İsa Mesih

İsa Mesih Gerçeği

1. GİRİŞ

“İsa’nın Tarihsel Gerçekliği” başlığı altında bir yazı yazmak, şimdiki başlığa
kıyasla çok daha kolay bir iş olurdu.

Ne var ki, o zaman bu büyük ölçüde anlamsız bir başlık olacaktı. Kolay olurdu,
diyorum; çünkü İsa’nın bir söylentiden çok, tarihsel bir gerçek olduğuna ilişkin
elimizde var olan deliller oldukça güvenilir ve sağlamdır ve bu yönde herhangi
bir kuşkuya kesinlikle bir yer bırakmamaktadır. Bu makaleye “İsa Mesih Gerçeği”

başlığını işte bu nedenle verdim. Zira İsa Mesih diye bilinen bir Kişi’nin
gerçekten yaklaşık 2000 yıl önce yaşayan büyük bir peygamber olduğunu belirten o
basit açıklamanın ötesine gidilmesi ve o Kişi’nin kim olduğuna, yaşamı ve
ölümünün ne tür bir önem taşıdığına ilişkin elimizde var olan delillerin
araştırılarak incelenmesi gerekmektedir.

2. HIRİSTİYANLIK’TAN GELMEYEN KAYNAKLAR

Sayıları, nedeni kolayca anlaşılacağı gibi, oldukça az da olsalar, İsa’nın
tarihselliğiyle ilgili Hristiyan olmayan kaynaklardan gelen dokümansal deliller
yeterlidirler. Romalı yazarlar arasında Bitinya valisi olan Pliniyus, İ.S. 112
yıllarında İmparator Trayanus’a yazdığı bir mektupta, bölgesinde yaşayan
Hristiyanların “haftanın belirli bir gününde, daha gün doğmadan bir araya gelip
İsa Mesih’i Tanrı olarak yücelten ilahiler söylediklerini” yazmaktadır. İ.S. 115
ile 117 yılları arasında tarihçi Takitus, ‘Roma Tarihi’ adlı yapıtında, İ.S. 64
yılında Roma’yı yakıp kavuran yangının sorumlusu olarak zamanın Hristiyanlarının
suçlandığını yazmakta ve Hıristos’un(1), ki Hristiyanlar bu ismi buradan
almışlardır, İmparator Tiberyus’un yönetimi döneminde vali Pontiyus Pilatus
tarafından ölüm cezasına çarptırılışı konusunda yorumlarda bulunmaktadır.

İ.S. 120 yıllarında Suetonyus adında bir Romalı tarihçi ‘Klaviyus’un Yaşamı’
adlı yapıtında Roma İmparatoru Klaviyus’un “Hrestos’un kışkırtması üzerine
sürekli karıştıkları isyanlardan dolayı Yahudiler’i Roma’dan kovduğunu”
belirtmektedir. Burada sözü edilen olay herhalde Yahudiler’in İ.S. 49 yılında
Roma’dan kovulmasıdır. Hrestos, Hristos (=Mesih) ile sık sık karıştırılan bir
köle ismiydi ve Yahudiler’in Mesih’le ilgili bir kavgası, Hıristos’un (Mesih’in)
kendi kışkırtmış olduğu bir şeymiş gibi gösterilebilirdi.

Yine, Roma kaynaklarından konuyla ilgili az sayıda (üçüncü yüzyılda yaşamış
olan) Yulyus Afrikanus’un İsa’nın çarmıha gerilmesiyle ilgili bilgileri içeren
tarihi bulunmaktadır. Afrikanus bu alıntıları, İmparator Tiberyus’un serbest
bıraktığı Thallus adında bir köle tarafından İ.S. 52’de yazılan bir Doğu Akdeniz
tarihinden yapmıştır.

Yahudi kaynaklarında İsa’yla ilgili yazılar yeterli olmakla birlikte, genellikle
karşı bir yaklaşımla yazılmışlardır ve güvenilir değildirler. Yahudi bir bilim
adamı olan Joseph Klausner, ‘Nasıralı İsa’ adlı yapıtında, Talmud’dan(2) aldığı
İsa’yla ilgili birkaç söze yer vermektedir. Profesör A.M. Hunter’ın de özetlemiş
olduğu gibi Talmud’da, İsa’nın büyücülükle uğraştığı, bilgileri alaya aldığını,
halkı doğru yoldan saptırdığı ve Fısıh(3) arifesinde çarmıha gerildiği ileri
sürülmektedir. “Bu alıntılar açıkça göstermektedir ki”, diyor Hunter, “İsa’nın
yaşamış olduğundan kuşkulanmamızı gerektirecek hiçbir neden yoktur; çünkü
insanlar, genellikle ‘masallara öyle bir şiddetle karşı gelmezler’”.

Yazıları o dönemden günümüze kadar gelebilen tek Yahudi tarihçisi Yosefus’a
baktığımızda, İ.S. 70-75 yılları arasında yazılan ‘Yahudi Savaşı’nın Grekçe
özgün metninde İsa’yla ilgili bir şeye rastlanmıyor; ve bunun eski Rusça’ya
yapılan tercümesinde bulunan İsa’yla ilgili yaklaşık sekiz alıntının
güvenilirlikleri de kuşkuludur. Ama Yosefus, bundan yaklaşık 20 yıl sonra
yazdığı ‘Eski Yahudiler’in Tarihi’ adlı yapıtında, Vaftizci Yahya diye de
bilinen Yahya Peygamber’den açıkça söz etmekte; ve bir bölümüne başkâhin
Hanna’nın, “Yahudiler’in Yüksek Kurulu’nu toplantıya çağırarak, Mesih diye
bilinen İsa’nın erkek kardeşi Yakup’la, kanunları çiğnemekle suçladığı diğer
bazı kişileri mahkeme önüne çıkardığını” yazmaktadır. Başka bir yerde İsa’nın
kişiliği, mucizeleri, öğretileri ve çarmıha gerilişi konusunda oldukça uzun
yorumlarda bulunmaktadır.

3. HIRİSTİYANLIK’TAN GELEN KAYNAKLAR

İlk Hristiyan toplumunun inancı ve uygulamalarıyla ilgili çok erken dönemlerden
kalma yeterince arkeolojik bulgu da bulunmaktadır. Ama tüm bu Roma, Yahudi ya da
arkeolojik kaynaklarda gelen deliller, İncil’in kendi verdiği çok daha erken ve
ayrıntılı kanıtlara sadece destek oluşturmaktadır(4). İsa’nın tarihselliğiyle
ilgili en güçlü delillerden birisi olan İncil bölümü 1.Korintliler 15:1-11, aynı
zamanda O’nun ölümden dirilişine ilişkin en inandırıcı kanıtlardan birisini de
oluşturmaktadır. Elçi Pavlus, Korintli inanlılara yazdığı birinci mektubun söz
konusu bölümünde şunları yazıyor:

“Kardeşler, size bildirdiğim, sizin de kabul edip bağlı kaldığınız müjdeyi
hatırlatmak istiyorum. Size müjdelediğim söze sımsıkı sarılırsanız, bunun
aracılığıyla kurtulursunuz. Aksi halde boşuna iman etmiş olursunuz. Aldığım
bilgiyi size öncelikle ilettim. Şöyle ki, Kutsal Yazılar uyarınca Mesih,
günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün
ölümden dirildi. Kefas’a, sonra Onikilere göründü. Daha sonra da beş yüzden çok
kardeşe aynı anda göründü. Onların çoğu hâlâ yaşıyor, bazılarıysa öldüler.
Bundan sonra Yakup’a, sonra bütün elçilere ve en son, zamansız doğmuş bir çocuğa
benzeyen bana da göründü. Ben elçilerin en küçüğüyüm. Tanrı’nın topluluğuna
zulmettiğim için elçi olarak anılmaya bile layık değilim. Ama şimdi ne isem,
Tanrı’nın lütfuyla öyleyim. O’nun bana olan lütfu boşa gitmedi. Elçilerin
hepsinden çok emek verdim. Aslında ben değil, Tanrı’nın bende olan lütfu emek
verdi. İşte, gerek benim yaydığım, gerek diğer elçilerin yaydığı ve sizin de
iman ettiğiniz bildiri budur.”

Bu mektubun Elçi Pavlus tarafından yazılmış olduğu bugün tüm uzmanlarca kuşku
duyulmadan kabul edilmektedir. Genel olarak kabul edildiği gibi bu mektup, İ.S.
55 yılının baharında yazılmıştır. Bu nedenle de İNCİL’in İsa’nın dirilişine
tanıklık eden en erken yazılardan bir tanesi olmakla birlikte kuşkusuz,
Pavlus’un mektuplarının ilki değildir. Ama yukarıda aktarılan bölümdeki ilk
birkaç ayet, mektup daha yazılmadan yirmi yıl öncelerine kadar geri giden bazı
kanıtlar taşımaktadır ki, Pavlus, kendisinin almış olduğu bu bilgiyi, yani “İsa
Mesih’in Kutsal Yazılar uyarınca günahlarımıza karşılık öldüğünü, gömüldüğünü ve
üçüncü gün ölümden dirildiğini” okuyucularına öncelikle bildirdiğini
söylemektedir (Pavlus, burada Grekçe teknik sözcükler kullanarak, güvenilir bir
bilgiyi alıp başkalarına aktardığını belirtmektedir). Sonra da, kendi
deneyimiyle ilgili birkaç söz eklemeden önce, olayları gözleriyle görmüş olan
görgü tanıklarının bir listesini veriyor.

Bu mektubun kimin tarafından ve ne zaman yazıldığını çok iyi biliyoruz. Şunu da
biliyoruz ki, Pavlus’un bu bilgileri ağız yoluyla Korintli inanlılara ilettiği
tarih, İ.S. 50 ya da 51 yılları olmalıydı. Ama kendisi bu bilgileri ne zaman
‘almıştı’? Pavlus mutlaka bu bilgileri, tövbe edip İsa’ya inandıktan hemen sonra
-Şam yolunda giderken İsa Mesih’in görkemli ışığını görüp gözlerinin geçici
olarak kör olduğu ve Şam’daki inanlılara tanıştığı zamanda almıştır. Bu da
İsa’nın çarmıha gerilişinden en erken iki yıl ile en geç beş yıl sonra olabilir.
Buna göre Elçi Pavlus bu bilgileri, haber daha tazeyken, ta başlarda almıştır.

Ama Pavlus bu bilgileri ilk aşamada tam olarak almamış olsa bile, sıralamış
olduğu tanıkların yanısıra, Kudüs’e yaptığı ilk ziyareti sırasında yanında iki
hafta kaldığı oniki öğrenciden (havariden) Petrus ve orada görüştüğü ‘Rab’bin
(İsa’nın) kardeşi Yakup’tan almış olmalı. Nitekim Pavlus, bu bölümde İsa
Mesih’in dirilişine ayrı ayrı hem Petrus, hem de Yakup’un tanık olduklarından
söz ediyor. Pavlus, söz konusu bu ziyaretten İncil’de bulunan Galatyalı Mesih
İnanlıları’na (Hristiyanlara) yazdığı mektubun birinci bölümünde söz etmekte; ve
bu mektubun da kesin olarak Pavlus tarafından yazıldığı bilinmektedir. Pavlus
Galatyalılar’a bu ziyareti, İsa Mesih’e inandıktan yaklaşık üç yıl sonra
yaptığını söylüyor. Bu da demektir ki, Pavlus bu bilgileri, İsa’nın çarmıha
gerilmesinden birkaç yıl sonra -en az dört, en fazla yedi yıl- Kudüs’ü ziyaret
ettiğinde almıştır. Pavlus, dahası, dönemin tüm Mesih İnanlıları önderlerinin
verilen bu bilgilerde sözü edilen gerçekleri onayladığını da belirtiyor.
Pavlus’un, bu bilgilerin tüm Mesih İnanlıları’nca kabul edilmesine çok önem
verdiği açıktır.

Bu da, kendi başına çok güvenilir tarihsel bir belge oluşturmaktadır. Elçi
Pavlus, tanıklar listesine koyduğu “İsa’yı aynı anda gören beş yüzden fazla
kardeşten” söz ederek ve de bu mektubu yazdığı zamanda, bunlardan bazıları ölmüş
olsa da, sözünü ettiği tanıklardan bir çoğunun hâlâ hayatta olduğunu ekleyerek,
bu konu üzerinde ne kadar büyük bir ısrar ve ağırlıkla durduğunu gösteriyor. Bu
gözlem, İncil’in en önemli ifadelerinden birisidir. Pavlus hiç de akılsız biri
değildi. Herhangi yanlış bir söz söylediğinde, düşmanlarının bunu kendisine
karşı sert bir koz olarak kullanabileceklerini çok iyi biliyordu. Bu nedenle
Pavlus’un, yalan olduğunu bile bile, İsa Mesih’i diri olarak görenlerden en az
üç ya da dört yüzünün hâlâ yaşadığını söyleyerek kendi saygınlığını
zedeleyebilecek bir şey yapmış olabileceği kesinlikle düşünülemez! Gerçekten de
Pavlus burada, “Benim söylediğim bu sözlerin doğruluğundan kuşku duyuyorsanız,
gidin o insanlara sorun,” diyor – “Söylediklerimin doğruluğunu onaylayan birkaç
yüz kişi hâlâ yaşıyor…”

Eleştiricinin bu belirgin kanıt karşısındaki tepkisi, sanımca aşağı yukarı şöyle
olabilir: “Efendim… Pavlus’un yakın bir zamana kadar yaşayıp da sonra çarmıha
gerilerek öldürülen gerçek birisi hakkında yazmış olduğunda kuşku duyduğum
yok… Bu nasılsa tarihte bilinen bir olay… Yine, bu kişinin, yaşadığı dönem
insanları üzerinde büyük etkiler bıraktığından da kuşku duymuyorum. Pavlus ve
diğer öğrencilerin, İsa’nın ölümü yendiğine ve O’nunla hâlâ ruhsal bir ilişki
içinde bulunduklarına kendilerini gerçekten inandırmış olduklarını da kabul
ediyorum. Ama bu inanç, kendi kafalarında kurmuş oldukları bir takım hayallere
dayanmış olamaz mı? Çünkü 1.Korintliler mektubunun 15. bölümünde İsa’nın
cesedinin koyulduğu ve daha sonra ortadan kaybolduğu boş bir mezardan söz
edilmiyor, öyle değil mi? İnsanların bu bilgiyi, yani İsa adındaki birinin
ölümden dirildiğini duyabilmeleri için İncil’in ilk dört kısmının yazılışını
beklemeleri gerekiyordu.”

Değinileceği gibi şimdi bu itiraz, İsa’nın dirilişini her ne kadar bir soru
işaretiyle noktalıyorsa da, İsa’nın tarihsel gerçekliğini tamamen
onaylamaktadır. Ama bu aynı bölümde İsa’nın boş bıraktığı mezarla ilgili çok
açık bir Yahudi, mezarın içine yatırılan cesede gerçekten olağanüstü bir şey
olduğuna inanmadan, kuşkusuz “Mesih Kutsal Yazılar uyarınca günahlarımız için
öldü, gömüldü ve yine Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi” gibi
bir şey söylemezdi.

Eski Yunanlılar ve Romalılar ölülerin ruhlarının değişik bir dünyada gölge
biçiminde yaşamaya devam ettiklerine inanırlardı. Ama Yahudiler’in kesinlikle
böyle bir inançları yoktu. Ölümden sonra bir yaşam olduğunu kabul eden
Yahudileri bunun kıyamet günündeki bedensel diriliş olduğuna inanıyorlardı.
Dahası, eğer Pavlus çarmıha gerilen İsa’nın sadece ruhsal anlamda yaşamına devam
ettiğini düşünüyorduysa, İsa “üçüncü gün tekrar dirildi” derken hangi akla
hizmet ediyordu? Birinin yaşamını ruhsal anlamda sürdürmesi, bir kişi ölür ölmez
hemen olması gereken bir şeydir. Oysa Elçi Pavlus bu olayın İsa’nın ölümünden üç
gün sonra gerçekleştiğini açık bir şekilde belirtiyor. Pavlus’un bu konular
üzerindeki inancını anlamak için, okuyucunun 15. bölümü sonuna kadar okuması
yeterli olacaktır. Çünkü Pavlus bölümün sonlarında, Mesih İnanlıları’nın bir gün
tekrar dirileceğine ilişkin yaptığı açıklamalarda, ‘doğal’ (türabî) ya da
fiziksel bir beden ile bir gün kendilerine verilecek ‘göksel’ (semavî) ya da
ruhsal beden arasındaki temel ayrımları dile getiriyor. Prof. Pannenberg bu
doğrultuda ısrarla şunları söylüyor:

“ ‘Diriliş’ dendiğinde Pavlus’un düşüncelerine hemen ölümden dirilen İsa geliyor
olmalıydı. Çünkü o, İsa’nın dirilişi ile Mesih İnanlıları’nın son günde
dirilişinin özde aynı olduğunu düşünmüştür. Pavlus’un, ölümden diriliş konusu ve
İsa’nın bedence dirilişini bedenin basitçe tekrar canlanması değil de, köklü bir
değişimden geçen diriliş olarak kavramış olduğunu düşünmemiz çok önemlidir.”

Bu görüş, Pavlus’un İncil’de bulunan Filipililer’e yazdığı mektubun 3:20 ve
sonrasında söylemiş olduğu sözlerle de doğrulanmaktadır:

“Oysa bizim vatanımız göklerdedir. Ve oradan, Kurtarıcı olan Rab İsa Mesih’i
bekliyoruz. O, her şeyi kendine bağlı kılmaya yeterli olan gücünün etkinliğiyle
bizim zavallı bedenlerimizi değiştirip kendi yüce bedenine benzer hale
getirecektir.”

Profesör Dodd, İsa’nın boş bıraktığı mezarla ilgili yazılanları şu sözlerle
özetliyor:

“Diriliş dendiğinde doğal olarak akla gelen ilk şey, bir yerde, İsa’nın ölümü ve
gömülüşünün tam tersiydi. Biraz önce alıntılarını yaptığım mektupların yazılış
tarihi, İncil’in ilk dört ana kısmının yazılışından epey öncelere gidiyor. Sonuç
olarak, açıktır ki, ilk dönem Mesih İnanlıları’nın, Efendileri’nin dirilişi
başlangıçtan beri bu şekilde anladıkları kolaylıkla reddedilemez. ‘İsa ölümden
dirilmiştir!’ derken, O’nun bedeninin artık mezarda olmadığını belirtiyorlardı;
mezara yapılacak kısa bir ziyaretle mezarın boş olduğu hemen görülebilirdi. İşte
İncil’in ilk dört kısmı bu görüşü, ‘mezar ziyaret edildi ve boş olduğu görüldü,’

diyerek açıklıyorlar.”

Dahası, elimizdeki delillerden anlaşılıyor ki, Pavlus’un mektuplarının birçoğu
İncil’in ilk dört ana kısmı (Mata, Markos, Luka ve Yuhanna) ortaya çıkmaya
başlamadan sadece kısa bir süre önce yazılmıştır. Buna göre, İsa’nın dirilişine
tanık olan beş yüz kişiden çoğu İ.S. 55’te hâlâ hayattaydıysalar, bunlardan on
ya da yirmi yıl sonra da hayatta olmuş olacakları kolayca anlaşılabilir.
Luka’nın kendi yazdığı İncil kısmının hemen başında değindiği gibi, İsa’yla
ilgili gerçekleri yazılı bir şekilde kaydetme çalışmalarına o yıllarda bile
çoktan başlanmıştı. İsa’nın yapmış ve söylemiş olduğu şeyler, elçiler
(havariler) ve diğer “müjde” yayıcılarınca durmadan akıp duran yeni inanlılara
ve araştıran kimselere anlattıkça katı bir şekil almış ve hatta kelime bile
ezberlenmiş olmalı.

4. İSA’NIN KİMLİĞİ

Bu noktada, dogmatik bir şekilde ve desteksiz olarak kabul edilen bir takım
açıklamalara kısa da olsa bakmamız yerinde olacaktır. Günümüzde bazı bilim
adamlarının İncil’in (İncil yazarlarının İsa’nın ölümünden dirilişine inançları
yüzünden) tek taraflı olarak yazılmış ve hatta İsa’yla ilgili gerçeklerin kısmen
çarptırılmış olduğu yönündeki ısrarlarıyla zaman zaman karşılaşıyoruz. Bu
adamlar, ‘İncil’in İsa’nın ölümüne ve dirilişine iman eden kişilerce yazıldığını
ve İsa’nın yapmış ve söylemiş olduğu şeyleri bu açıdan ele alarak kayda
geçirdiklerini’ söylüyorlar. Bu görüşlerini destekleyebilmek için de Yuhanna’dan
şu alıntıyı yapıyorlar: “Ne var ki yazılanlar, İsa’nın, Tanrı’nın Oğlu(5) Mesih
olduğuna iman edesiniz ve iman ederek O’nun adıyla yaşama kavuşasınız diye
yazılmıştır.” (İncil: Yuhanna 20:31)

Şimdi sırf bu yüzden onların, İsa’nın beş on yıl önce söylemiş ve yapmış olduğu
şeylerden hatırlananları güvenilir bir şekilde belgeleyemeyecek kadar beceriksiz
ve hatalı olduklarını söylemek çok yanlış olur. Ayrıca İsa’nın öğrencilerinin,
yeryüzünde yaşadıkları günlerde “insan olan” Mesih İsa’ya olan tutumlarıyla,
ölümden dirilen ve yüceltilen Rab İsa’ya olan imanları arasında belirgin bir
ayırım yapamayacak ölçüde yetersiz olduklarını söylemek de yanlış olur.

Bunun tersine, onların bu ayırımı korumada başarılı olduklarını belirten oldukça
çok delil vardır. İncil’in Markos kısmı şu sözlerle başlıyor:

“Tanrı’nın Oğlu İsa Mesih’le ilgili müjdenin başlangıcı.” (Markos 1:1)

Birinci bölümün sonlarında da, İsa’nın vaftizinde “Sen Benim Oğlum’sun. Senden
hoşnudum” diye duyulan sözlerle karşılaşıyoruz. İncil’in Matta ve Luka
kısımlarının her ikisi de İsa’ya şu sözleri atfediyor:

“Babam(6) her şeyi bana emanet etti. Oğul’u, Baba’dan başka kimse tanımaz.
Oğul’dan ve Oğul’un Baba’yı tanıtmayı dilediği kişilerden başkası da Baba’yı
tanımaz.” (Matta 11:27; Luka 10:22)

Bu nedenle Yuhanna adını taşıyan İncil kısmında, İsa’nın dünyada yaşadığı sürece
göksel Babası’yla sürdürdüğü yakın ilişkiden çok defa söz etmesi bizi
şaşırtmamalı. İsa’nın sürekli olarak “Oğul kendi başına herhangi bir şey yapamaz
ve öğretemez; tam tersine, yaptığı ve öğrettiği her şeyi tamamen Babası’na
bağımlı kalarak gerçekleştirir.” diye söylediği sözlerin yine bu aynı İncil
parçasında bulunması aynı ölçüde önem taşımaktadır.

Yine, İsa Mesih’in çarmıhtaki ölümüne gitmezden önce Gestemani bahçesinde
kederli bir şekilde dua ederken bile Babası Tanrı’ya Aramice’deki ismiyle “Abba”

(=Babacığım) diye seslendiğini İncil’in Markos kısmında görüyoruz. Böyle bir
hitap şekli yalnız aile ilişkisi kapsamında kullanılabilirdi; ve İsa’dan önce
başka herhangi bir kimsenin Ulu Tanrı’ya bu şekilde hitap etmeye cüret ettiğini
belirten herhangi bir kayıt yoktur. İsa’nın genellikle bu şekilde dua ettiği
anlaşılıyor. Elçi Pavlus’un Grekçe konuşan Hristiyan cemaatlere yazdığı Grekçe
mektuplarında bile “Abba” unvanını Aramice’deki şekliyle koruyarak aynen
kullanması (Bkz. İncil: Romalılara Mektup 8:15, 16; Galatyalılara Mektup 4:5-7),
bunun ancak ve ancak “İsa Mesih” diye bilinen Kişi’den kalan çok değerli bir anı
olduğu neden gösterilerek açıklanabilir.

Ayrıca, İsa’ya “RAB” unvanının tam anlamıyla diriliş olayından sonra verilmiş
olması da önemlidir. İsa’ya günlük konuşmalarda Grekçe ‘Kiriye’ (genellikle

‘Efendi’ anlamında kullanılırdı) unvanıyla seslenildiği ve Luka’nın, İsa’dan
yalın bir şekilde “Rab” diye söz ettiği doğrudur. İncil’in geri kalan
kısımlarının ise İsa’dan “Rab İsa” diyerek söz etmeleri ancak diriliş sonrası
olmalı. Ve Eski Antlaşma’da ‘Rab Tanrı’dan söz eden ayetlerin sık sık İsa’ya da
uygulanması bu dönemden sonra olmuştur.

Bununla birlikte, bir de İncil’in ilk dört kısmında İsa’nın Kendisinden çok, ilk
dönemdeki Mesih İnanlıları topluluğunun ilgilendiği sorunlarla ilgili şeyler
yazdığı söyleniyor. Bazı eleştirmenlerin söylediklerine göre Hristiyan
topluluğunun ilk iki kuşağı, İncil’in kayıtlarına, İsa’nın hayatından
kendilerini ilgilendiren şeyleri, hatırlayabildiklerini, hatta kendi
uydurduklarını sokmuşlardır.

Ama bu görüş de tamamen temelsizdir ve inandırıcılıktan uzaktır. Çünkü İncil’in
Matta, Markos, Luka ve Yuhanna kısımlarında ilk inananlar topluluğunu
ilgilendiren sorunlarla, örneğin sünnet olup olunmama, putlara adanan kurban
etinin yenip yenmemesi ve kadının kilisedeki yeri gibi konularla ilgili hemen
hemen hiçbir kayıt yoktur.

Ayrıca İncil’in ilk dört kısmında, doğrulukları konusunda tarafsız hiçbir
eleştirmenin kuşku duyamayacağı çok sayıda delil bulunmaktadır. İsa’nın oniki
öğrencisi (havari) olduğunu biliyoruz. Ne var ki İncil’de bu havarilere ilişkin
yeterince olumlu sözlerle karşılaşmıyoruz. İncil kayıtlarında öğrencileri
kavgacı, anlayışta kıt ve imanda zayıf insanlar olarak görüyoruz. Sözgelimi
İsa’nın en çok tanınan öğrencilerinden birisi olan Petrus’un, İsa’yı üç kez
inkâr edişi İncil’in ilk dört kısmında genişçe anlatılıyor. Dahası İsa’nın aç
gözlü ve sarhoş, bencil ve cinli biri olduğuna ilişkin öne sürülen suçlamaların
gizli tutulmasına ya da en azından, yumuşatılmasına yönelik hiçbir girişimde
bulunulmamıştır. Prof. C.F.D. Moule İsa’nın kadınlara yönelik tutumuyla ilgili
şu gözlemde bulunmaktadır:

“Sıradan bir insan ya da hayale dayalı romanlar yazan en usta bir yazarın bile,
günah ve pislik dolu bir çevrede tamamen temiz, erdemli ve mükemmel bir karakter
ortaya çıkarabilmesi, o kişinin gerçek bir insan ve bizim gibi duyguları olan
biri olduğunu inkâr etmedikçe, hemen hemen imkansız bir şeydir. Ama İncil
yazılarının hepsinde öylesine sağlam bir karaktere sahip, erdemli ve çekici bir
Kişi (İsa) ile karşılaşmaktayız ki bu Kişi (İsa), içlerinde adı kötüye çıkmış
olanlar da dahil olmak üzere her çeşit kadın arasında rahatlıkla dolaşmış
olmakla birlikte, hiçbir duygusallığa kapılmamış, tuhaf ve acaip şeyler
yapmamış, dar görüşlü davranmamış, ama her seferinde o basit kişilik bütünlüğünü
koruyabilmiştir. Peki bu nasıl böyle olabilmiştir? Acaba, bu yazıların yazıldığı
ve vasıtasıyla aktarıldığı çevrenin böyle bir kişiliğin ortaya çıkabilmesine
kolaylık getirmiş olabileceği düşünülemez mi? Bence kesinlikle böyle bir
varsayım düşünülemez. Çünkü söz konusu çevre bu kişiliğe kolaylık getirmekten
çok zorluk getirmiş ve O’na karşı sürekli düşmanca davranmıştır.”

5. İSA’NIN YETKİSİ

Hemen hemen tüm eleştirmenlerin kabul ettikleri gibi İsa Mesih’in bir diğer
özelliği de, yaptığı ve söylediği şeylerdeki olağanüstü yetkisidir. O’nun bu
yetkisi, karşılaştığı insanları sürekli olarak hayretler içerisinde bırakmıştır.
Bugün de İsa’daki söz konusu yetki insanlarda aynı hayreti uyandırmaktadır.
Nitekim İsa’dan önce yaşamış peygamberlerin hepsi Tanrı’dan vahiy aldıklarında,
insanlara “Rab şöyle diyor,” diye tebliğ ederlerken, İsa Mesih kesinlikle bu
yolu izlemeyip çok daha çarpıcı bir biçimde konuşarak, (Ben) “Size doğrusunu
söyleyeyim…” demiştir. O dönemde Filistin’in kralı olan Hirodes’e ‘Tilki’,
tutucu din adamları olan Ferisiler’e ‘ikiyüzlüler’, ‘Beyaz badanalı mezarlar’ ya
da ‘Engerekler’ demekte hiç tereddüt etmemiş; Yahudilerin kutsal günü olan Şabat
gününde (Cumartesi) havraların birinde mucizelerinden birini gerçekleştirmeden
önce, Kendisini eleştiren fanatik dincilere meydan okumuş ve aynı yerde
Kendisinin Şabat gününün de Rab’bi olduğunu iddia etmiştir. Kendisinin
yeryüzünde günahları bağışlama gücüne (Yahudiler’e göre yalnız Tanrı’ya özgü bir
güce) sahip olduğunu; Kendisi’ni görenlerin Tanrı’yı görmüş olduklarını; ve Son
Gün’de (kıyamet gününde) insanları yargılamak için tekrar yeryüzüne geleceğini
söylemiştir.

Dahası, ölümden görkemle dirildikten sonra insanların Kendisi’ne yönelttikleri
tapınmayı kabul etmiş, geri çevirmemiştir. Ama böyle olmakla birlikte İsa bu
eşsiz yetkisini derin bir sevgi ve sıradan insanlarla konuşabilme yeteneğiyle
birleştirerek kullanmıştır. İsa zavallı ve günahlıları değil, tam tersine kendi
dindarlıklarına güvenen ikiyüzlü dincileri eleştirmiştir. Binlerce kişi ıssız
bir yerde Kendisi’ni dinlerken acıkmış, ama İsa onları evlerine aç göndermemiş,
birkaç parça ekmek ve balığı çoğaltarak onların hepsini doyurmuştur. İsa,
çobansız koyunlar gibi nereye gittiklerini bilmeyen insanlar için kaygı çekmiş
ve gittiği her yerde, halk tarafından aşağılanan vergi görevlileri ve toplumdışı
edilmiş olanların konuğu olmuştur. Şiloha havuzunun yanı başında, bir mucize
olur da belki iyileşirim diye ümitsizce bekleyen yatalak adama ve uzun yıllar
kanaması olup da bir türlü iyileşememiş olan kadına yüreğinde derin bir acıma
duymuştur. Malı ve mülkünden vazgeçemeyen genç adama sevgiyle bakmış; zinada
yakalanıp kendisine getirilen kadını yargılamamış, onu “Git, bir daha günah
işleme” diyerek serbest bırakmış; yorgun ve yükleri ağır olanları canlarına
rahat bulmaları için Kendisi’ne çağırmıştır.

İ.S. 70’te Kudüs kentinin düşmesinden önce yazılmış olması gereken ve İncil’de
yer alan “İbranilere Mektup”un yazarı, ilk bakışta bir çelişkiymiş gibi gözüken
bu konu, yani Tanrı’nın yüceliğinin öz parıltısı ve varlığının öz görünümü olan
Tanrı Oğlu İsa Mesih’in her yönden insanlara benzer kılındığı, bizim gibi her
şeyde denenmiş olmakla birlikte tamamen günahsız olduğu ve elem yoluyla
yetkinliğe kavuşturulduğu konusu üzerinde büyük bir ısrarla duruyor. (Bkz.
İncil: İbraniler 1:3; 2:17; 4:15; 2:19).

Bu aynı konuyla İncil’in diğer kesimlerinde de karşılaşmak mümkün. Sözgelimi
İncil’in Yuhanna kısmında “Söz (İsa) insan olup aramızda yaşadı” (Yuhanna 1:14).
Yine aynı bölümde başka bir ayet şunları yazıyor: “Tanrı’yı hiçbir zaman hiç
kimse görmemiştir. O’nu, Baba’nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul
tanıttı.” (Yuhanna 1:18). İşte, bu yazının boyutlarının dışında kalan bu çok
önemli, aynı zamanda büyük bir sır olan “Tanrısal sözün beden alması” konusu
kısaca böyle açıklanmaktadır. Ama bu gizin temel çözümü İsa Mesih’in şu
sözlerinde yatmaktadır:

“Yol, gerçek ve yaşam ben’im» dedi. «Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse
gelemez.” (Yuhanna 14:6)

İşte, İsa’nın “Kapı”, yani insanın Tanrı’nın huzuruna girip O’nun gerçeği ve
yaşamını deneyimleyebilmesi için gerekli olan tek Yol olduğunu söylemesi bu
nedenledir. Ama bu konuda bir öğretiden ve hatta bir örnekten bile daha güçlü,
daha etkili bir şey olması gerekiyordu. İnsanı, günahlı olmanın verdiği
suçluluktan özgür edecek gerçek bir kurtuluş; kendisini Tanrı’yla arasındaki
gerçek dostluk ilişkisine girmekten alıkoyan günahlılığın gerektirdiği bedelin
tamamen ödenmesi gerekiyordu. Ayrıca, insanın kendi varlığında da bir değişimin
yer alması gerekliydi. İşte, İsa Mesih “ yeniden doğuş” ya da “yeni yaşam
armağanı” derken tam olarak bu değişimden söz ediyordu.

İsa yeryüzündeki hizmetinin sonu yaklaştığı ve tüm ağırlığı artan bir şekilde
kendi öğrencileri üzerine koyduğu bir dönemde İnsanoğlu’nun (Kendisi’nin) elem
çekmesi ve hayatını birçokları uğruna fidye olarak ölüme vermesi gerektiğini
öğretmeye başladı. Bununla birlikte ayrıca, koyunları uğrunda canını seve seve
ölüme veren İyi Çoban’ın, koyunlarda yaşam, hem de bol ve mutlu bir yaşam olması
için dünyaya gelmiş olduğunu söyledi. İsa, Fısıh arifesinde öğrencileriyle
birlikte son akşam yemeğini yerken ekmeği alıp böldü ve öğrencilerine vererek,
“«Alın, yiyin» dedi, «bu benim bedenimdir.» Sonra bir kâse alıp şükretti ve bunu
öğrencilerine vererek, «Hepiniz bundan için» dedi. «Çünkü bu benim kanımdır,
günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır.”
(İncil: Matta 26:26-28).

Dahası, bedence aralarından göğe alınıp götürülmesinin kendileri yararına olduğu
konusunda öğrencilerini ikna etti -her ne kadar öğrenciler bunu o zamanda
anlayamadıysalar da. Çünkü kendisi onların arasında bedence bulunup onlara
öğretmenlik yaptığında bir anda sadece bir yerde bulunabiliyor ve sadece sınırlı
sayıda kişilerle ilgilenebiliyordu. Ama aralarından bedence ayrıldıktan sonra
onları, ‘öksüz’ bırakmayacağını, tersine onlara Kutsal Ruh vasıtasıyla yepyeni
bir şekilde geri geleceğini vaat etti. Bu yolla, gözle görülür bir şekilde değil
de, iman vasıtasıyla onların kalbinde yaşayan Biri olarak daima Kendi halkıyla
beraber olacaktı (İncil: Efesliler 3:17).

Kutsal Ruh onlara geldiğinde Kendisi’nin daha önce onlara anlatmadığı şeyleri
anlatacağını, onlara Kendisi’nin daha önce söylemiş olduğu şeyleri
anımsatacağını ve onları “her gerçeğe” yönelteceğini söyledi. İşte bu nedenledir
ki; İncil’i oluşturan çeşitli kısımları yazan kişiler yazdıklarını kendi
kafalarına göre yazmamışlar; tam tersine Kutsal Ruh’un yol göstermesiyle
yazmışlardır. Tevrat ve Zebur’un yazılması nasıl Tanrı’nın vahyi ile olmuşsa,
İncil’in yazılması da aynı Kaynağın vahyi ile olmuştur (İncil: 2.Timoteos 3:16).
Kutsal Yazılar’ı yazanlar bizim gibi normal insanlardı. Bazılarının sandığı gibi
Tanrı dünyamıza gökten kitaplar göndermedi. İşte bu kişiler Tanrı’nın Kutsal
Ruhu’ndan esinlenerek İnsanlar olarak gerçekleri yazdılar (İncil: 2.Petrus
1:21).

6. SONUÇLAR

“Şu halde İncil kayıtlarındaki İsa hakkında çok daha fazla şeyler
söyleyebiliriz. İsa Mesih’in öğretilerinin büyük bir bölümü, Kutsal Ruh’un
doğaüstü kılavuzluğunun yanısıra, hiç unutulmayan benzetmeler ve kısa deyimler
şeklinde verilmiş ve bunlar hafızlar tarafından kolaylıkla ezberlenmiştir.
Çeşitli kanallarla gelen bu benzetme ve deyimler grubunun tamamı, içerisinde
hiçbir kuşku bulundurmayacak kadar güvenilir ve sağlamdır. Prof. Dodd bu
doğrultuda şu gözlemde bulunuyor:

“Bunların ilk dönem Hristiyan önderlerince kurnazca uydurulmuş hikayeler
olduğunu düşünmek mümkün olamaz. Bu sözlerin, yöntemleri çevik ve direkt, fazla
söze yer vermeden hedefi alnından vuran bir bilincin ürünü olduğu ortadadır.”(7)

İsa’nın, Kendisi’ni işiten Yahudiler’e göre küfür sayılan cüretkâr iddialarda
bulunması sadece yazılı kayıtlara geçirilmekle kalmamış, ama kendilerinin neden
olduğu çekişmeler, daha sonra İsa’nın yargılanması ve en sonunda da çarmıha
gerilmesiyle doğruluk kazanmıştır. Paul Althaus bu konuda şunları söylüyor:

“İsa’nın Kendisi’nde var olduğunu iddia ettiği yetki, başka hiçbir kimsenin
iddia etmeye cüret edemediği Tanrı’ya bir yakınlık, O’nunla içlidışlı bir ilişki
anlamındadır.”(8)

C.S. Lewis bu konuyu şu şekilde sonuçlandırmaktadır:

“İsa Mesih’in yaşamı, söylediği sözler ve insanlar üzerinde bıraktığı etkiler
konusunda Hristiyan olmayan çevrelerin yapmaya çalıştıkları açıklamalar tarih
boyunca sürekli zor ve inandırıcılıktan uzak olmuştur. İsa’nın, ilahiyat
konularındaki öğretilerini büyük bir kibirle verdiğini söyleyenler, O’nun ahlak
konuları üzerindeki öğretilerinde yatan ruhsal derinlik, akıllılık ve dehayı,
O’nun gerçekten Tanrı olduğunu kabul etmedikleri sürece, hiçbir zaman doyurucu
bir şekilde anlamayacak ve açıklayamayacaklardır. İşte bu çevrelerin İsa
konusundaki tutarsız açıklamaları bu yüzdendir.”(9)

Ama öğrencilerinin, yeryüzündeki hizmeti dönemi boyunca İsa Mesih’e öğretmen,
peygamber, Kurtarıcı ve kuşkusuz mükemmel bir insan gözüyle baktıkları tamamen
doğrudur. Öğrencileri, bunu tam olarak anlayamadılar ve açıklayamadıysalar da,
İsa Mesih’i İsrail’in RAB Tanrısı’yla özdeşleştirmeye başlamaları; O’na rahatça
tapınıp duada hitap etmeleri; ve O’nu “Rab İsa Mesih” olarak düşünmeleri İsa’nın
diriliş olayından sonra olmuştur. İsa’nın ölümden dirilişini, daha birçok
kaynaktan ayrıntılarıyla incelemeniz mümkündür. İsa’nın ölümden dirilişine
ilişkin elimizde var olan bu deliller, benim yargıma göre, muazzam derecede
güçlü ve inandırıcıdırlar. Bununla birlikte İncil, İsa’nın ‘ölümden
dirildiğinden’ çok, O’nu Tanrı’nın dirilttiğini söylemektedir. Şu halde Mesih
İnanlıları bu dirilişi bir gün kendilerinin de yaşayacaklarına iman ettiklerine
göre, bunun İsa’nın ilahi doğası yerine Tanrı gücünün kanıtlanışı olarak niçin
kabul edilemeyeceği sorusu kolaylıkla sorulabilir.

Bu sorunun yanıtı, İsa’nın yeryüzündeki hizmet günleri süresince sergilemiş
olduğu mükemmel kişilik ve bulunmuş olduğu çarpıcı iddialarda yatıyor. Daha önce
de gördüğümüz gibi İsa Mesih, Kendisi ve Tanrı’yla olan ilişkisiyle ilgili,
gerçek olmadığından kesinlikle küfür sayılacak iddialarda bulunmuştur. Ama sizce
Tanrı böyle küfreden birini ölümden diriltir miydi?

Diriliş, dirilen kişinin gücünden çok, dirilten Tanrı’nın gücünü kanıtlar. Ama
bu durumda İsa’nın ölümden diriltilişi, Tanrı’nın İsa’nın bu iddialarını
onaylayıp kabul edişi olarak anlaşılmalıdır. İsa bunun sıradan ya da soylu
birinin ölümü olmayacağını; tam tersine, günah için bir fidye olmaya, günahın
yükünü ve bedelini, Kendisi’ni Rab ve Kurtarıcı olarak kabul edenlerin hepsi
yerine ve uğruna taşımaya ve ödemeye gelen Biri’nin ölümü olacağını öğretmişti.
Şu halde eğer Tanrı bize olan sevgisini bu şekilde sergilemişse -biz daha
günahkârken Mesih bizim için ölmüşse (Bkz. İncil: Romalılar 5:8); ve Tanrı
insanların suçlarını saymayarak dünyayı Mesih’te Kendisi’yle barıştırmışsa (Bkz.
İncil: 2.Korintliler 5:19);- eşsiz sevgisini bu şekilde gösterip bu barışı
gerçekleştiren Tanrı ile Kendisi’ni böyle bir ölüme veren Oğul arasında kesin
bir birliğin var olmuş olması gerekmektedir. Bu iki ayetteki ve İncil’in daha
bir çok yerindeki sözler bu açıkladığımızın dışında kalan yorumlara tabi
tutulacak olursa tamamen anlamsız ve hatta ahlaka aykırı olacaktır.

Sonuçta karşımıza şu temel soru çıkıyor: İsa Mesih’in Tanrı olduğunu inkâr edip
bunun sapık bir inanç ve masal olduğunu söyleyen bilim adamlarının tezleri niye
bu kadar inandırıcılıktan uzaktır? Uzaktır, çünkü eldeki deliller onların
söylediklerinin tam tersini ispatlamaktadır.

Öğrencilerin İsa’nın ölümden dirildikten sonraki yaşamını süslendirip abartarak
O’nu yavaş yavaş bir ilah durumuna soktuklarını düşünmek de yetersiz ve
mantıksızdır. Zira “Tek Tanrı” kavramına büyük bir inançla bağlı olan Elçi
Pavlus gibi koyu dinci Yahudiler’i İsa’nın sadece “günahlarımız için” ölmeyip
kainatın tahtına oturması için ölümden görkemle diriltildiğine inanmaya ikna
eden şey, çarmıha gerilerek öldürülen İsa’nın görkemle ölümden dirilişidir!
İşte, “kilise” dediğimiz inanlılar topluluğunun İsa’yı aziz bir insan değil de

“insan olmuş Tanrı” olarak kabul etmesi bu yüzdendir. Son olarak her zaman
söylenen şu sözleri tekrarlamak yerinde olacaktır:

“Her yönüyle tam Tanrı olmayan bir kurtarıcı öbür ucu yıkık bir köprüye benzer;
her yönüyle insan olamayan bir kurtarıcı da beri ucu yıkık olan bir köprüye
benzer.”

Ama Rab İsa Mesih, şimdi ve sonsuzluğa dek bütünüyle güvenebileceğimiz en
mükemmel “Köprü”dür!

Amin.



Kaynaklar:

(1) İsa’nın “Mesih” unvanı, Grekçe’de “Hrist” Latince’de “Hristos” olarak
söylenir.

(2) Talmud: Yahudilerin İ.S. ikinci yüzyılda derlenen bir dinî kitabı.

(3) “Fısıh Bayramı” Yahudilerin en büyük dinî bayramlardan biri. Bugün
Türkiye’de “Hamursuz Bayramı olarak da tanınır.

(4) Baştan anlaşılmalı ki, Hristiyan aleminde ve gerçek Mesih İnanlıları
aralarında bile, İncil’i inceleyip değerlendirmek (ve bazen eleştirmek bile)
kötü bir hareket sayılamaz! Asırlarca İncil, hem Hristiyan alemin içinden, hem
de dışından, her türlü eleştirilere karşı dayanmaktadır ve her zaman sağlam
çıkmıştır. Samimi Mesih izleyicileri körü körüne değil, tarihsel gerçeklere
dayanarak İncil’in açıkladığı “müjdeye” inanmışlardır. Mesih İnanlıları gerçeğin
peşinde oldukları için, “Müjde’yi” açıklayan kaynak (yani İncil)
eleştirmenlerden esirgemezler. Eleştirilere açık bir ortam da, gerçeği ortaya
çıkarır! Ayrıca, biz şimdi bilimsel bir inceleme yaptığımız için, bu
araştırmamızda İncil’e sadece birinci yüzyıla ait tarihsel bir eser olarak
bakıyoruz. Tanrı esini olarak kabul ettiğimiz İncil, bu özel niteliği bir yana
bırakılarak tarihsel bir belge ve o çağda olup bitenleri güvenilir şekilde
yansıtan bir doküman olarak, tüm tarafsız ve Hristiyanlığı kabul etmeyen bilim
adamları bile kabul etmektedirler.

(5) İsa’yı kastederek “Tanrı’nın Oğlu” deyimi sık sık İncil’de bulunmakla
beraber, hiçbir zaman fiziksel anlamıyla anlaşılmaz. Ruhsal anlamıyla
kullanılır.

(6) İsa “babam” deyince Tanrı’yı kastetmektedir.

(7) C.H.Dodd, The Founder of Christianity (Collins, 1971)

(8) Pannenberg, Jesus-God and Man.

(9) C.S.Lewis, Miracles (Fantana, 1960), s. 113.

Yazar: Prof. Dr. Sir Norman Anderson

Bu yazıda geçen konular: