Hata ve imansızlık doğru imanı bile her zaman kuşatır. Dünyada yabancı olarak yaşadığımız sürece körü körüne iman diye bir şeyin olduğunu kesinlikle kabul ediyoruz; sadece henüz bizden gizli birçok şey olduğu için değil, etrafımızı çok sayıda hata bulutu kuşattığı için her şeyi anlamıyoruz. Bilgeliğin en yetkin zirvesi ilerlemek ve sakince, alçakgönüllülükle daha da ilerlemeye gayret etmektir. Bu nedenle Pavlus, imanlıları, herhangi bir konuda birbirleriyle farklı görüşlerde olduklarında açıklamayı beklesinler diye teşvik etmektedir [Flp. 3:15]. Bedenimizden soyununcaya kadar istediğimizden daha azına sahip olacağımızı tecrübe açıkça öğretmektedir. Kutsal Yazı’yı her gün okurken, bizi cahilliğimize inandıran anlamı belirsiz birçok ayete rastlarız. Tanrı, en iyi öğretmen bile öğrenmeye hazır olabilsin diye, her birimize “imanı ölçüsünde” vererek [Rom. 12:3] bu dizginle bizi sınırların içinde tutar.
Bu körü körüne imanın dikkate değer örnekleri, henüz tam olarak aydınlanmalarından önce Mesih’in öğrencileri olabilir. İlk ilkelerin bile ne kadar zorlukla tadını çıkardıklarını, en önemsiz konuda bocaladıklarını, Efendilerinin sözlerine sıkıca sarılsalar bile çok az ilerleme kaydettiklerini görüyoruz. Aslında kadınlar onları uyardıklarında mezara koştular, Efendilerinin dirilmesi onlara hayal gibi gelmişti [Luk. 24:11; Krş. Yu. 20:8]. Daha önce Mesih onların imanlarına tanıklık ettiği için, onların imandan tümüyle yoksun olduklarını söylemek yanlış olur. Hayır, Mesih’in dirileceğine inanmamış olsalardı, bütün çaba boşa giderdi. Kadınları, hayatından ümit kesilmiş bir ölünün cesedini baharatla yağlamak için harekete geçiren batıllık değildi. O’nun gerçek olduğunu bildikleri sözlerine imanları olsa bile, henüz zihinlerini işgal eden cahillik, imanlarının çevresini o kadar karanlıkla kuşatmıştı ki, neredeyse şaşkınlıktan dilleri tutulmuştu. Mesih’in sözlerinin doğru olduğunu, diriliş gerçeği sayesinde ancak kendileri anladıktan sonra sonunda inandıkları söylenmektedir. Sadece inanmaya başlamamışlar -adeta yüreklerinde ölmüş olan- gizli iman tohumunun yenilenmiş gücü de o an patlamıştı! Mesih’i tek öğretmenleri olarak bağırlarına bastıkları için, imanları doğru ama körü körüneydi.. O’ndan öğrendikleri üzere, kurtuluşlarının yazarının O olduğuna inanıyorlardı. Sonunda da Baba’nın lütfuyla O’nun öğrencilerini gökte bir araya getirebilmek için gökten geldiğine inanmışlardı. Bütün insanlarda inançsızlığın her zaman imanla karışmış olmasının dışında, bunun daha iyi bir kanıtını aramamalıyız.
İmanın ön koşulu olarak “gözü kapalı” iman
Yine de kesinlikle imana hazırlıktan başka bir şey olmayan bu imana gözü kapalı, sorgusuz sualsiz iman diyebiliriz. Müjdeciler, sadece mucizelerin şaşkınlığına kapılanların, müjdedeki öğretişin bir nebzesiyle bile aşılanmamış olsalar bile, İsa’nın vaat edilen Mesih olduğuna inanmaktan daha ileri gitmediklerini anlatmaktadırlar. Onları Mesih’e isteyerek boyun eğmeye hazırlayan bu saygılı özen, “iman” başlığı altında lütfedilmektedir; ancak henüz bu imanın başlangıcıdır. Mesih’in, oğlunu iyileştirme vaadine inanan saray memuru [Yu. 4:50], Müjdecilerin tanıklık ettiği üzere, evine döndüğünde yeniden inanmıştı [Yu. 4:53], çünkü Mesih’in ağzından duyduğunda önce bunu mucize diye kabul etmiş, sonra da Mesih’in öğretme yetkisine boyun eğmişti. Ne var ki, onun ders almaya ve öğrenmeye çok hazır olduğunu, inancı kabul etmesinin özel bir imana işaret ettiği ilk ayetten bilmeliyiz. İkinci ayette ise o, adları Mesih’le birlikte geçen öğrencilerin arasında sayılmaktadır. Yuhanna, Samiriyelilerden de benzer bir örnek vermektedir. Samiriyeliler, bir kadının sözüne o kadar inanmışlardı ki, hevesle Mesih’e koşmuşlar ama Mesih’i dinlediklerinde kadına şöyle demişlerdi: “Bizim iman etmemizin nedeni artık senin sözlerin değil, Kendimiz işittik, O’nun gerçekten dünyanın Kurtarıcısı olduğunu biliyoruz” [Yu. 4:42]. İlk unsurlara henüz aşılanmamış ama yine de dinlemeye eğilimli olanlara bile “inananlar” dendiği bu örneklerden bellidir; aslında tam anlamıyla olmasa da bir dereceye kadar Tanrı, sevecenliğiyle, bu kadar onurlu bir dinsel etkilenmeyi lütfetme tenezzülünde bulunmaktadır. Ama öğrenme isteğiyle birlikte bu öğretilebilirlik, papacılığın buluşu olan “körü körüne imandan” hoşnut olanların miskince dayandıkları, yoldan çıkaran cahillikten çok farklıdır. Şayet Pavlus, “her zaman öğrenen ama gerçeğin bilgisine bir türlü erişemeyenleri” [2Ti. 3:7] ciddi bir şekilde mahkum ediyorsa, tamamıyla cahil kalınmasına bilerek yol açanlar daha çok aşağılanmayı nasıl hak etmektedirler!
(İmanın Söz’le bağlantısı ve imanın kısa bir tanımı, 6-7)
İman, Tanrı’nın Sözüne dayanmaktadır
Mesih’i, Baba’nın bildirdiği şekilde kabul ediyorsak bu, gerçek Mesih bilgisidir: Yani O, müjdeyi giyinmiştir. O, imanımızın hedefi olarak belirlendiği için, müjde bizim önümüzden gitmezse, O’na giden doğru yolu bulamayız. Orada kuşkusuz bize, lütuf hazineleri açılmaktadır; bu hazineler kapalı olsaydı, Mesih’in bize çok az yararı olurdu. Bu nedenle Pavlus, imanla öğretişi, ayrılmaz iki yoldaş olarak şu sözlerle birbirine bağlamaktadır: “Aslında Mesih’teki gerçeğin ne olduğu size öğretildiyse Mesih’i böyle öğrenmediniz” [Ef. 4:20-21, mealen].
Yine de imanı inşa etmek için yeterli olan unsurun Musa ve peygamberler tarafından kuşaktan kuşağa aktarıldığını kabul etmeksizin, imanı müjdeyle sınırlı tutmuyorum. Ancak, Mesih’in çok daha ayrıntılı bir görünüşü müjdede açıklandığı için, Pavlus haklı olarak buna “iman öğretisi” demektedir [Krş. 1Ti. 4:6]. Bu nedenle başka bir ayette imanın gelişiyle yasanın hükümsüz kaldığını söyler [Rom. 10:4; Krş. Gal. 3:25]. Bu sözden Pavlus, Mesih’in yeni ve olağanüstü öğretişini anlar. Mesih, öğretmenimiz olduktan sonra Baba’nın merhametini daha net bir biçimde açıklamış ve kurtuluşumuza daha kesin bir biçimde tanıklık etmiştir.
Ancak genelden özele derece derece inersek bu, daha kolay ve daha uygun bir yöntem olacaktır. Önce, imanla Söz arasında sürekli bir ilişki olduğunu unutmamalıyız. Tanrı bunları, bizim güneşle güneşten gelen ışınları ayırmamızdan daha çok birbirinden ayırmaz. Bu nedenle Tanrı, Yeşaya kitabında, “Beni dinleyin, canınız yaşasın” [55:3]” diye haykırmaktadır. Yuhanna da, aynı iman pınarını şu sözlerle belirtir: “Bunlar, iman edesiniz diye yazılmıştır” [Yu. 20:31]. Peygamber de, halkı imana teşvik etmek isteyerek, “Bugün sesini duyarsanız” demektedir [Mez. 95:7]. “Duymak” genelde, inanmak anlamında anlaşılır. Yeşaya kitabında Tanrı’nın, kilisenin çocuklarını şu ifadeyle ayrı tutması nedensiz değildir: O, Kendisini tanısınlar diye [Krş. Yu. 6:45] bütün çocuklarına öğretecektir [Yşa. 54:13; Yu. 6:45]. Şayet yararlar ayrım gözetmeden sağlansaydı, neden Söz’ünü birkaç kişiye yönlendirecekti? Bu, Müjdecilerin “inananlar” ve “öğrenciler” sözlerini aynı anlamda kullanmaları olgusuna benzemektedir. Özellikle Luka, Elçilerin İşleri’nde bunları böyle kullanır: Aslında bu sıfatı Elçilerin İşleri’nde bir kadına da verir [Elç. 6:1-2,7; 9 :1, 10, 19, 2526, 38; 11:26, 29; 13:52; 14:20, 28; 15:10; ayrıca böl. 16-21].
İman, yönelmesi gereken hedeften çok az bile saparsa, doğasını koruyamaz ama güvenilmez bir saflık ve anlaşılmaz bir düşünce yanlışı olur. Aynı Söz, imanın dayandığı ve destek aldığı temeldir; iman Söz’den saparsa yıkılır. Sözü alın, iman asla kalmayacaktır.
Burada imana gebe olan Tanrı’nın Sözünü ekmek için, bir insanın hizmetinin gerekip gerekmediğini ele almıyoruz. Bunu başka bir yerde ele alacağız.13 Ama bize açıklansa bile, Sözün, imanın Tanrı’ya bakabildiği bir aynaya benzediğini söylüyoruz. Tanrı burada insanın yardımını kullansın ya da işini sadece Kendi gücüyle yapsın, Kendisine çekmek istediklerine, Sözü aracılığıyla her zaman Kendini açıklamaktadır. Bu nedenle Pavlus, imanı, müjdeye itaat diye tanımlamaktadır [Rom. 1:5]. Başka bir yerde ise Filipililerin imana bağlılığını övmektedir [Flp. 1:3-5; 1Se. 2:13]. İmanı anlamak, sadece Tanrı’nın var olduğunu bilme sorunu değildir, -özellikle- bizden ne istediğini de bilmektir. İlgilendiğimiz konu, Tanrı’nın bizden ne istediği kadar O’nun kim olduğunu bilmek değildir.
Bu nedenle, imandan, Tanrı’nın, Söz’den algıladığımız şekliyle bizden ne istediğini bilmeyi anlıyoruz. Ama bunun temeli, Tanrı’nın gerçeğine önyargıyla inanmaktır. Zihniniz kendisiyle savaştıkça Sözün yetkisinin kuşkulu ve az olacağı ya da hiç olmayacağı kesindir. Tanrı’dan gelen her şeyin kutsal ve çiğnenmez bir gerçek olduğuna kuşku duymadan inanmazsanız, ne aldatan ne de yalan söyleyen Tanrı’nın [Krş. Tit. 1:2] güvenilirliğine inanmanız bile yeterli değildir.
John CALVIN
Yorum Ekle