Teoloji & Doktrin

Kutsal Ruh Olmadan İrademiz İyi Olanı Arzu Edemez

Öte yandan bizim etkin şekilde istememizi Tanrı’nın ilk lütfuna bağlayanlar, canın iyi olanı içinden gelerek arzu etme yetisine sahip olduğunu ama insanın, niyetinde sebat ederek ortaya çıkmakta ya da çaba göstermekte çok zayıf olduğunu ima eder gibidir. Origenes’le diğer bazı Antik Çağ yazarlarından alınan bu görüşü Skolastikler kuşkusuz kabul ediyorlar: İfade ettikleri gibi, genelde insanın “salt doğa” olduğunu düşünüyorlar. Bu durumda insan, elçinin sözleriyle, “İçimde iyiyi yapmaya istek var ama güç yok. İstediğim iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi yapıyorum” [Rom. 7:18-19] diye tanımlanıyor. Ama Pavlus’un burada savunduğu bütün görüşü yanılgıya düşerek saptırmaktalar. Pavlus (Galatyalılar’da çok kısaca değindiği [5:17]) imanlıların bedenle ruh arasındaki çatışmada sürekli yaşadıkları Hristiyan’ın mücadelesini ele alıyor. Ama Ruh doğadan değil, yeniden doğuştan gelmektedir. Üstelik elçinin yeniden doğanlardan söz ettiği açıktır, çünkü insanın içinde iyi olan hiçbir şeyin bulunmadığını söylediğinde benliğinden söz ettiği açıklamasını ekliyor [Rom. 7:18]. Kötülük yapanın kendisi değil, içinde yaşayan günah olduğunu ilan ediyor [Rom. 7:20]. Şu düzeltmeyle ne demek istiyor? “İçimde, yani benliğimde” [Rom. 7:18]? Sanki şöyle diyor: “İyilik bende yaşamaz, çünkü benliğimde iyi olan hiçbir şey yok.” Bunun ardından şu mazeret geliyor: “Bunu yapan artık ben değil, içimde yaşayan günahtır” [Rom. 7:20]. Bu mazeret ancak canının büyük bölümüyle iyiliğe yatkın olan yeniden doğan kişiler için geçerlidir. Şimdi eklenen sonuç bütün konuyu çok iyi açıklamaktadır: “İç varlığımda Tanrı’nın Yasası’ndan zevk alıyorum. Ama bedenimin üyelerinde bambaşka bir yasa görüyorum. Bu da aklımın onayladığı yasaya karşı savaşıyor” [Rom. 7:22-23]. Tanrı’nın Ruhu’yla yeniden doğmuş ama içinde bedeninin kalıntılarını taşıyan insandan başka kim kendisiyle bu kadar çekişirdi? Augustinus, bir zamanlar bu parçanın insan doğasıyla ilgili olduğunu düşünse de, daha sonra yorumunu yanlış ve yersiz diye geri almıştır. Ancak insanların lütuftan ayrı olarak içlerinde (az da olsa) iyiliği harekete geçiren güçler olduğu görüşünü kabul edersek, kavrama yeteneğimizin olduğunu bile kabul etmeyen elçiye [2Ko. 3:5] ne yanıt vereceğiz? Musa aracılığıyla insanın aklının fikrinin hep kötülükte olduğunu ilan eden RAB’be [Yar. 8:21] ne yanıt vereceğiz? Tek bir parçayı bile yanlış yorumlayarak sürçtükleri için, görüşlerinin üzerinde durmamız için bir neden yoktur. Tam tersine, Mesih’in söylediğine değer verelim: “Günah işleyen herkes günahın kölesidir” [Yu. 8:34]. Doğal olarak hepimiz günahlıyız; bu nedenle günahın boyunduruğu altındayız. Ama bütün insanlar günahın gücünün altındaysa, günahın başlıca yeri olan iradenin elbette en kalın iplerle bağlanması gerekmektedir. Şayet irade Ruh’un lütfundan üstün olsaydı, Pavlus’un “Kendisini hoşnut edeni hem istemeniz hem de yapmanız için sizde etkin olan Tanrı’dır” [Flp. 2:13] sözünün anlamı olmazdı. Birçoğunun gevelediği bütün bu “hazırlık” uzak olsun! Davut’un birçok parçada yaptığı gibi, zaman zaman imanlılar yüreklerinin Tanrı’nın yasasına itaate uygun olmasını isteseler bile, dua etme arzusunun Tanrı’dan geldiğine de dikkat etmeliyiz. Davut’un sözlerinden bunu çıkarabiliriz. Kendisine temiz bir yürek verilmesini istediğinde [Mez. 51:10], bunun yaratılmasının başlangıcının payesini kendisine elbette vermemektedir. Bu nedenle biz daha çok Augustinus’un sözlerine değer vermeliyiz: “Tanrı sendeki her şeyi önceden gördü; şimdi sen onun gazabını -görebilecekken- önceden görüyor musun? Nasıl? Bütün bunları Tanrı’dan aldığını kabul et; içinde iyi olan ne varsa O’ndandır; kötü olan ne varsa sendendir.” Biraz sonra da, “Günahtan başka hiçbir şey bizim değildir” demektedir.

John CALVIN

Bu yazıda geçen konular: