Teoloji & Doktrin

İman Nedir? Tanımı ve Özellikleri – Bölüm 1

Okurlarımız, imanın gücünü ve doğasını iyice kavrayabilsinler diye imanın net bir tanımını yaptıktan sonra bütün bu konuları anlamak daha kolay olacaktır.[1] Daha önce açıklananı burada hatırlayabiliriz:[2] Birincisi, Tanrı ne yapacağımızı yasada belirlemektedir; yasanın herhangi bir maddesine uymazsak, yasada belirtilen dehşet verici sonsuza kadar ölüm kararına çarptırılacağız. İkincisi, yazılı yasayı yerine getirmek sadece zor değil, gücümüzün üzerinde ve bütün yeteneklerimizin dışındadır; bu durumda, sadece kendimize bakıp ne gibi bir durumu hak ettiğimizi düşünürsek iyi bir umuttan hiçbir iz kalmayacaktır; ancak Tanrı’nın fırlatıp attığı bizleri sonsuz ölüm mahvedecektir. Üçüncüsü, bizi böyle bir felaketten kurtarabilecek tek bir kurtuluş yolu olduğu açıklanmıştır: Kurtarıcı Mesih’in gelişi. Göklerdeki Baba sonsuz iyiliği ve merhametinden ötürü, O’nun aracılığıyla bize yardım etmek istemiştir; gerçekten de bu merhameti sağlam bir imanla kucaklayıp sarsılmaz bir umutla bu merhamete güvenirsek…

Ama şimdi bu imanın nasıl olması gerektiğini irdelemeliyiz. Tanrı’nın oğulluğa aldıkları, bu iman aracılığıyla Göksel Krallığa gireceklerdir. İman dışında hiçbir düşünce ya da kanı böylesine büyük bir olayı gerçekleştirmeyecektir. İmanın gerçek karakterini daha büyük bir dikkat ve gayretle gözden geçirmeli ve incelemeliyiz, çünkü bugün bu konuda birçok kişi tehlikeli bir biçimde yanılmaktadır. Aslında birçoğu bu sözü işittiğinde müjde tarihinin genelde kabul edilmesinden daha fazlasını anlamamaktadır. İman, okullarda tartışılırken, Tanrı’ya iman nesnesi denmekte ve başka bir yerde belirttiğimiz gibi[3], geçici spekülasyonlar zavallı canları belirli bir amaçtan çok, yanlış yola yönlendirmektedir. “Tanrı yaklaşılmaz ışıkta yaşadığı” [1Ti. 6:16] için, Mesih bizim aracımız olmalıdır. Bu nedenle Kendisine, “dünyanın ışığı” [Yu. 8:12] ve başka bir yerde de, “yol, gerçek ve yaşam” demektedir; “yaşam kaynağı” [Mez. 36:9] olan Baba’ya Mesih’in aracılığı olmadan kimse gelemeyecektir [Yu. 14:6], çünkü Baba’yı sadece Mesih tanımaktadır, daha sonra ise O’nun Kendisini açıklamak istediği imanlılar tanıyacaktır [Luk. 10:22]. Bu nedenle Pavlus, Mesih’i tanımaktan başka hiçbir şeyin değerinin olmadığını düşünmektedir [1Ko. 2:2]. Elçilerin İşlerinin yirminci bölümünde, “Mesih’te imanı” vaaz ettiğini anlatmaktadır [21. a.]. Başka bir ayette de Mesih şöyle demektedir: “Seni öteki uluslara göndereceğim… Öyle ki, bana iman ederek günahlarının affına kavuşsunlar ve kutsal kılınanların arasında yer alsınlar” {Elç. 26:17-18]. Pavlus, Tanrı’nın yüceliğinin Mesih’in kişiliğinde görüldüğünü ve -aynı şey demek olan- Tanrı’nın yüceliğinin aydınlık saçan bilgisinin Mesih’in yüzünde parladığına tanıklık etmektedir [2Ko. 4:6].

Aslında imanın tek bir Tanrı’ya bel bağladığı doğrudur. Ama buna, “gönderdiği İsa Mesih’i tanımak” da [Yu. 17:3] dâhil edilmelidir. Mesih’in muhteşemliği bize ışık saçmasaydı Tanrı uzaklarda bir yerde gizli kalırdı. Bu amaçla Tanrı, tek Oğlunu donatmış, Kendisi hakkında her şeyi Mesih’te açıklamıştır. Böylece Mesih, Baba’sından gelecek yararları ileterek, O’nun yüceliğinin gerçek yüzünü ifade edebilmiştir [Krş. İbr. 1:3]. Mesih’i aramak üzere harekete geçmemiz için Ruh’un bizi çekmesi gerektiği söylenmişti.[4] Ara sıra da, görülmeyen Baba’yı sadece bu surette aramamız için uyarılmalıyız. Augustine bu konuyu çok güzel anlatmaktadır: İmanın amacını tartışırken, varacağımız yeri ve buraya giden yolu bilmemiz gerektiğini öğretmektedir. Hemen ardından da, bütün yanlışlara karşı çok iyi tahkim edilmiş olun bu yolun hem Tanrı hem insan olan Mesih olduğu sonucunu çıkarmaktadır: Yani Tanrı olarak O, gideceğimiz varış noktasıdır; insan olarak, bizi götürecek olan yoldur. Bunların ikisi de sadece Mesih’te bulunmaktadır. Ancak Pavlus, Tanrı’ya imanı duyururken, iman konusunda çok sık vurguladığı bir şeyi ters yüz etmek aklından geçmez: Yani imanın bütün istikrarı Mesih’e dayanmaktadır. Petrus aslında Mesih aracılığıyla Tanrı’ya inandığımızı söyleyerek ikisini çok etkin bir biçimde bağdaştırmaktadır [1Pe. 1:21].

(İman, bilgi gerektirir; Skolastiklerin -körü körüne iman düşüncesi gerçek öğretiyi anlaşılmaz hale getirmektedir, 2-5)

İman, sofuca bir cahilliğe değil, bilgiye dayanır.

O zaman, sayısız diğerleri gibi bu kötülük de, Skolastiklerle bağdaştırılmalıdır. Onlar Mesih’i gizlemek için adeta üzerini örterler. Mesih’e doğrudan bakmazsak, sonsuz labirentlerde dolaşırız.

Ama anlaşılmaz tanımlarıyla, olanca gücüyle imanı aşındırmanın, neredeyse yok etmenin dışında, bir de “körü körüne iman” masalını uydurmuşlardır. En büyük cahilliği bu kelimeyle süsleyerek zavallı yoksul halkı yıkıma götürecek bir biçimde aldatmaktadırlar. Dahası bu konudaki gerçeği doğru bir biçimde açık sözlülükle belirtmek gerekirse, bu masal gerçek imanı gömmekle kalmamakta, ona çok büyük zarar da vermektedir. İnanmanın anlamı -kiliseye itaat ederek duygularınızı ona teslim etmekten başka bir şeyi anlamamak mıdır? İman, cahilliğe değil, bilgiye dayanır. Aslında bu, yalnızca Tanrı’yı değil, tanrısal iradeyi de bilmektir. Kilisenin emrettiği her şeyi doğru diye bağrımıza bastığımız ya da bunu araştırıp öğrenmeyi görev edindiğimiz için kurtulmayız. Ancak Mesih aracılığıyla etkin kıldığı barışmadan ötürü [2Ko. 5:18-19] Tanrı’nın bizim merhametli Baba’mız olduğunu ve Mesih’in bize doğruluk, kutsanma ve yaşam verdiğini bildiğimizde kurtuluruz. Göklerdeki Krallığa, duygularımıza teslim olarak değil, bu bilgiyle gireceğimizi söylüyorum. Elçi, “insan yürekten iman ederek aklanır, imanını ağzıyla açıklayarak kurtulur” dediğinde [Rom. 10:10], insanın anlamadığı, hatta irdelemediği bir şeye körü körüne inanmasının yetmediğini belirtmektedir. Ancak doğruluğumuzun üzerine inşa edildiği tanrısal iyiliğin açıkça anlaşılmasını istemektedir.

Roma ‘mn “körü körüne ” iman öğretisi temelinden yanlıştır

Aslında bir çok şeyin bizim için körü körüne olduğunu -etrafımızı böyle bir cahilliğin sardığını- ve bedenin ağırlığını bir kenara bırakıp Tanrı’nın huzuruna yaklaşıncaya kadar da böyle olacağını inkar etmiyorum. Bu konularda karar vermeyi ertelemekten ve kiliseyle birlik olmak için kendimizi cesaretlendirmekten başka yapacağımız daha iyi bir iş yoktur. Ancak bu bağlamda, alçakgönüllü “imanın” kışkırttığı cahilliğe yafta yapıştırmak saçmalığın zirvesi olur! İman, kiliseye saygı göstermeyi değil, Tanrı’yı ve Mesih’i bilmeyi içerir [Yu. 17:3]. Kendilerinin bu körü körüne yaklaşımlarıyla ne tür bir labirent inşa ettiklerini görüyoruz! Bunlar “kilise” yaftası altında -kimi kez de en korkunç hatalarla birlikte- yutturulduğunda, eğitimsizler ayrım gözetmeden bunlara kehanet diye sarılıyorlar. Bu aymaz safdillik yıkımın eşiği bile olsa, yine de bir bahane buluyorlar; ancak “kilisenin imanı budur” koşuluyla her şeye kesinlikle inanılıyor.[5] Böylece yanlışta doğruyu, karanlıkta aydınlığı, cahillikte doğru bilgiyi bulduklarını hayal ediyorlar.

Ne var ki, onları yalanlamak için oyalanmayalım; sadece okuru bu öğretilerle bizimkini kıyaslasın diye uyaralım. Gerçeğin netliği tek başına kolaylıkla yeterli bir yalanlamadır. İmanın, cahilliğin birçok kalıntısının içine sarılıp sarılmadığını sormuyorlar ama kendi cahilliklerine duyarsız kalan, hatta bilmedikleri konularda kilisenin yetkisini ve yargısını kabul etmek koşuluyla, cahillikleriyle övünenleri doğru imanlılar diye tanımlamaktalar. Sanki Kutsal Yazı’da anlayışın imanla birlikte yürüdüğü düzenli olarak öğretilmiyormuş gibi!


[1] İmanın tanımı aş.7.m.’de başlamaktadır.

[2] II. viii.3.

[3] I. ii. 2; I.x.1; II.vi.4.

[4] III. i.4

[5] Ocklam, De sacramento altaris, böl. 1: “Roma kilisesi her neye inanırsa ben, açıkça ya da örtülü olarak başka bir şeye değil ona inanırım.”

John CALVIN

Bu yazıda geçen konular: