Tanrı’nın işlerinin tümü içersinde, O’nun adaletinin, bilgeliğinin ve iyiliğinin en iyi örneği insandır. Daha önce de dediğimiz gibi kendimizi uygun şekilde tanımadan Tanrı’ya ilişkin açık ve belirgin bir şekilde bilgi sahibi olamayız. İnsan hakkındaki gerçekler (bilgi) iki şey içerir: ilk olarak nasıl yaratıldığını bilmek ve günahın gelişinden beri içinde bulunduğu konumu bilmek (Yaratılış 3). Bu bölümde bizleri ilgilendiren kısım, insanın ilk konumudur. Günaha düşmeden önce insanın nasıl olduğunu öğrenmeliyiz. Böylece daha sonra insanın kötülüğünden Yaratıcısını sorumlu tutmamış olacağız. Hatalarımız Tanrı’dan değildir. Ne de günahlarımızdan “doğayı” sorumlu tutabiliriz. Bu Tanrı’ya hakaret olurdu. Çünkü Tanrı onu yaratırken içinde bir nevi kötülük olduğu anlamına gelirdi. Bu konuda değişmeyen iki gerçek vardır ve hiçbirini reddedemeyiz: günahkarın hiçbir özrü yoktur ve Tanrı’nın adaleti her zaman saf ve doğrudur.
İnsan, beden ve candan oluşur. Candan kastım, onun daha asil olan, bedenin içinde bulunan ancak ölümsüz olan ve beden öldükten sonra da yaşamaya devam eden kısmıdır. “Can” ve “ruh” birlikte kullanıldıklarında kendilerine has anlamları olmasına karşın çoğu zaman birbirleri yerine kullanılan kelimelerdir.
İnsanoğlu maddesel şeylerle o kadar meşgul olmaya başlamıştır ki, çoğu insan bir canı olduğunu unutmuştur. Ölümden sonra yaşamaya devam edeceklerini unutmuş ya da göz ardı etmişlerdir. Ancak en azından bir çeşit ölümsüzlük anlayışı olmadan yaşayamazlar. Her insanın, Tanrı’nın ahlaki yasasına cevap veren, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilen bir vicdanı vardır. Vicdan sadece iyinin ve kötünün zihinsel olarak algılanması değildir. Ne de yalnızca iradedir. Hem fiziksel beyinlerimiz hem de irademiz bizlerle ölecektir. Bu sebeple Tanrı’nın yargısından korkmasına gerek yoktur. Ancak yanlış bir şey yaptığımızda yargıdan ve cezalandırılmaktan gerçekten de korkarız. Vicdan, ölümsüz olan canın bir parçasıdır. Bundan sonraki yaşamda gelecek olan yargı ve cezalandırılmadan ötürü bu hayatta yanlış yapmaktan korkan bizim canımızdır.
Canımız olduğuna ilişkin daha fazla kanıtlar, insan zihninin mükemmelliğinde görülebilir. Anlayış yeteneğimiz hayvanlarınkinin çok üstündedir. Göğü ve yeri düşünebiliriz. Geçmişe bakabilir, geleceği bekleyebilir ve görünmez bir Tanrı’yı düşünebiliriz. İnsan yapısında sadece fiziksel bir bedenden çok daha fazlası bulunmaktadır.
Kutsal yazılar, canın bedenden bağımsız bir varoluşunun oluğunu açıkça belirtir. Bizlerin “çömlekten evlerde” oturduğumuzu ve “yozlaşan yaradılışı” üzerimizden atmamızı “bedendeyken yaptıklarımızın karşılığını” son günde alacağımızı söyler. Buradan ve diğer birçok bölümden canın bedenden ayrı olduğunu ve hatta insanın ana kısmı olduğunu öğreniriz.
Bu konuya ilişkin belirtilebilecek daha birkaç farklı ayet bu öğretiyi sağlamlaştıracaktır. Pavlus, okuyucuların kendilerini benliğin ve ruhun tüm pisliğinden temizlemelerini (1. Korintliler 7:1) söyleyerek kötülüğün insanın iki farklı kısmını kirlettiğini ortaya koyuyor. Petrus, Mesih’i canlarımızın çobanı ve gözetmeni olarak çağırıyor. Eğer Mesih’in bakması gereken hiçbir can olmasaydı bu saçma bir ifade olurdu. Aynı şekilde eğer insanların canları olmasaydı, insanların canlarının sonsuz kurtuluşundan bahsetmesi de mantıksız olurdu. Mesih, ölümden sonra kişiyi cehenneme atma yetkisi olan Tanrı’dan korkmamız gerektiğini söylediğinde bizlerin canları olduğunu çok açık şekilde ortaya koymaktadır. Mesih, zengin adamın canı eziyet çekerken İbrahim’in bağrında bulunan Lazar’ın hikayesini anlattığında bedenden ayrı bulunan bir candan bahseder. Bu gerçek Pavlus tarafından da vurgulanmıştır. Bedende yaşadıkça Rab’den uzak olduğumuzu ancak bedenden ayrıldığımızda O’nun varlığında bulunmaktan zevk alacağımızı söyler.
İnsanın Tanrı benzeyişinde yaratıldığını düşündüğümüzde, onun bir canı olduğuna daha sağlam olarak inanacağız. Tanrı’nın görkemi bir dereceye kadar insanın fiziksel bedeni aracılığıyla parlamaktadır. Çoğu zaman karşı çıkılamayacak bir biçim lütfu ve hayvanlarınkinden daha üstün olan bir güzellik vardır. Ancak tanrısal benzeyiş bizim canlarımızdadır. Ademe, yetkin ve düzenli bir kontrol altında bulunan, uygun bir mantık ve algılar tarafından yönetilen doğru bir anlayış ve duygular verilmişti.
Adem’in günah işleyişinden bu yana insanoğlu canındaki Tanrı benzeyişini büyük çoğunlukla kaybetmiştir. İkinci Adem olan Mesih, bizleri kendisinin benzeyişinde yenileyebilmektedir. Pavlus Kolose’deki Hıristiyanlara şöyle yazar, “Çünkü eski yaradılışı kötü alışkanlıklarıyla birlikte üzerinizden çıkarıp attınız, eksiksiz bilgiye erişmek üzere Yaratıcısının benzeyişinde tazelenen yeni yaradılışı giyindiniz” (Koloseliler 3:910). Şimdi bu yenilenmenin özelliklerini inceleyebiliriz. Birincisi bilgidir. İkincisi doğruluk ya da gerçek kutsallıktır. Ademin düşüşüyle insan, zihnini dolduracak bilgi ışığını, kalbinin doğruluğunu ve kendisini oluşturan tüm öğelerin uyumunu yitirmiştir. II. Korintliler 3:18’den, Tanrı benzeyişinde değiştirilmemiz gerektiğini öğreniyoruz: “Ve hepimiz peçesiz yüzle Rab’bin yüceliğini görerek yücelik üstüne yücelikle O’na benzer olmak üzere değiştiriliyoruz”. Tanrı’nın mükemmel görüntüsü olan Mesih’in benzerliğinde değiştiriliyoruz. O’nun benzeyişi gerçek kutsallık, saflık ve anlayıştır. O’nun bizlerdeki benzeyişi, cennete alındığımız gün gerçek görkemine erişecektir.
İnsanın canı, bedenin diğer tüm üyelerine hayat verir ve insanın hayatını kontrol etmekte başı çeker. Çoğu filozof, insanın mantıkla yönetildiğini ve yalnızca mantığın onu bozulduğunu göz önüne almamışlardı. İnsanın birbirlerinden tümüyle farklı olan iki konumunu birbirine karıştırmışlardır: Tanrı’nın onu yarattığı konumdakı insan, ve düşüşünden beri içinde bulunduğu konum.
Can hakkında daha fazla bilgi edinmek için ilk önce şunu kabul edelim. İnsanın canı iki kısımdan oluşur: Anlayış ve irade. Anlayış, iyi ile kötüyü ayırt edebilmektir. İrade ise, bu ikisi arasında bir seçim yapar.
Tanrı, insanı özgür bir iradeyle yarattı. Eğer isteseydi, Adem’in içine düştüğü ayartılmayı reddedebilecek gücü vardı. Ve Adem, kendi seçimiyle düştü. Yaratıldığı konumda aklı ve iradesi mükemmeldi ve bedeninin tüm üyeleri iradesine itaat ediyordu. İyiyi ya da kötüyü seçmekte özgürdü. Ancak kötüyü seçtiğinde kendini mahvetti ve tüm kısımlarının bozulmasına yol açtı. O andan beri insan, tümüyle mantık ile kontrol edilmekten çıkmıştır. Eğer iyiyi ve kötüyü seçme özgürlüğüne sahip değilse insanın mantıklı ve düşünen bir yaratık olmayacağını söylemekte filozoflar haklıdırlar. İnsanın kendi iradesini kullanarak hayatını yönlendiremediği taktirde, iyiyi ya da kötüyü seçmenin hiçbir anlamı kalmayacağını anladılar. Ancak tümüyle haklı değildirler. İnsan doğasında olan değişikliği göz önüne almalıyız. İnsanın artık özgür bir iradesi yoktur. İradelerimiz günahla zincire vurulmuştur.
John Calvin, Kutsal Kitap Hristiyanlığı
Madde 15
Yorum Ekle