İsa’nın Kendisi, dirilmiş bedeninin fiziksel varlığını, ölümden dirildiğine delil olarak işaret ettiğine ve bu sayede Kendisinin beden almış Tanrı olduğuna dair imalarını kanıtladığına göre, tenkitçilerin İsa’nın bedeninin manevi bir beden olduğu iddiaları, İsa’nın Rab’liğine olan inancı baltalamaktadır. Morgdan kaybolan bir ceset, bu kişinin ölümden dirildiğini ispatlamayacağı gibi, tek başına boş bir mezar, İsa’nın ölümden dirildiğini ispatlamaz. Hristiyanlık inancının doğruluğu, İsa Mesih’in bedensel olarak dirilişinin gerçekliğine bağlıdır.
Dr. Norman Geisler’in ifade ettiği gibi: “Eğer İsa, mezara konulan fiziki bedenin aynısı ile dirilmediyse diriliş, O’nun Tanrı olduğuna dair iddialarının (Yuhanna 8:58; 10:30), delile dayanan ispatı olma değerini kaybeder. Bahsi geçen beden mecazi değil, fiziksel bir bedendir. İsa, maddesel bir beden ile dirilmedikçe, O’nun dirilişinin doğrulanması mümkün değildir ve tarih karşısındaki ikna kabiliyetini kaybeder.”
DİRİLİŞİN ÖNEMİ
Dünya üzerindeki büyük dinlerden, sadece dört tanesi felsefi savlar üzerine kurulmuştur. Felsefi sistemler yerine, kişilere dayandırılan dört büyük din içerisinde, kurucusunun mezarının boş olduğunu iddia eden tek din, Hristiyanlıktır. Yahudiliğin kurucusu İbrahim Peygamber, M.Ö. 1900 senesinde vefat etmiştir, ancak kendisi ile ilgili hiçbir diriliş iddiasında bulunulmamıştır.
Therefore Stand isimli eserde Wilbur Smith, şunları söylemiştir: “Buda’nın orijinal hikâyelerinde, onun ölümden dirilmesi hakkında hiçbir imada bulunulmamaktadır aksine, Mahaparinibbana Sutta isimli en eski kayıtlara baktığımız zaman, Buda’nın ölümü hakkında şu ifadeyi görmekteyiz: ‘Buda ölmüş ve geride ondan hiçbir şey kalmamıştır’.”
Profesör Childers, şunları belirtmiştir: “Pali el yazmalarında ya da tefsir kitaplarında (benim bildiğim bütün kitaplarda) Sakya Muni’nin ölümünden sonra var olduğuna ya da öğrencilerine gözüktüğü yolunda bir kayıt bulunmamaktadır. Hz. Muhammed M.S. 632 senesinde 8 Haziran’da, 61 yaşında Medine kentinde vefat etmiştir. Binlerce Müslüman her sene Hz. Muhammed’in mezarını ziyaret etmektedir. Dünya üzerindeki milyonlarca Müslüman, Yahudi ve Budist, kendi inançlarının kurucularının ölümden dirilmediği konusunda hemfikirdirler.”
William Lane Craig, şöyle yazmıştır: “Diriliş inancı olmadan, Hristiyan inancı var olamaz. Öğrenciler, yenilmiş ve dağılmış adamlar olarak anılırdı. İsa’nın çarmıha gerilip ölmüş olması, O’nun Mesih olduğuna dair tüm ümitleri sonsuza dek sustururdu, hatta sevgili öğretmenleri İsa’yı, hafızalarından bile silebilirdi. Haç, İsa’nın kariyerinin utanç ve üzücü sonu olarak karşılarında hep dururdu. İşte bu yüzden Hristiyanlığın kökeni, erken dönemlerdeki öğrencilerin, Tanrı’nın İsa Mesih’i ölümden dirilttiğine dair olan inançlarına bağlıdır.”
Theodosus Harnack, şöyle demiştir: “Diriliş hususunda sahip olduğunuz görüş bana göre sizin kişisel Hristiyan ilâhiyatınız olamaz. Bana göre Hristiyanlık, Diriliş gerçeğine göre ayakta durur ya da yıkılır.”
William Milligan, şu ifadede bulunmuştur: “Tanrımızın Dirilişi hakkında doğrulayıcı delillerden bahsederken, eğer bu diriliş gerçek ise, O’nun hayat hikâyesindeki her bulgunun, bu gerçekle uyum içerisinde olduğu öne sürülebilinir.”
Wilbur M. Smith, şu sonuca varmıştır: “Sık sık, detaylı ve tereddütsüz bir şekilde Yeruşalim’e gittikten sonra öldürüleceğini, ancak üçüncü gün mezarından dirileceğini belirten ve bu peygamberliği gerçekleşen Rab’bimizin söylediği diğer her şeyi, her zaman tereddütsüz doğru olarak kabul etmişimdir.”
Bu konuda W. J. Sparrow Simpson ise, şu yorumda bulunmuştur:
Mesih’in ölümden dirilişi, O’nun Tanrı Oğlu olmasını nasıl olur da ispatlar sorusunun cevabı şudur. İlk olarak, ölümden Kendi gücü ile dirilmiştir. Kendi hayatını feda edecek ve tekrar hayatını geri alacak kudrete sahiptir, Yuhanna x.18. Bu, diğer ayetlerde öğretilen diğer gerçekler ile uyum içerisinde bir olgudur, Baba’nın kudreti ile ölümden dirilmiştir, çünkü Baba ne yaparsa, Oğul da aynısını yapar; yaratma ve diğer gözle görülür bütün işler, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’da farksızdır. Ancak ikinci olarak, Mesih açık bir şekilde Kendisinin Tanrı Oğlu olduğunu beyan etmiştir ve ölümden dirilişi, bu beyanatın gerçekliği üzerindeki Tanrı’nın mührüdür. Eğer Mesih, ölümün gücüne yenik düşse idi, bu durumda Tanrı’nın, İsa’nın Tanrı Olma iddiasını onaylamadığını anlardık; ancak Tanrı, İsa’yı ölümden dirilttiğine göre, tüm herkese “Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum” gerçeğini beyan etmiştir.
Aynı şekilde Petrus’un, Pentikost gününde verdiği vaaz baştan sona Diriliş üzerine bina edilmiştir:
Diriliş sadece bir prensip teması değildir, eğer bu doktrini çıkartırsanız geride hiçbir doktrin kalmaz. Diriliş olayı şunları ileri sürmektedir: (1) İsa’nın ölümünün açıklaması; (2) Mesih’in yaşayacağı bir olay olarak peygamberlik sözlerinden oluşan bir beklentinin yerine gelmesi; (3) öğrenciler tarafından tanık olunulması; (4) Kutsal Ruh’un yağmasının sebebi, ki bu dinsel mucizenin açıklanabilirliğinin sağlanması; ve (5) Nasıralı İsa’nın Mesih ve Kral unvanlarının gerçekliğinin ortaya konulması. Birçok tez ve varılan sonuçlar tamamen Diriliş’in gerçekliği üzerine bina edilmiştir. Diriliş olmadan, Nasıralı İsa’nın Mesih ve Kral unvanlarının gerçekliğini ikna edici bir şekilde anlayamazdık. Diriliş olmadan, Kutsal Ruh’un yeni bir şekilde yağması asla açıklanamayacak bir gizem olarak kalırdı. Diriliş olmadan, havarilerin tanıklığının anlamı kalmazdı. Mezmur xvi’nın Mesih hakkındaki izahatı ve tüm beklentiler, gelecekte ortaya çıkacak olan bir Mesih’in yaşayacağı tecrübeler olarak beklenmek zorunda kalınırdı. Tabii ki İsa’nın işlerinden dolayı üzerinde bir İlâhi Onaylama olacaktı, ancak bu Onay süresi sadece hayatının uzunluğu ile limitli olurdu; aynen ulusu tarafından daha fazla tahammül edilemeyen herhangi diğer bir peygamberinki gibi. İşte bu yüzden, ilk Hristiyan vaazı, İsa’nın Diriliş’i ile ortaya çıkan konumu üzerine olmuştur.
Kilisenin dirilişe olan inancını reddeden Adolf Harnack bile şunları itiraf etmektedir:
“Havarilerin İsa’daki derin güveni, ölüme yenilmediğine ve Tanrı tarafından diriltildiği inancında köklenmiştir. O’nda yaşadıkları ve kesinlikle kendi gözleri ile görmelerinden dolayı, havarilerin Mesih’in dirilişine olan inançları, O’nun ölümüne olan inançları kadar güçlüydü ve bu yüzden O’nun hakkında konuşurken ana tema olarak, bu gerçekleri seçmişlerdir.”
H. P. Liddon, şunları belirtmiştir: “Dirilişe iman, Hristiyan inancı kemerinin anahtar taşıdır ve bu taşı yerinden oynatırsanız, ne yaparsanız yapın tüm kemer çökecektir.”
Douglas Groothuis, şu beyanatta bulunmuştur:
Yeni Antlaşma, İsa’nın dirilişinin gerçekliğini yansıtmakta ve yankılamaktadır. İncil metinleri, İsa’nın ihanete uğrayacağına, öldürüleceğine ve ölümden dirileceğine ve bunların gerçekleşmesi gerektiğine dair öğretişini bizlere iletmektedir. İncil’in ilk dört kitabı, İsa Mesih’in, mezarının boş olduğunun ve önceden bildirdiği gibi öğrencilere ve birçok kişiye göründüğünün tanıklığını yapmaktadır. Elçilerin İşleri kitabı, Dirilmiş olan İsa Mesih’in vaazların odak noktası olduğunu kaydetmiştir. Yeni Antlaşma mektuplarının ve Esinleme kitabının, Dirilmiş bir İsa Mesih olmadan, anlamsızlığa doğru eriyip gidecekleri kesindir. Diriliş; İncil’in ilk dört kitabında, ilk kiliselerin tarihinde (Elçilerin İşleri), Petrus, Yuhanna, Yakup, Yahuda’nın mektuplarında ve İbraniler’e mektupta beyan edilmiştir. Elimizde farklı farklı ve güvenilir tanıklar vardır. Yeni Antlaşma metinleri, tarihsel geçerlilik olarak gayet sağlam olduğunu ispatladığına göre, dirilişi objektif bir gerçek olarak kabul etmek için elimizde yeterli sebep vardır.
Mesih’in dirilişi, her zaman için kilisenin koşulsuz olarak merkez prensibi olmuştur. Wilbur Smith’in de ifade ettiği gibi:
Hristiyan Kilisesi, Tanrı tarafından bahşedilen yaşamının ilk gününden beri, İsa Mesih’in Dirilişi konusundaki inancını tek vücut olarak sırtlamıştır. Kilisenin en önemli temel doktrinlerinden ve kanaatlerinden bir tanesi olan Diriliş inancı, Yeni Antlaşma’nın her satırına öyle bir işlenmiştir ki, eğer diriliş ile ilgili ifade ve referansları çıkartmaya kalkışırsak, elimizde anlam ifade etmeyen kelimeler yığını kalır. Diriliş inancının, ilk Hristiyanların yaşamlarını derinden etkilediğini, anıt mezarlardan, yer altı mezarlarının duvarlarındaki resimlerinden, Hristiyan ilâhi sanatındaki etkisinden, ilk dört asır boyunca yazılan inanç savunmalarının en can alıcı konusu olmasından, İznik öncesi ve İznik sonrası dönemlerde devamlı bir şekilde vaaz konusu olarak ele alınmasından anlamaktayız. Kilisenin inanç açıklamasındaki yerini bir an önce almış, Elçilerin inanç açıklamasında ve takip eden bütün önemli inanç açıklamalarında yer almıştır.
Yeni Antlaşma’nın verdiği tanıklığın her zerresinde, Müjde’nin ya da İncil’in yükünün; “Bu Öğretmenin izleyicisi ol ve elinden geleni yap” öğretişinde değil, “İsa ve Diriliş” öğretisinde olduğunu görmekteyiz. Hristiyanlığın karakterini radikal bir şekilde değiştirmeden ve kimliğini yok etmeden, bu öğretişi çıkartmanız mümkün değildir.
Profesör Milligan, şunları belirtmiştir: “Hristiyan Kilisesinin doğuşu şafağın ilk ışıklarının vurmasından itibaren kilise sadece Tanrı’sının Dirilişine inanmakla kalmamış, tüm varlığını bu gerçek üzerine kurmuş, bu öğretiş ile tek vücut olmuştur.”
Robertson Nicoll, Pressensé’den şu alıntıyı yapmıştır: “Mesih’in boş mezarı, Kilisenin beşiği olmuştur.”
Sparrow Simpson şöyle demiştir: “Eğer Diriliş, tarihsel bir gerçek değilse, bu ölümün gücü ve günahın etkisi kırılmamış demektir ve Mesih’in ölümünün önemi teyit edilmemiş olur ki, bu durumda imanlı olanlar hâlâ günahlıdırlar ve kesinlikle İsa’nın ismini duymadan önceki yaşamları neredeyse yine aynı konumdadırlar.”
R. M’Cheyne Edgar, The Gospel of a Risen Saviour (Dirilmiş Kurtarıcı’nın İncil’i), isimli eserinde şunları yazmıştır:
Karşımızda bir din öğretmeni vardır ve bu kişi, kendinden emin bir şekilde, o ana kadar yaptığı bütün iddiaların gerçekliğini ispatlamak için, ölme ve ölümünden dirilebilme yeteneğini masaya koymuştur. Kesinlikle emin olabileceğimiz bir şey varsa, o da tarih boyunca bunun benzeri bir teklif yapılmamıştır. Bu sıra dışı iddianın, peygamberin mistik öğrencileri tarafından icat edildiğini ve Kutsal Kitap’a sonradan eklendiğini söylemek, sırtımıza çok ağır bir saflık ibaresi yüklemek demektir. Tüm iddialarını, ölümden dirilme yeteneğine bağlayan bu Öğretmenin iddiasının eşi bulunmamaktadır ve iddialarının doğruluğu, kendi kendisini ispatlayan yaşamı ile karşımızda parlamaktadır!
William Lane Craig, Elçiler için dirilişin ne anlama geldiğine işaret etmektedir:
İsa’nın çarmıha gerilmesinin elçiler üzerinde ne kadar güçlü bir yıkıcı etki yarattığını tahmin etmek bile çok zordur. Onlarda ne ölen bir Mesih, ne de dirilen bir Mesih kavramı vardı, çünkü Mesih sonsuza kadar hükmedecek olandı (ç.ref. Yuhanna 12:34). Eğer diriliş konusunda bir ön inanca sahip değilseniz, İsa’nın ölümünden dolayı, Mesihliğine inanmanız imkânsız olur. Diriliş, bir felaketin bir zafere dönüşüdür. Çünkü Tanrı, İsa’yı ölümden diriltmiştir ve bütün olan bitenlerden sonra Mesih olarak ilân edilmelidir (Elçilerin İşleri 2:32, 36). Aynı durum haçın önemi için de geçerlidir. İsa’nın utanç verici ölümünün, teskin edici ifadeler ile tefsir edilmesini mümkün kılan, O’nun dirilişidir. Diriliş olmadan, İsa’nın ölümünün tek anlamı, aşağılanma ve Tanrı tarafından lanetlendiği olurdu; ancak bu ölüme, sadece diriliş ile bakıldığı zaman, günahların bağışlanması için gerekli bir olay olduğunu anlamamız mümkündür. Diriliş olmadan, Hristiyanlık diye bir şey asla var olmazdı. Elçiler, İsa’yı sevgili öğretmenleri olarak hatırlamaya devam etselerdi bile, ne O’nun Mesihliğine ne de Tanrılığına inanırlardı.
Aşağıdaki yazı, Elçisel Kilise Sözlüğünden alınmıştır:
Kilisenin Diriliş inancını eleştirme konusunda en ısrarcı ve tavizsiz kişi olan D. F. Strauss, şu itirafta bulunmaktadır: “Diriliş mevzusu sadece İsa’nın hayatını değil, tüm Hristiyanlığı etkileyen bir kriterdir”, “tüm Hristiyanlığı kısa bir sürede etkilemiş” ve “ tüm Hristiyanlar için varlığı kesin olarak kabul edilmiştir.” (New Life of Jesus, Eng. tr., 2 vols., Londra, 1865, i. 41, 397). Eğer dirilişi çıkartırsak, Hristiyanlığın üzerinde durduğu her şey yıkılmış, esas anlamı yok olmuş ve can damarları kesilmiş olur, ancak diriliş öğretisi ayakta kaldıkça Hristiyanlığa dair ne varsa hepsi ayakta kalacaktır. Böylece yüzyıllar boyunca Diriliş, Hristiyan inancına yapılan saldırıların hedef tahtası olmuştur.
B. B. Warfield’in ortaya koyduğu gibi, “Mesih’in Kendisi, kasten bütün iddialarını insanların önüne, ölümden dirilmesi karşılığında koymuştur. O’ndan bir işaret istendiği zaman, Kendisinin tek ve tamamlanmış olan itimat belgesini işaret etmektedir.” (Warfield, alıntı yeri Anderson, CWH, 103)
Ernest Kevan, İsviçreli meşhur ilâhiyatçı Frederick Godet hakkında şunları söylemiştir: “Lectures in Defence of the Christian Faith [1883, p. 41] isimli eserine, Mesih’in dirilişinin öneminden bahsetmekte ve Mesih’in yetkisinin ve iddialarının geçerliliğinin ispatı olarak sadece bu mucizenin yeterli olduğuna işaret etmektedir.”
Michael Green, aşağıdaki hususların altını çizmektedir:
Hristiyanlık, diriliş mevzusunu, birçok inanç prensiplerinden sadece bir tanesi olarak görmemektedir. Diriliş inancı olmadan, Hristiyanlık diye bir inancın olması mümkün değildir. Hristiyan kilisesi asla başlayamaz, İsa hareketi, O’nun idam edilmesinden hemen sonra saman alevi gibi yok olur giderdi. Hristiyanlık, dirilişin gerçekliği üzerine kurulmuştur ve onu çıkarmanız Hristiyanlığın çöküşü olacaktır. Eğer dirilişin gerçekleşmediğini ispat ederseniz, Hristiyanlığın sahte bir inanç olduğunu ispatlamış olursunuz.
Hristiyanlık, tarihi bir dindir. Tanrı’nın insanlık tarihine Şahsen müdahale etme riskini üstlendiğinin iddiasında bulunmaktadır ve bu gerçekler hepimizin önünde en acımasız bir gayret ile incelenmek ve değerlendirilmek için karşımızdadır. Bu gerçekler, her türlü incelemeyi göğüsleyecek sağlamlıktadır.”
Mesih’in dirilişi hakkında meşhur İngiliz filozof John Locke, şu ifadelerde bulunmuştur: “Kurtarıcımızın dirilişinin, Hristiyanlık açısından çok büyük önemi vardır; bu önem o kadar büyüktür ki, İsa’nın Mesih olup olmaması, dirilişin gerçek olup olmamasına bağlıdır. Bu iki unsur birbirinden ayrılamaz şekilde bir etkiye sahiptir. Hristiyanlığın başlangıcından beri bu unsurlardan birisine inanırsanız, ikicisine de inanmış olursunuz, eğer birisini reddederseniz, ikisini de reddetmiş olursunuz.”
Kilise tarihçisi Philip Schaff, şu sonuca ulaşmıştır: “İsa Mesih’in dirilişinin gerçekliği, Hristiyan dininin sahte ya da doğru bir inanç olduğunu belirleme konusunda önemli bir test sorusudur. Diriliş ya bir mucizedir ya da tarih kayıtlarındaki en büyük aldatmacadır.” (Schaff, HCC, 173)
Tanınmış uzman ve eğitimci Wilbur M. Smith, şunları ifade etmiştir: “Önceden bildirilmiş ve tarihte devrim yaratan bu olayın, tarihsel delillerdeki rasyonel sağlamlığını yok etmek için kuşanılan silahlar, tarih boyunca başka hiçbir olay için kuşanılmamıştır, kuşanılmayacaktır. İsa Mesih’in dirilişinin gerçekliği, Hristiyan inancının kalesidir. Birinci asırda dünyayı alt üst eden Hristiyanlığı, Yahudilikten ve Akdeniz’in pagan dinlerinin üstüne yükselten doktrin budur. Eğer dirilişi kaldırırsanız, Rab İsa Mesih’in İncil’inin can damarını, eşsizliğini, aslında her şeyini kaybedersiniz. ‘Mesih dirilmemişse, imanınız yararsızdır ve siz hâlâ günahlarınızın içindesiniz’” (1. Korintliler 15:17).
Peter Kreeft ve Ronald K. Tacelli, dirilişin akıl almaz etkisini şöyle ifade etmektedirler:
Dirilişin hayati bir mantıksal önemi vardır, çünkü kurtuluşumuzu tamamlar. İsa, bizleri bedeli ölüm olan günahtan kurtarmak için gelmiştir (Rom. 6:23). Diriliş aynı zamanda, İsa’yı diğer bütün din kuruculardan ayıran, eşsiz bir unsurdur. İbrahim’in, Hz. Muhammed’in, Buda’nın, Konfiçyus’un, Lao-Tzu’nun ve Zoroaster’ın naaşları hâlâ dünya üzerindedir, ancak İsa’nın mezarı hâlâ boştur.
Diriliş mevcudiyetinin oluşturduğu sonuçların etkisinin bir örneği daha yoktur. Diriliş, yaşamın bir ümidi olduğunun, çelikten, yaşanmış, olgulara dayanan bir ispatıdır; “sevgi, ölümden güçlüdür”; iyilik ve kudret müttefiktir, düşman değil; sonuçta zafer yaşamındır; Tanrı, bizlere tam burada dokunmuş ve son düşmanımızı yenmiştir; bizler, seküler modern dünyanın göstermeye çalıştığı gibi kozmik yetimler değiliz. Dirilişin mevcudiyetinin oluşturduğu sonuçların etkisini, öğrencilerin bu olaydan önceki ve sonraki davranışlarında görmekteyiz. Önce kendi Öğretmenlerini reddettiler, kaçıp kilitli kapılar arkasına korku ve karmaşa içinde saklandılar. Sonra bu ürkek tavşanlar, kendinden emin azizlere, dünyayı değiştiren misyonerlere, cesur şehitlere ve Mesih için her tarafta dolaşan esenlik dolu elçilere dönüştüler.
Yorum Ekle