 
2
YENİ ANTLAŞMA’NIN EL YAZMASI METİNLERİ
1920 yılından beri İngiltere Manchester kentinin John Rylands Üniversitesi
kütüphanesi, Yeni Antlaşma’nın şimdiye kadar bulunan en eski kopyasının bir
parçasına sahiptir. Bu parça, İ.S. 130-140 yıllarında, yani Yuhanna İncil’inin
yazılmasından yalnız 50 yıl sonra yapılan bir kopyaya aittir. Çok ufak olduğu
için Yuhanna İncili’nin metninden ancak küçük bir kısmı kapsamaktadır. Fakat hiç
değilse Yuhanna İncil’inin o zamanda mevcut olduğunu ve ilk yazıldığı yerden çok
uzaklara yayılmış bulunduğunu ispatlayacak kadarının korumaktadır. Çünkü Yuhanna
İncili İzmir’e yakın olan Efes kentinde yazılmış, ama parça halinde olan bu
kopyası Mısır’da bulunmuştur.
 
Papirus, Nil nehrinin vadisinde bol bol yetişen bir saz bitkisinin özünden
yapılan bir yazma malzemesiydi. Ucuz olduğu için çok kulanılırdı, ama maalesef
pek dayanıklı değildi; rutubetli yerlerde çabuk çürürdü. Bu nedenle eski
zamanlardan gelme papirus yazılarr, ancak çok kuru yerlerde, özellikle Mısır’ın
kumlarında saklanılarak zamanımıza kadar gelebilmiştir.

 
İsviçre’nin Cenevre kentine yakın olan Bodmer Kütüphanesi’nde çok değerli bir
koleksiyon vardır. Bu koleksiyon Yeni Antlaşma (incil) yazarlarının İ.S. ikinci
yüzyılın sonlarına ait olan iki eski kopyasını da içermektedir. Bunların
birincisi Yuhanna İncili’nin bir kopyasıdır. Bu kopyanın üçte ikisi tamamdır,
üçte biri parça halinde bulunmaktadır. İkinci kopya, eskiden dört İncil’in
hepsini, ama çürüme nedeniyle şimdi sadece Luka’nın ikinci yarısını ve
Yuhanna’nın birinci yarısını kapsamaktadır. Bormer Koleksiyonu, Petrus’un ve
Yahuda’nın mektuplarının bir papirus kopyasını da kapsıyordu. İ.S. 200 yıllarına
ait olan bu kopya şimdi Roma’daki Vatikan kütüphanesinde bulunmaktadır. Çünkü
Papa VI. Paul 1969 yılında Cenevre’ye gittiği zaman, M.Bodmer ona yazıları
sunmuştur.
 
Yeni Antlaşma papirüslerinin başka önemli bir derlemesi İrlanda’nın başkenti
Dublin’de bulunan Chester Beatty, 1931 yılında bu papirüslerle birlikte başka
birkaç el yazması kitapları da ele geçirmiştir. Bunlar üç tanedir. İ.S. 200 ile
250 yılları arasında yazılmış olan birincisi, tüm haliyle dört İncil’in ve
Elçilerin İşleri kitabının Grekçe metnini kapsıyordu; İ.S. 250 ile 300 yıllar
arasında yazılmış olan üçüncüsü de Vahiy kitabını kapsıyordu. En iyi korunmuş
olanı, Pavlus’un mektuplarının ve İbranilere mektubun kopyasıdır; bunların 104
yaprağından 86 yaprağı hala mevcuttur. Chester Beatty’nın bu el yazması
kitapları İ.S. üçüncü yüzyılda Mısır’da Grekçe konuşan bir Hıristiyan topluluğun
kullandığı, önceleri herhalde tümü mevcut olan bir Kutsal Kitap metnine aittir.

 
Grekçede ikinci yüzyılın başları ile on altıncı yüz yılınbaşlarında yazılan, ya
tümü ya da bir kısmı mevcut olan Yeni Antlaşma kısımlarının Grekçe yazılmış
5000’den fazla nüshası elimizde mevcuttur. Bunların en önemli ve geçerlisi
dördüncü ve beşinci yüzyıla aittir. Özellikle Londra’da bulunan ve dödüncü
yüzyıla ait olan Kodes Sinaitikus ile hemen hemen aynı tarihe ait Roma’da
bulunan Kodeks Vatikanus çok önemlidir. İkinci üçüncü yüzyıla ait olan papirus
el yazması kitaplardan ayrıntılı olarak söz ettik, çünkü bunlar Yeni Antlaşma
metnine ilk tanıklardır ve İznik Konseyi’nden (İ.S. 325) çok önceki bir döneme
aittir. Yeni Antlaşma’nın kopyalarının kanıtından başka, elimizde Klement,
İgnatius, Polikarp, İraneus, Tertullian gibi İsa’ya iman eden ikinci ve üçüncü
yüzyılın yazarlarının eserlerinden Yeni Antlaşma’dan bol bol aktarmalar
mevcuttur. Bunlar, o tarihlerde Yeni Antlaşma’nın içinde ne olduğunu bize gayet
açıkça gösterir. Ayrıca bu kanıtları daha da güçlendiren, aynı döneme ait Grekçe
Yeni Antlaşma’nın başka dillerde, özellikle Süryanice ve Latince çevirileri de
vardır. Bu bol kanıtlar, bütün çağdaş çevirilerde okuduğumuz Yeni Antlaşma’nın,
ilk kuşakların okuduğu Yeni Antlaşma’nın tam özdeyişi olduğu kanısını getirir.
 
Önceden dediğimiz gibi Yeni Antlaşma’nın (İncil’in) binlerce eski kopyası
vardır. Bunların yapıldığı tarih ile Yeni Antlaşma’nın ilk yazıldığı tarih
arasında geçen zaman süresi çok kısadır. Bundan anlaşılır ki, Yeni Antlaşma’nın
metni aynı dönemde gelen tüm başka kitaplarınkinden daha sağlam ve güvenilirdir.

 
Yeni Antlaşma’nın ilginç bir el yazması nüshası 1933 yılında Fırat nehrinde,
Salihiye’deki kazılar esnasında bulunmuştur. İ.S. 235 yıllarına ait olan bu
nüsha, Grekçe İncil’in küçük bir parçasıdır. Ama bu parça, dört İncil’in birine
ait değildir, fasılası bir anlam oluşturmak üzere dört İncil’in içindekileri
yenide düzenleyen bir eserden gelmiştir.
 
Dört İncil’in bu karışımı Tatiyan adlı Asurlu bir Hıristiyan’ın yapıtıdır. Bu
adam, İ.S. 165 yıllarında şehit olan Hıristiyan filozof Yustin Martir’in
öğrencisiydi. Yustin’le beraber Roma’da biraz vakit geçirdikten sonra, İ.S. 170
yıllarında anayurdu Asur’a döndü. Orada “dört ezginin harmonisi” anlamında bir
müzik terimi olan Diatessaron adlı eseri meydana getirdi. En çok Süryani dilinde
yayıldı, ama Salihiye’de bulunan yazıdan anlaşıldığı gibi Grekçesi de mevcuttur;
sonradan Arapça’ya ve birkaç başka dile çevrildi.

 
Diatessaron, dört İncil’den alınan bilgilerden oluştuğu için, o İncillerin
ikinci yüzyıl Hıristiyanlar’ı arasında rakipsiz bir saygı ve yetkiye sahip
olduğunu ispatlar.
 
3
DÖRT İNCİL VE İSA’YA OLAN TANIKLARI
Tatiyan’ın dört İncil’den oluşturduğu eser çok rağbet gördüğüne göre sayın
okuyucu belki şunu sorabilir; “Neden ilk önce dört ayrı İncil yazıldı? Tek bir
İncil yeterli olmaz mıydı?” Eğer sadece bir İncil olsaydı, Yeni Antlaşma
araştırması hayli basitleştirilirdi, bilgimiz ise olduğunda çok daha kıt olurdu.
Herhangi bir tarihsel kişiyi düşünelim. Yaşamının sadece bir anlatımı yerine
dört anlatımı olsa kendimizi daha şanslı saymaz mıydık ? Aynı mantık da İsa’nın
yaşam ve öğretileriyle ilgili kaynaklarımıza uygulanmalıdır.

 
Yeni Antlaşma’nın başında yer alan dört İncil’in hepsi de İ.S. birinci yüzyıl
bitmeden önce yazılmıştır. “İncil” adını taşıyan sahte yazılar ikinci yüzyılda
veya daha sonra ortaya çıkmıştır. Böylece dört İncil (Matta, Markos, Luka,
Yuhanna) kaydedilen olaylara diğer kitaplardan çok daha yakındır. Dört İncil
yazarlarında biri olup geleneğe göre Antakya’lı olduğu söylenen Luka, kitabın
başlangıcından bize amacı ve metodu ile ilgili bir şeyler anlatmaktadır. Luka,
eserlerini adadığı Teofilos adlı ileri gelen bir kişiye hitap ederek şöyle
diyor:
 
“Birçok kişi, aramızda geçen olaylarla ilgili, tıpkı başlagıçtan görgü tanığı
olanların ve Tanrı’nın Sözünü yayma hizmetini yapanların bize ilettikleri gibi
bir anlatım düzenlemeye girişmiştir. Buna göre, sayın Teofilos, ben de hepsini
ta başından beri yakından izlediğimden, öğrendiklerinizin doğruluğunu bilmen
için sana sıralı bir anlatım yazmayı uygun gördüm.”
 
Burada Luka, anlatımının kendi yaratıcı hayal gücüne değil, tarihsel araştırmaya
ve görgü tanıklarının tanıklıklarına dayandığını belirtmektedir. Luka, yalnız
adını taşıyan İncil’in değil, bunun devamı olan Elçilerin İşleri kitabını da
yazmıştır. Tarihin ve arkeolojinin tarafsız kanıtları bu iki kitabın
güvenilirliğini tüm ayrıntılarıyla doğrulamıştır. Luka’nın faydalandığı
belgelerden biri Markos İncili’ydi; başka bir belgenin de İsa’nın sözlerinden
bir derleme olduğu anlaşılıyor. Bu derleme ilk önce İ.S. 50 yıllarında Aramice
yazılmış, sonradan birkaç tercüman tarafından Grekçeye çevrilmiştir. Matta
İncili’nin de bu iki belgeden faydalandığı anlaşılıyor. Böylece Matta, Markos,
Luka İncilleri’nin birbirleriyle yakın bir ilgisi vardır ve birbirlerine çok
benzemektedir. Ne var ki, her biri İsa’nın yaşam öyküsünü ayrı bir görüş
açısında sunmaktadır. Ama aralarında hiçbir çelişki yoktur. Yuhanna İncili ayrı
bir özellik taşıyor. Birinci yüzyılların sonlarına doğru, özellikle o çağdaki
genç okuyucuların yararına yazılmıştır. Bu gençler, hem zaman hem mekan
bakımından İsa’nın yaşadığı ve öğrettiği ortamdan kim olduğunu açıklamaktır.
İsa, ebedi gerçeğin bedenleşmiş şekli, sonsuz hayatın kaynağı ve Tanrı’ya giden
tek yol olarak nitelendirilmektedir. Buna göre, İsa’nın yaşamı ve öğrettikleri,
tüm zamanlarda, tüm yerlerde, bütün insanlar için sürekli bir önem taşımaktadır.

 
Luka İncili gibi, Yuhanna da kendi İncil’inde görgü tanıklarının şahadetine
dayandığı iddiasındadır. Bu, Yuhanna İncili’nde İsa’nın çarmıhta ölürken
söylediği “Tamamlandı!” sözlerinden (Yuhanna 19:30) hemen sonraki olup bitenleri
anlatan bölümlerde en açık şekilde görülür. Çarmıha gerilen suçluların ölümünün
hazırlanması istenince bacakları kırılırdı. Çarmıhın direğine çakılan
bacaklarının desteği olmadan soluk alamayan suçlular çabuk boğulup ölürlerdi.
İsa’nın ve her bir yanında bulunan iki suçlunun çarmıha gerildiği günde
ölümlerin hızlandırılması isteniyordu. Çünkü sonraki gün hem haftalık Sept
(Cumartesi) günü hem de Yahudilerce çok kutsal sayılan yıllık Fısıh Bayramı
olduğundan, iki misli kutsal bir gündü ve ölüleri açıktan açığa asılı bırakmak o
günün kutsallığını bozardı. Yuhanna olayları şöyle antıyor:
 
“Bunun üzerine askerler geldiler, birinci adamın ve onunla beraber çarmıha
gerilmiş olan öteki adamın bacaklarının kırdılar. Ama İsa’ya gelip O’nun ölmüş
olduğunu gördükleri zaman bacaklarını kırmadılar. Buna karşılık askerlerden
biri, O’nun böğrünü mızrakla deldi. Böğründen hemen kan ve su aktı.”
 

Burada Yuhanna şu ciddi ifadede bulunmak için anlatımına ara veriyor:
 
“Bunun üzerine askerler gidip birinci adamın, sonra da İsa’yla birlikte çarmıha
gerilen öteki adamın bacaklarını kırdılar. İsa’ya gelince O’nun ölmüş olduğunu
gördüler. Bu yüzden bacaklarını kırmadılar. Ama askerlerden biri O’nun böğrünü
mızrakla deldi. Böğründen hemen kan ve su aktı. Bunu gören adam tanıklık
etmiştir ve tanıklığı doğrudur. Doğruyu söylediğini bilir. Siz de iman edesiniz
diye tanıklık etmiştir. Bunlar, “O’nun bir tek kemiği kırılmayacak” diyen Kutsal
Yazı’nın yerine gelmesi için oldu.” (Yuhanna 19: 32-35)
 
Görgü tanıklarının nesli azalıp tükenmeye başlayıncaya kadar, İncillerin
yazılmasına başlanmadı. İsa’yı tanıyan ve görüp işittiklerini anlatabilen
insanlar sağ oldukça, bir kitabın yazılmasına gerek yoktu. Ama görgü tanıkları
birer birer ölmeye başlayıca, yazılı kayıtlara gereksinme acil oldu. Oysa bu
yazılı kayıtlar görgü tanıklarının tanıklıklarından sapamazdı. Çünkü İsa’yı
tanıyan görgü tanıkları hala yaşıyordu ve onların anlattıklarını işitmiş olan
birçok kişi de vardı. Bu nedenle Yeni Antlaşma’nın yazarları bilinen gerçeklere
aykırı herhangi bir bilgi verseydi, o zamanda yaşayan Hıristiyanlar bunu hemen
anlarlardı.
 

Dört İncil daha yazılmadan önce, İsa’yı bizzat tanımış ya da görgü tanıklarını
işitmiş olanların dikkatli koruyup ağızdan ağıza söyledikleri İncil vardı. Dil
uzmanlarının bildiği gibi sözlü anlatım belirli kurallara uyar. Bu kurallar,
anlatılan bilgilerin sonra gelen kuşaklara iletilmesini sağlar. Böylece sözlü
anlatım en azından yazılı kayıtlar kadar, hatta bazen daha da güvenilirdir.
Uzman, yazılı İncil’in gerisinde sözlü anlatım özelliklerini farkedebilir. Bu
özellikler ayrıca Elçilerin İşleri kitabında kaydedilen nutuklarda ve dört
İncil’den bile önce yazılan, İsa ile ilgili gerçeklerden söz eden Pavlus’un
mektuplarından görülür.
 
Yazılan ilk İncil Markos İncil’iydi, aşağı yukarı İ.S. 58 yıllarında. Bu İncil,
bahsetttiği şahsiyetin gerçek kimliğiyle ilgili olan şu ifadeyle başlıyor:
 
“Tanrı’nın Oğlu İsa Mesih’in Müjdesinin (İncili’nin) başlangıcı.”
 

Yeni Antlaşma’da sık sık rastlanan “Tanrı’nın Oğlu” deyimi, yanlış
anlaşıldığında bazı kişiler için güçlüğe sebep olmuştur. Bu deyimde ‘Oğul’
kelimesi normal biyolojik anlamında kullanılmamaktadır. İsa’ya uygulayınca,
‘Oğul’ terimi yalnız İsa’nın Baba Tanrı’yla olan sürekli, eşsiz ilişkisine
değil, Baba Tanrı’yı mükemmel bir şekilde insanlara göstermesine de işaret
etmektedir. Aslında ‘Tanrı’nın Oğlu’ deyimi ile Yuhanna’nın İsa’ya uyguladığı

‘Kelam’(Tanrı’nın Sözü) terimi arasında pek anlam farkı yoktur.
 
Hem ‘Oğul’ hem de ‘Kelam’ Tanrı’nın özünden doğan ve O’nun sıfatlarını açıklayan
demektir. Aslında Tanrı başka zamanlarda değişik yollarla, örneğin peygamberleri
aracılığı ile Kendisini göstermiştir. Ama en son olarak en mükemmel şekilde
Kendisini İsa Mesih’te gösterdi.
 

‘Oğlu’ terimi, ayrıca şu demek oluyor ki, Tanrı sadece İsa’nın dünyaya
gelmesiyle ve insanlar arasındaki hizmetiyle değil, bir de (hatta en çok) ölümü
ve dirilişiyle Kendisini gösterdi. Yuhanna bu konuda şöyle diyor: “Su ve kanla
gelmiş olan budur, İsa Mesih.” Yani, suda vaftiz edilirken Tanrı’nın Oğlu olarak
ilan edilen Mesih, kanını döküp öldüğü zaman da yine Tanrı’nın Oğlu olduğunu
gösterdi. Ve Yuhanna söylediklerini vurgulamak için aynı sözleri tekrarlıyor:
“(İsa) yalnız suyla değil, suyla ve kanla (geldi)” (1 Yuhanna 5: 6). Markos da
İsa’nın çarmıhta öldüğü anda “Tapınağın perdesi yukardan aşağıya kadar yırtıldı,
iki parça oldu” diye anlatıyor (Markos 15:38). Demek istediği şudur ki,
Tanrı’nın gözle görülemez huzuru eskiden tapınaktaki perdenin arkasında
gizleniyordu, Markos’un anlattığına göre, İsa’yı çarmıha geren ve şaşılacak
olayları gören Roma’lı yüzbaşı, İsa’nın öldüğünü görünce, “Gerçekten Bu Adam
Tanrı’nın Oğluydu” diye haykırdı (Markos 15:39).

 
Yukarıdakiler başlangıçtan beri İsa Mesih’e bağlı olanların inancının özüdür.
Yeni Antlaşma dışında başka bir örneği aktarabiliriz: Antakya’lı imanlılar
topluluğunun önderi olan İgnatius; İ.S. 110 yıllarında Efes’teki Hıristiyanlar’a
yazdığı mektupta İsa’yı şöyle nitelendiriyor: “Rabbimiz İsa Mesih yegane
Hekimdir. Hem bedeni hem de ruhu vardır. Kadından doğmuş olmakla beraber
başlangıcı yoktur. İsa insan vücuduna bürünmüş Tanrı’dır. Ölümle gerçek
yaşamdır; Meryem’in Oğlu ve Tanrı’nın Oğludur; önce sıkıntı çekmiş, sonra
sıkıntıdan kurtulmuştur.” (İgnatius’un Efeslilere mektubu 7:20)
 
İsa’nın yaşamı ve öğrettikleriyle ilgili bilgimizin çoğu Hıristiyan yazarlardan
gelmektedir. Buna şaşmamalı; İsa’ya bağlı olanların olmayalanlardan daha fazla
kendi topluluklarının kurucusuyla ilgililenmesi doğaldır. Ama Mesih’e inanmayan
ilk yazarlardan gelen bilgiler, İncillerde anlatılan gerçeklerin başlıca
ayrıntılarını doğrulamaktadır. Örneğin, Roma’lı tarihçi Takitus, İmparator
Neron’un İ.S. yıllarında Roma kentini yok eden yangından sonra kendi suçunu
Hıristiyanlar’a yüklemeye çalıştığını anlatıyor. Takitus, Hıristiyan adından ilk
kez eserinin bu yerinde söz etmektedir; Hıristiyan(İsa Mesih’e bağlı) sözcüğünün

“Tiberius imparatorken vali Pontus Pilatus’un hükmüyle idam edilmiş olan İsa
Mesih’ten alındığını belirtmektedir. (Anallar 15:44)  Takitus bunları
yangından elli yıl sonra yazmıştır, ama yangın olduğu zaman oniki yaşında bir
çocuktu onun için o zamanda anlatılanları hatırlayabilmiştir.
 
Yahudi tarihçi Yosefus (İ.S. 37-105) şunları yazmıştır:
“Bu zamanlarda İsa adlı bilge bir adam vardı, eğer O’na adam demek doğruysa…
Çünkü O, şaşılacak işler yapan biri olup, gerçeği sevinçle kabul edenlerin
öğreticisiydi. Yahudilerin ve Paganların (Yahudi olmayanların) birçoğunu Kendi
tarafına çekti. O’nun Mesih (beklenen Kurtarıcı) olduğuna inanılıyordu. Pilatus
da, aramızdaki ileri gelenlerin önerisine uyarak, daha önceden O’nu sevenler
Kendisini terk etmediler. Çünkü O, çarmıha gerilmesinden sonra üçüncü günde
tekrar onlara diri olarak görünmüştür; nitekim Tanrı’nın diğer peygamberleri de
O’nunla ilgili onbinlerce şaşılacak şeyleri önceden haber vermişlerdi. Adları
İsa Mesih’ten alınan  Hıristiyanlar’ın nesli de bugün bile tükenmiş
değildir.

 
Bugün Kuzeybatı Anadolu’da bulunan Bitinya vilayetinin Romalı valisi Pliniyus
(İ.S. 69-113), İmparator Trayanus’a yazdığı mektupların birinde şöyle yazmıştır:
 
“İmparatorun heykeline tapınmadıkları için cezalandırdığım Hıristiyanlar’ın
dediklerine göre, suçları yahut hataları özet olarak ancak şu kadardı: Tanrı’ya
söyler gibi Mesih’in (İsa Mesih’in) şerefine sıra ile ilahi söylemek üzere
kararlaştırılan bir günde güneş doğmadan önce düzenli bir şekilde
toplanmışlardı.”
 
Üçüncü yüzyılın ilk yarısında yaşayan Afrikanus, İ.S. 52 yıl civarında yaşamış
olan Tallus, eserinde Rab İsa çarmıha gerilirken ortalığı kaplayan karanlığın
bir güneş tutulması olduğunu öne sürmüştü. Afrikanus bunu kabul etmeyerek söyle
diyor:
“Tallus, kendi tarihinin üçüncü kitabında bu karanlığı bir güneş tutulması
olarak açıklıyor ki, bu bana oldukça mantıksız bir açıklama olarak geliyor.”

 
Talmud adlı kitapta anlatılan Yahudi hahamlarının geleneklerine göre Nasıralı
İsa
“İsrail’de bir günahkardı, bilgelerin sözlerini hor gördü, halkı baştan çıkardı
ve sihirbazlık etti.” (Sihirbazlık demelerinin sebebi İsa’nın mucizelerini
açıklamanın başka bir yolunu bulamamış olmalarıydı).
Talmud’a göre “İsa, ne Musa’nın yasasından birşey kaldırmak ne de ona birşey
eklemek için geldiğini söyledi. Fısıh bayramı arifesinde asıldı.” Bu düşmanca
bir anlatımdır, ama İsa’ya karşı duranların kişisel yorumuna dayanmakla beraber
İsa Mesih’le ilgili tarihsel olayları inkar edememiştir. 

 
4
YENİ ANTLAŞMA’NIN DİLİ
İsa’nın genellikle kullandığı dil büyük olasılıkla Aramiceydi. Bu dil,
o zamanda Filistinde yaşayan Yahudiler’in ve Suriye ile Mezepotamya’nın bir çok
bölgelerinde yaşayanların ana diliydi. Aramice, sami dillerinden olup İbranice
ve Arap diliyle akrabadır. İsa’nın Aramice sözcük ve deyimlerinden bazıları
İncil’de asıl şekliyle korunmuştur. Örneğin, Markos 5:41’de İsa, Yair’in kızını
ölüm döşeğinden kaldırırken “Talita kum” (kızcağız, kalk) dedi. Markos 7:34’te
sağır ve dilsiz adama işitme ve konuşma yeteneğini geri verirken “Effata!”

(açıl!) diyerek ah çekti. İsa’nın özellikle Tanrı’ya hitap etmek için Abba
(Baba) sözcüğü daha sonra Grekçe konuşan imanlıların diline geçti. (Markos
14:36, Romalılara 8:5, Galatyalılara 4:6’ya bkz). İsa çarmıhta elem çekerken 22.
mezmurun birinci ayetinin Aramice çevirisinden gelen şu sözleri tekrarladı
(Markos 15:34): “Elohi, Elohi, lama şevakatani?” (Tanrım, Tanrım, beni niçin
bıraktın?). İsa Mesih’in ilk öğrencilerinden çoğu Aramice konuşurlardı. Onların
da Aramice deyimlerinden bazıları korunmuştur. Özellikle Marana-ta (Rabbimiz,
tez gel!) sözü. Bu, birbirleriyle paylaştıkları yemekte İsa’ya hazır bulunmasını
yalvardıkları duaydı. (1 Korintlilere 16:22)
 
Oysa İnciller , Yeni Antlaşma’nın diğer kısımlarıyla birlikte, Aramice değil,
Grekçe yazılmıştır. İsa’nın ve ilk öğrencilerinin Aramice sözleri bize şimdiki
şekliyle erişmeden önce Grekçe’ye çevrilmiştir. Bu neden böyle oldu?
 

Birinci sebebi, Büyük İskender’in fetihlerinden beri (İ.Ö. 336-323) Filistin,
Hellenistik dünyanın bir parçası olmuştu. Anadili Aramice olan Filistinliler
bile, o zamandan sonraki kuşaklarda Hellenistik kültürün birçoğunu
benimsememişlerdi. Din ya da yurtseverlik nedeniyle birçok kişi Grekçe
konuşmamayı tercih ettiyse de, o dili iyi anlayabilirlerdi. Filistinli
Yahudiler’in çoğu herhalde İbranice de anlarlardı; ancak kutsal bir dil
sayıldığından, evden veya çarşıdan daha çok sinagoglarda kullanılırdı. Bazen
Yeni Antlaşma “İbranice’den” söz ettiği zaman, Aramice’yi kastetmektedir.
Örneğin, İsa’nın çarmıhta başı üzerinde asılan suç yaftasında “Yahudiler’in
Kralı” sözünün İbranice, Latince ve Grekçe olarak yazıldığını anlatıyor.
(Yuhanna 19:19-20). Burada sözü geçen İbranice (yahut Aramice) ve Grekçe’den
başka, neden Latince de yazılsın? Latince, Roma ordusunun resmi diliydi de
ondan. Platus Yahudiye’deki Roma ordusunun komutanı olduğundan, suçluları
çarmıha germe işini yerine getiren kendi askerleriydi.
 

İkinci sebebi, İncil Grekçe’den başka dil bilmeyenler arasından hemen yayıldı.
Bu yayılış, ilk önce Filistin’in kendisinde (örneğin, çoğunlukla Grekçe
konuşulan Sezariye’den), sonra Suriye’de ve Anadolu’da (özellikle Grekçe
konuşulan büyük Antakya kentinde) ve Doğu Akdeniz’in diğer ülkelerinde oldu. Bu
ülkelerde en çok konuşulan ve anlaşılan dil Grekçeydi. Kudüs’ten ve Filistin’in
Aramice konuşulan başka merkezlerinden uzaklaşır uzaklaşmaz, İsa’nın
Elçileri’nin ve diğer İncil vaizlerinin kullandıkları dil Grekçeydi. O zaman
Grekçe konuşulan Tarsus kentinde doğan Pavlus, kentte yaygın konuşulan dili
öğrenmeden önce kendi muhafazakar Yahudi ailesinin ortamında Aramice öğrendi.
Ama ister istemez Tanrı’nın Paganlara (çok tanrılılara) gönderdiği elçi olarak
mektup yazmak için Grek dilini kullanmak zorundaydı. İncil yalnızca Yahudiler
için değil, herkes için olduğuna göre, Hıristiyanlığ’ın temel yazıları, İncil’in
yayıldığı bölgelerde en çok kullanılan dillerde, yani Grekçe olarak yazılıp
yayımlandı. İ.S. ikinci yüzyıldan itibaren İnciller ve diğer Yeni Antlaşma
yazılarının bazıları, Aramice’nin bir şekli olan Süryani dilinde yayımlandı, ama
bu Süryanice Yeni Antlaşma, Grekçeden çevrilmiştir. Yine de dil uzmanları,
İsa’nın sözlerinin Grekçesini dikkatle inceleyerek Aramicesini kolay tahmin
edebilirler.

 
Osmanlı imparatorluğunun döneminde Sultan, fermanlarını birçok dilde yayımladı
halde, o fermanların Yunancası, İslavcası, Arapçası v.s. orjinal Türkçesi kadar
geçerli sayılırdı. Kimse, “orjinal Türkçesini görmedikçe Sultanın fermanını
kabul etmem !” diye bir şey diyemezdi. Aynı şekilde kimse, “İsa Mesih’in sözleri
bir başka dile çevrilince geçersiz sayılır” diyemez.
 
5
YENİ ANTLAŞMADAKİ KİTAPLARIN LİSTESİ NASIL SEÇİLDİ
İmparator Konstantin’in emriyle İ.S. 325 yılında toplanan ve 300 kadar
Hıristiyan önderden oluşan İznik Konseyi, İsa Mesih’in Baba Tanrı’yla bulunduğu
ilişkiyi mümkün olduğu kadar kesinlikle tanımlamakla ilgilendi. Hangi dinsel
kitapların geçerli sayılıp sayılmaması gerektiğini tanımlamakla ilgilenmedi.
İsa’ya inananlarca kabul edilen kutsal yazıların resmi listesi çoktan
kararlaştırılmıştı. Hala bu yazılar, İznik Konseyine katılanların toplanmış
olmalarının amacını yerine getirmek için dayandıkları temel belgeleri oluşturdu.

 
Kutsal Yazılar’ın bu listesi, Hıristiyanlar’ın temel kayıtlar olarak tanıdıkları
kitaplardan oluşup bu topluluğun yaşam ve imanının temel dayanağıdır. Kilise
zaten herkes tarafından tanınan kutsal kitapların derlemesine sahip olarak
ortaya çıktı. Önceden belirttiğimiz gibi İsa Eski Antlaşma yazılarını kendisine
tanıklık edenlerin kitapları olarak açıkladı. İsa’nın öğrencileri Eski
Antlaşma’da bulunan önbildirileri İsa’nın gerçekleştirmiş olduğunu anladılar.
Böylece kilise Eski Antlaşma’yı Tanrı’nın ilham ettiği kitap olarak miras aldı.
Ama İsa’nın gerek dünyada iken kendi ağzıyla söylediği sözler gerekse de Kutsal
Ruh aracılığıyla öğrencilerine ilham ettiği öğretiler, Eski Antlaşma
peygamberlerinin sözlerinden daha az geçerli sayılamazdı. Bununla birlikte,
 
(1).      Bu öğretiler yazılı hale geçmedikçe
(2).      Öğretileri kapsayan yazılı bir derleme
oluşturmak için toplanmadıkça

(2).      Bu derleme inancın ve uygulamanın ölçüsü
olarak kabul edilmedikçe,
 
Yeni Antlaşma’yı oluşturan yazıların resmi bir listesinden söz edilemez.
 
Belirttiğimiz gibi Yeni Antlaşma’nın ayrı ayrı kısımlarının hepsi İ.S. birinci
yüzyılın sonundan önce yazıldı. Bu kısımların bazılarını derleme süreci, birinci
yüzyılın sonuna doğru başladı ve ikinci yüzyılda devam etti. İkinci yüzyılın
başlarında iki önemli derleme yapıldı: biri, dört İncil’in derlemesi, diğeri de
Pavlus’un mektuplarının derlemesiydi. Bu iki derleme arasındaki bağlantıyı
sağlayan ve onları tek bir derleme oluşturmak üzere bir araya getiren başka bir
yazı da Elçilerin İşleri kitabıydı. Bu yazı, İnciller’de sözü edilen olaylar
hakkındaki anlatımın sadece devamı değildir, aynı zamanda Pavlus’un ilk
mektuplarını daha büyük anlayışla okuyabilmemiz için imkan sunmakta; ayrıca
Pavlus’un İsa’ya ettiği elçilik görevi ve diğer elçilerden (havarilerden)
bazılarının da görevleriyle ilgili ayrı bir kanıt vermektedir.

 
Bu büyük derleme, birinci yüzyılın diğer birkaç Hıristiyan önderlerinin
yazılarıyla birlikte, yetkisi eşsiz olan bir Kutsal Kitap olarak hemen kabul
edildi. Yeni Antlaşma denilen bu Kutsal Kitap hem sapık dinlere inananlar, hem
de doğru inançlı sayılan Hıristiyanlar tarafından geçerli sayılıyordu. 1945
yılında Yukarı Mısır’da bulunan Nag Hammadi’de eski bir Kıpti Kütüphanesi
keşfedildi. Kütüphanede İ.S. ikinci yüzyılın ortalarında aslı Grekçe olarak
yazılmış olan Hıristiyanlıkla ilgili kitaplardan birkaçının Kıptice çevirileri
vardı. O kitapların bazılarını Valentinusçular denilen bir tarikatın üyeleri
yazmışlardı. Hakiki kiliselerin liderleri bu kitapları doktrin bakımından sağlam
olarak kabul etmedilerse de Valentinusçuların aynı Yeni Antlaşma’yı
kullandıklarını ve Tanrı’nın gönderdiği bir kitap saydıklarını biliyorlardı.
 
Yeni Antlaşma’nın yazılmasından uzun bir süre sonra İ.S. ikinci yüzyılda bazı
sapık tarikatlar ortaya çıktı. Bunların kimisi Yeni Antlaşma’dan beğenmedikleri
kısımları çıkarmak, kimisi de Yeni Antlaşma’ya sözde yeni vahiyler eklemek
istiyorlardı. Ama İsa Mesih’in gerçek izleyicileri, Yeni Antlaşma’yı oluşturan
27 kısmı çoktan kabul etmiş, o kitabın içindekileri iyi biliyorlardı. Bu nedenle
sapıkların girişimleri başarısızlığı uğradı. Hangi dinsel kitapların geçerli
sayılıp sayılmayacağını kararlaştırmak için bir konseyin toplanmasına gerek
yoktu. Yeni Antlaşma kendi üstün nitelikleri sayesinde tüm amanlılara kendini
kabul ettirdi. Muratori Kanon’undan da anlaşıldığı gibi Yeni Antlaşma’yı
oluşturan kısımların resmi bir listesi imanlılarca en geç İ.S. 170 yılına kadar
hazırlanmıştı. Bundan anlaşılır ki Yeni Antlaşma, İ.S. 325 yılında toplanan
İznik Konseyi’nden çok önce, Eski Antlaşma ile beraber imanlılarca tek geçerli
kitap olarak benimsenmişti.

 
Tekrar önemle belirtmeliyiz ki, Yeni Antlaşma’yı oluşturan kısımlar bir konsey
ya da bir papazlar grubu tarafından seçilmedi ve kesinlikle zorla kabul
ettirilmedi. İsa Mesih’in yolu dördüncü yüzyılda “Hıristiyanlık” denilen resmi
din haline gelinceye kadar, devlet düzeni ve papaz düzeni yoktu. Aksine Mesih’in
izleyicileri hor görülen ve şiddetle zulmedilen bir azınlıktı. İsteseydiler bile
hiçbir kutsal kitabı zorla kabul ettiremezlerdi. Bazı putperest Roma
imparatorları Yeni Antlaşma’yı okuyanları ölüm cezasına çarptırırlardı.
Hıristiyanlar’ın Yeni Antlaşma’nın güvenilirliği hakkında herhangi bir kuşkusu
olsaydı, o kitabı okumaz, canını tehlikeye sokmazlardı.
 
Kuşkusuz Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’dan yüzyıllarca sonra yazılan ve “İncil”

olduğu iddiasında bulunan bazı sahte eserler (örneğin “Barnabas İncil’i”)
vardır. Bunlara “Apokrifal” yani doğruluğu kabul edilmeyen uydurma İncil’ler
denir. Eğer böyle eserlerin Yeni Antlaşma’daki dört İncil’in yanısıra yer almaya
layık veya dört İncil’den üstün olduğu iddia edilirse, şu sorular sorulmalı: “Bu
eser hangi tarihte yazıldı? Dört İncil kadar eskimidir? Dört İncil gibi İ.S. 60
yıllarında, yani İsa Mesih’in dünyadan ayrılmasından 30 yıl kadar sonra mı
yazıldı? İsa Mesih’i tanımış olan ya da tanımayanlarla aynı çağda yaşayan bir
kimse tarafından mı yazıldı ? Eserin güvenilir ve kaydettiği olaylardan az sonra
yazıldığına dair ne kanıtlar vardır?” Kanıtlar istenince sorun çabuk çözülür!

 
6
YENİ ANTLAŞMANIN AMACI
Yeni Antlaşma (İncil), sadece İsa ve Onun ilk izleyicileri ile ilgili
tarihsel bilgileri vermek için yazılmadı. Aynı zamanda okuyucularının günlük
yaşamlarını pratik bir şekilde etkilemek için, Rab İsa Mesih’e iman ve itaat
etmelerini özendirmek için yazıldı. Yeni Antlaşma’nın öğrettiklerini okuyan,
ciddiye alan ve yaşamlarına uygulayan kişilerin ve toplumların son derece uygar,
istikrarlı, düzenli ve mutlu olduğuna şaşılamaz.
 
İsa’nın on iki elçisinden olan Yuhanna’nın kendi İncil’i hakkında söyledikleri,
Yeni Antlaşma’yı oluşturan tüm kısımlar hakkında söylenebilir:
“İsa, öğrencilerinin önünde, bu kitapta yazılı olmayan başka birçok mucizeler
yaptı. Ama bunlar, İsa’nın Tanrı’nın oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz ve iman
etmekle Onun adıyla yaşamınız olsun diye yazılmıştır.” (Yuhanna 20:30-31).

 
Yazan: Prof. F. F. Bruce
Hristiyan.gen.tr Arşivi

Bu yazıda geçen konular: