Bu konuyu incelerken dikkat etmemiz gereken iki tehlike bulunmaktadır. İnsanın tüm doğruluk algısını kaybettiğini düşünmemeliyiz. Çünkü bu, tembellik gibi bir günaha mazeret bulmamız için bir olanak verirdi. Daha da kötüsü bir kişi, doğru olanı yapmaya hiçbir gücünün olmadığını, bu yüzden de denemesinin gerekli olmadığını söyleyebilirdi. Kaçınılması gereken diğer hata ise, doğruluğun en küçük zerresini bile kendimize bağlamamalıyız. Eğer kendi içimizde iyiyi yapmaya yeterli olduğumuzu söyleseydik, bu, Tanrı’yı sahip olduğu onurdan yoksun bırakmak olurdu ve gurur yüzünden günaha düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalırdık.
Gerçek durum şudur ki, bizler tüm iyiliği kaybetmiş durumdayız. Tüm içtenlikle, kendimizde bulunmayan iyiliği ve kaybettiğimiz özgürlüğü Tanrı’da aramalıyız.
Filozoflar, insanın mantık gücünün kendi düşünüşünü ve böylece davranışlarını yönetmeye yeterli olduğunu söylerler. İrademizin, duyularımızla denenmeye açık olduğunu ancak mantığımızla uyumlu olarak seçim yapmakta halen özgür olduğunu söylerler. Birçok Hıristiyan yazar bile bu konuda bir derecede hataya düşerler. Aslında çok kısıtlı bir özgürlük gördükleri halde, iradenin özgür olduğunu söylerler. İnsanın isteyerek yanlış yapmayı seçtiğini ve buna zorlanmadığını söylerler. Bu doğrudur, ancak eğer özgürlük sadece kötüyü yapmak ya da yapmamak arasındaki bir özgürlükse, bu çok zayıf bir özgürlüktür. Çünkü bu şekilde, iyilik yapmak için hiçbir özgürlüğümüz olmazdı.
Kutsal Yazılar bizlere, bir kişinin Kutsal Ruh ona bu özgürlüğü verinceye dek iyiyi seçmekte bire bir özgürlüğünün olmadığını öğretir. Kendi iyiliğimiziğin yetersizliğini ve Tanrı’nın bizlere verebileceği iyiliğin mükemmelliğini anlamalıyız. Kendimizde iyilik olduğu düşüncesi reddedilmelidir çünkü bu düşünce Şeytan’dan gelir. İblis, yalancıdır, çünkü Adem ve Havva’ya şöyle demiştir: “İyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız.”
Kutsal Kitap’taki birçok ayet, kendi içimizde iyilik olduğunu düşünmememizi ama Tanrı’ya dönmemiz gerektiğini vurgular. “İnsana güvenen…ve yüreği Rab’den ayrılan adam lanetlidir” (Yeremya 17:5). “Ne atın gücünden zevk alır; ne de insanın yiğitliğinden hoşlanır. Rab kendisinden korkanlardan, sevgisine umut bağlayanlardan hoşlanır” (Mezmur 147:10,11). “Zayıf olana kuvvet verir; ve takati kalmamış olanın kudretini artırır” (İşaya 40:29).
Ama Tanrı, gurulu olanlara ve minnettarlık duymayanlara gücünü vermez. O’ndan gelecek güce ihtiyacımız olduğunu anlayana kadar bekler. O’na acıkıp susarsak, bizi doyuracaktır. “Çünkü susamış olanların üzerine sular, ve kuru toprağın üzerine seller dökeceğim” (İşaya 44:3). Kendi kendimize bir iyilik yapabileceğimizi asla düşünmemeliyiz. Tanrı’nın Ruhu’nun bize yardım etmesini isteyebilecek kadar alçak gönüllü olmalıyız. Bir gün adamın biri Augustine’e gerçek bir Hıristiyan olmanın en önemli şartı nedir diye sormuş. Augustine şöyle cevap vermiş, “İlk olarak alçakgönüllülük; ikinci olarak alçakgönüllülük; üçüncü olarak alçakgönüllülük”.
Adem günah işleyip insanlığın düşmesine sebep olduğunda, insanlık Tanrı’nın bazı armağanlarını tümüyle kaybetmiştir. Diğer armağanlar da bozulmuştur ancak tümüyle kaybedilmemiştir. Tanrı’yı ve komşumuzu sevme yetisini ve kutsallık ve doğruluğu arzulamayı kaybettik. Mantıken uyumlu, ahlaki olarak doğru olma armağanlarını yıprattık, bozduk.
İnsan, tabi ki düşünme armağanını yitirmemiştir. Anlayıp, hüküm verebilir ve iyi ile kötünün arasındaki farkı bilir. Ancak buradaki dünyasal yaşantılarımızı ilgilendiren olayları anlamakla, göksel kavramları anlamak arasında fark vardır. Kısmen bozulmuş düşünüşümüzle dünyasal meseleleri, kavramları anlayabiliriz. Ancak bu bozulmuş düşünüşü, Tanrı hakkında, onun doğruluğu ya da Göklerin Egemenliğinin sırlarına ilişkin bilgileri anlamak için kullanamayız.
Etrafımızda, insanın halen düşünebildiğini gösteren birçok kanıt bulunmaktadır. İlk olarak, insanın sosyal bir varlık olduğunu ve gruplar içinde yaşadığını görürüz. Her insan, toplumun üzerine oturtulması gereken yasalar olması gerektiğini düşünür. İkinci olarak, hemen hemen herkesin bir tür beceri ya da yeterliliği vardır. Bu gerçek, insan aklında bir çeşit güçlü yeteneğin olduğunu gösterir. Üçüncü olarak, yazarlar öylesine mükemmel yapıtlar ortaya çıkarmışlardır ki, bunların en yeterli düşünüşlerin ürünü olarak görmeliyiz.
Her ne kadar bu insanlar bunların farkında olmasalar da, onların ve bizlerin sahip olduğu armağanlar, Tanrı’nın Ruhu’ndandır. O, gerçeğin tek kaynağıdır.
Tanrı’nın bizlere karşı olan baba sevgisini anlamamıza yardım etmesi için insan düşünüşünün ne kadar güçlü olması gerektiğini merak edebiliriz. Cevap şudur ki, eğer Tanrı ışığını vermemişse, en akıllı kişi bile Tanrı hakkında çok, ama çok az şey bilebilir. Kendilerinde bulunan ışık, karanlık gecede bir kıvılcım ya da bir şimşek çakmasından aldıkları ışığa benzer. Tanrı’nın özellikleri hakkında çok az şey bilirler. Tanrısızlıklarına bahane bulmak için tamamen habersiz olduklarını öne süremezler. Ancak, sahip oldukları ışık, gerçeğe ulaşmaları için yeterli değildir.
Bu gerçeği Kutsal Kitap’tan olduğu kadar insanoğlunu gözleyerek te öğreniriz. Petrus, İsa’nın Mesih, yaşayan Tanrı’nın Oğlu olduğunu anladığında İsa şöyle cevap verdi, “Bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babamdır” (Matta 16:17). Mezmur 36:9 bizlere şöyle der: “Çünkü yaşam kaynağı sensin, Senin ışığınla aydınlanırız”. “Rabbin gözlerinizin önünde yaptığı bütün şeyleri, gözlerinizin görmüş olduğu büyük imtihanları, alametleri, ve o büyük harikalari gördünüz; fakat bugüne kadar Rab size bilmek için yürek, ve görmek için gözler, ve işitmek için kulaklar vermedi” (Tesniye 29:24). Rab, Yeremya aracılığıyla şunları dedi, “Beni tanısınlar diye onlara yürek vereceğim” (Yeremya 24:7). Tüm bunlar tabi ki, insanların ruhsal bilgeliğe sahip olmadıklarını ve bunu sadece Tanrı’nın verebileceği anlamına gelir. Bu yine Yuhanna 6:44’de açıkça belirtilir: “Beni gönderen Baba bir kimseyi bana çekmedikçe, o kimse bana gelemez”.
Elçi Pavlus tüm insan bilgeliğinin saçmalık olduğunu söylüyor (1. Korintliler 1:18). Ve şöyle devam ediyor: “Doğal benliğiyle kişi, Tanrı’nın Ruhuyla ilgili gerçekleri kabul edemez. Çünkü bunlar ona saçma gelir. Ruhça değerlendirildikleri için de bunları anlayamaz” (1. Korintliler 2:14). Ruhsal bilgiye sahip olmak sadece Tanrı’dan gelen bir armağandır. Bu, Pavlus’un duasında açıkça gözükür: “Rabbimiz İsa Mesih’in Tanrısı, yüce Baba, kendisini tanımanız için size bilgelik ve Tanrısal esin ruhunu versin diye dua ediyorum “ (Efesliler 1:17). Şöyle devam eder, “…yüreklerinizin gözleri aydınlansın diye dua ediyorum” (Efesliler 1:18). Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, bizler körüz ve eğer Tanrı lütufkar davranıp bizleri aydınlatmazsa; O’nun hakkında hemen hemen hiçbir şey bilemeyiz.
Tanrı’nın hayatımız için arzuladığı standart konusunda insanın bilgisi olup olmadığını merak edebiliriz. Evet, iyi ve kötü bilgisine sahibiz. “Kutsal Yasa’dan yoksun olan uluslar kendiliklerinden bu Yasa’nın gereklerini yaptıkça, Yasa’dan habersiz olsalar bile; kendi yasalarını korumuş olurlar. Böylelikle Kutsal Yasa’nın gerektirdiklerinin yüreklerinde yazılı olduğunu gösterirler. Vicdanları buna tanıklık eder” (Romalılar 2:14,15). Eğer yasa, diğer ulusların kalbinde yazılıysa, iyi ve kötü hakkında bir çeşit bilgiye sahip olmaları gerekir. Yasa, kendi vicdanlarıdır, ama bunun onlara pek bir faydası olmaz. Doğruyu yanlıştan ayırt edebilirler ancak günah içinde yaşamaya devam ettiklerinde, bu bilgileri onları sorumlu konuma getirir ve mahkümiyetlerine sebebiyet verir.
İnsanın düşünüşünün iyilik yapmak için hiçbir gücü yoktur. İyi olanı yapmaya çalışmaz bile. Pavlus, iyi olanı yapmayı arzuladığını ancak başaramadığını söylerken (Romalılar 7:15), bir Hıristiyan gibi konuşmaktadır. Doğal insanın içinde bu çatışma (çelişki) yoktur. Doğal insan, iyi olanı yapmayı arzulamaz bile. Pavlus, kendisinde, yani benliğinde, hiçbir iyiliğin bulunmadığını söyler. Kendisinde bulunan tüm iyilik kendisinden değil, artık Tanrı’dan gelir.
Sadece yeniden doğan insan kendi içinde Romalılar 7:22,23’de tanımlanan çelişkiyi yaşar: “İç varlığımda Tanrı’nınYasasından zevk alıyorum. Ama bedenimin üyelerinde başka bir yasa görüyorum…”. Augustine şöyle demiştir: “İçinizde ne iyilik varsa bunun Tanrı’dan geldiğini ve kötü her ne varsa kendinizden kaynaklandığını itiraf edin. Günahtan başka hiçbir şey, sizin değildir”.
John Calvin, Kutsal Kitap Hristiyanlığı
Yorum Ekle