Teoloji & Doktrin

Nuh Dönemine Bakış

Kutsal Kitap, düşüşten sonra kötülüğün insanlar arasında gittikçe arttığını belirtmektedir. Aslında Nuh zamanına kadar, ki Adem’den bu yana kadar geçen zaman tanımlanamamaktadır, Tanrı’nın önünde doğru yaşayan geriye kalmış tek aile, Nuh’un kendi ailesiydi. Tanrı’nın büyük bir Tufan şeklinde gelen yargısı, inançsız dünya üzerine dökülmüştür. Fakat, Nuh ve ailesi kurtarılmıştır; bu şekilde, hem soyları hem de kendileri, Tanrı’nın kurtuluş planını gerçekleştirmek için sadık aracılar olarak hizmet edebilmişlerdir.

Yaratılış Kitap’ındaki yaratılış eylemiyle Tufan arasında belirli bir düzen ve uyum vardır. Kutsal Kitap’ta kaydedilen sürece dikkat edin.

Tanrı mükemmel bir düzen yaratır –> Yaratılış 1 & 2
İnsan günaha düşer ve kötülük doğurur –> Yaratılış 3:1-7
Tanrı lütufkar bir şekilde müdahale eder (İlk Müjde) –> Yaratılış 3:8-24
İnsanın günahı artar –> Yaratılış 4-6:12
Tanrı lütufkar bir şekilde müdahale eder (Tufan) –> Yaratılış 6:13-10:32
İnsanın bozulmuşluğu her tarafa yayılır –> Yaratılış 11
Tanrı lütufkar bir şekilde müdahale eder (İbrahim’in çağrısı) –> Yaratılış 12-25

Bu düzen şeması, Tufan’ın öncelikle lütuf,  ikincil olarak da yargı eylemi olduğunu vurgular. Dünyanın kurtuluşu, Tanrı’nın planını gerçekleştirmek için kullanacağı aracıların muhafaza edilmesine bağlıydı. Hizmet etmek istemeyenler, bu sadık soyu yok olma tehlikesine sokanlar gitmeliydi. Bu yüzden Nuh ve ailesinin kurtuluşu, onlara doğruluklarından ötürü verilmiş bir ödül değildir, aslında sadece onlar Tanrı’ya itaat ederek yaşadılar ve  bu yüzden Tanrı’nın dünyayı kurtarma planına aracılık edebildiler.

Yaratılış 4 ve 7 arasındaki bölümlerin özetleri, insan başarısızlıklarının ve Tanrı’nın kurtuluş planını sürdürmek için yaptığı müdahalelerin şemasını daha iyi yansıtacaktır.

Yaratılış 4
Çatışma, kıskançlık ve cinayet, düşüşün Adem soyu üzerindeki temel sonuçlarını vurgulamaktadır (ayet 1-16). Bu dönemde özellikle çiftçilik (ayet 20), güzel sanatlar (ayet 21), ve sanayi (ayet 23, 24) alanlarında büyük gelişme olsa da, Tanrı ile doğru ilişkiden uzak olan insanların tüm çabaları boşunaydı. Ancak Tanrı, kurtuluş kanalı olacak Şit’in soyundan Kendi seçtiği bir halk sağlayacaktı. Bu halk, Tanrı’nın hizmetinde sadık ve azınlık soy olmaya, Tanrı’yı ismiyle çağıran bir imanlı topluluk olarak tapınmaya devam edecekti.

Yaratılış 5
Vaat soyu, Adem’den Nuh’a kadar tanımlanmıştır; fakat günahın sonucu yani ücreti, “ve o öldü” sözleriyle devamlı olarak vurgulanmaktadır.

Yaratılış 6:1-7
Ruhsal olarak doğru olan insanoğlunun sayısı o kadar azaldı ki, Tanrı’nın dünyayı kurtarma planını sürdürmek için aracı olarak kullanacağı doğru insanların soyunun tamamen yok olmaması için müdahale etmesi gerekti. Özellikle 5. ayette kötülüğün her yere yayılmasının nasıl açıklandığına dikkat edin.

Yoğunluk ve yaygınlık: “yeryüzünde kötülük çok”
Ruhsal bozulmuşluk: “fikri (her düşüncesi)”
Mutlakıyet: “aklı (yüreği) sadece kötülükte”
Alışkanlık: “hep”

Yaratılış 6:8’den Yaratılış 9’a
Burada Tanrı, “yılanın soyu” olan inançsızları yargılamak, “kadının soyu” olan doğru kişileri de korumak için tufanı gönderiyor. Bu şekilde Tanrı, o büyük tasarısını, dünyayı kurtarma planını sürdürmek için antlaşma yapıyor. Bu kişiler, Tanrı’nın kurtuluş planını gerçekleştirmek için aracı olarak kullanacağı ayrıcalıklı kişilerdir.

Nuh ile Yapılan Antlaşma

Kutsal Kitap’da insanlık ile Tanrı arasındaki lütufkar ilişki için kullanılan kelime, antlaşma kelimesidir. Bu kelime, iki taraf arasında yapılan antlaşmaya, antlaşma içindeki vaade, yükümlülüklere ve antlaşmanın onayı olan işarete veya sadakati hatırlatmak için kullanılan simgeye işaret eder. Adem ve Tanrı arasındaki ilişkide zaten antlaşma unsurları mevcuttu. İlk taraf olan Tanrı ve ikinci taraf olan Adem, iki tarafa da yükümlülükler gerektiren antlaşma içerisine girmişlerdi ve bunu bir işaret ile ya da sadakati hatırlatan bir simge ile onaylamışlardı (bahçedeki ağaç). Adem, kendi sorumluluklarını yerine getirmekte, itaat etmekte başarısız oldu. Tanrı sadakatini sürdürdü ve insanlıkla ilgilenmeye devam ederek onları yenilenmiş bir ilişkiye çağırdı.

İnsan soyunu temsil eden Nuh’la birlikte bizler, Tanrı’nın yenilediği antlaşmaya, kurtaran lütuf ilişkisinin devamına sahibiz. Yaratılış 9:8-17, bu yenilenen antlaşmayı resmetmektedir. Tanrı ilişki için adım atar ve Nuh’u, ailesini ve yaşayan diğer varlıkları kendi ile paydaşlığa davet eder. Tanrı’nın yükümlülüğü, dünyayı bundan sonra böyle yok eden bir tufandan koruma vaadini içermektedir. İnsanlığın ve dünyanın temsilcisi olan Nuh ise Yaratıcısı’na itaat etmekle yükümlüdür. Bu itaat yükümlülüğü, Yaratılış 9’un 1 ve 7. ayetleri arasında dile getirilmiştir. Nuh, verimli olmalı ve çoğalmalı, hayvan ve bitki dünyasının kahyası olarak hizmet etmeli, tüm yaşam formlarını, özellikle Yaratıcısı’nın mührünü taşıyan insan yaşamını değerli saymalıdır. Bu antlaşma ilişkisinin işareti veya resmi simgesi, gökkuşağıdır. Bu doğa olayı, kurtuluş tarihinin bu noktasında işaret olarak çok uygundur. Gökkuşağı doğal bir afetten, tufandan sonra ortaya çıkar ve antlaşma her türden bütün canlı yaratıkları kapsadığı için doğa ile ilgili daha geniş bir anlama sahiptir. Bu yüzden bazı teologların Nuh ile yapılan antlaşmaya “Doğa Antlaşması” demeleri pek şaşırtıcı değildir. Tanrı’nın bu dönemden önce ve sonra insanlığa yaklaşımı ile ilgili farklı bir şey ima etmediği sürece bu terminolojinin kullanılmasında sakınca yoktur. Kutsal Kitap, tek antlaşma belgesidir. Tanrı’nın düşmüş insanlıkla ve dünyayla nasıl lütufkarca ilgilendiğini konu eder. Nuh, kendinden önceki Adem ve birçokları gibi tarih içinde yavaş yavaş açıklanan bu antlaşmada insan tarafını temsil etmekteydi. Bu yüzden, sürekli olarak sonsuza dek geçerli antlaşmaya referans verildiğini görmekteyiz. “Sonsuza dek geçerli” sözü, kısa, tarih içinde yok olmuş ilişkiye yer bırakmamaktadır. İnsan tarafı sürekli olarak başarısız olsa da, Tanrı’nın sadakati, sonsuza dek sürecek olan ilişkinin garantisidir.

Bu yüzden gökkuşağı, tüm kuşaktan insanlara Tanrı önündeki sorumluluklarını, yaratılışın doğal potansiyelini geliştirme yükümlülüklerini hatırlatır. Aynı zamanda her gökkuşağı, Tanrı’ya, doğal düzeni koruma ve böyle büyük bir felaketle onu yok etmeme vaadini hatırlatır. Tanrı sözünü tutmuştur ve tutmaktadır. Nuh, bağın meyvesini aç gözlülükle kendi isteğine göre kullanarak sorumluluğunu yerine getirmemiştir (Yaratılış 9:20-21) ve Nuh’tan sonra gelenler de onun yolunu izleyip başarısız olmuşlardır. Böylece  Nuh, Tanrı’nın kahyası olarak korumak ve ilgilenmek ile yükümlü olduğu doğal kaynakları kötüye kullanmıştır.

 

Tufan’ın Kapsamı

Tufanın evrensel olup dünyanın tamamını mı yoksa kısmi olup belirli bir coğrafik bölgesini mi kapsadığı konusunda teologlar arasında büyük fikir ayrılıkları vardır. Hatta arkeologlar bile Mezopotamya civarında gerçekleşen eski bir tufan ile Kutsal Kitap’ta geçen Tufan arasındaki muhtemel ilişkiyi tartışmaktadırlar. Bu konuda C. Leonard Wooley’in Ur of the Chaldees adlı kitabı oldukça ilgi çekicidir. Wooley, Nuh Tufan’ı için arkeolojik kanıtlar sunmasa da, kitabında, güney Mezopotamya’da keşfedilmiş 2,4 metre genişliğinde, su yerleşkesinde çökelmiş, kil tabakasından oluşmuş tortuldan söz eder. Buranın, sürekli olarak akan daha küçük nehirlerin yatağı olduğunu gösteren katmanlara rastlanmamıştır. Bulunan tabakanın kalınlığı ile ilgili yapılan hesaplar, bu suyun tüm Mezopotamya’yı, kuzeyden güneye 650, doğudan batıya 160 km’yi kapsadığını göstermektedir. Böyle büyük kapsamlı bir tufan, dünyanın o bölümünde yaşayan tüm insanlığı, ani bir sonla yok ederdi. Ki arkeologlar, bunun İ.Ö 4000 yılında gerçekleştiğini söylüyorlar.

Evrensel tufan teorisini destekleyenler, Yaratılış Kitap’ında kullanılan, “tüm dünyada” ve “yeryüzündeki tüm canlılar” gibi genel, her şeye kapsayan dile işaret etmektedirler. Üstüne üstük, dünyanın diğer yerlerinde Mezopotamya’da bulunanlara benzer kalın tortul tabakası olmasa da, diğer kanıtlar dünyanın umulmadık yerlerinde derin sular olduğunu gösteriyor. Ayrıca evrensel teori, buzullara, farklı kıtalarda denizden uzak yerlerde bulunan deniz hayvanları iskeletlerine ve oluşmak için büyük basınç gerektiren coğrafik yapılara açıklama getirebilir. Ve son olarak, Tufan için kullanılan terminolojiyi gerçek olarak almamak, bazılarını Kutsal Kitap’ın güvenilirliğini sorgulamaya iter.

Kutsal Kitap’ta anlatılanın kısmi bir tufan olduğunu savunanlar, kaydedilen olayların bir tanığın bakış açısından anlatıldığını belirtmektedirler. Bu genel, her şeyi kapsayan terminolojinin, olay anında bulunan kişinin bakış açısı olduğu anlaşılmalıdır. Bu yüzden, “yeryüzünde yaşayan bütün canlılar yok oldu” ya da “sular yeryüzünü doldurdu” gibi her şeyi kapsayıcı, genel referanslar, gözlemci olan Nuh’un bakış açısından anlaşılmalıdır. Onun bakış açısına göre her yer su ile doldu ve her şey yok oldu. Bu, Kutsal Kitap’a yabancı bir kullanım değildir. Tüm dünyada nüfus sayımı yapılması gerektiğinin söylendiği ancak aslında belirli bir kesimden bahsedilen Luka 2:1’i düşünün. Burada referans, tabii ki Amerika’daki Maya ya da o dönem yaşamış olan başka bir uygarlığa değil, Roma İmparatorluğu dünyasınadır.

Kısmi tufan tutumu, aynı zamanda 90 metre uzunluğundaki bir geminin tüm türden hayvanları içinde nasıl barındırdığını anlamamızı sağlar. Bu tutuma göre, sadece Mezopotamya bölgesinde bulunan hayvanların yok olmaktan kurtulması gerekiyordu.  Filler (Afrika ve Hindistan), zürafalar (Hindistan) ya da kutup ayıları (Kuzey Amerika) veya Kangurular değil.

Evrensel tufan ile kısmi tufan etrafında dönen tartışmalar, asıl dikkati gerçek konudan saptırma riski taşımaktadır. Bu konu, Tufan’ın kurtuluş tarihindeki yeridir. Nuh ve onunla aynı etnik kimliği taşıyanlar, Tanrı’nın sadık antlaşma halkı olmaya çağrılmışlardı. Bu insanlar, dünyayı kurtarma planını gerçekleştirmek için aracı olarak seçilen Adem oğlu Şit’in soyundan gelmekteydiler. Şit soyundan gelenler, vahyin ve kurtuluşun seçilmiş taşıyıcılarıydı. Dünyanın kurtuluşu, bu kişilerin seçilmiş halk olarak Tanrı’nın işini yapma isteklerine bağlıydı. Ancak Şit soyunun büyük bir bölümü bunu reddetti, Tanrı, dünya için yargısını üzerlerine yağdırmalıydı. Tanrı ile paydaşlık içinde olmak, beraberinde yerine getirmekte başarısız oldukları sorumlulukları getirmişti. Mezopotamya dışındaki insanlar, Adem’in diğer soyu antlaşma halkı değildi ve yok edilmelerine gerek yoktu. Tanrı’nın kurtuluş planı onların sadakatine bağlı değildi. Ama Nuh’un ailesi dışında Şit soyundan gelenlerin hepsinin gitmesi gerekiyordu, bu yüzden Tanrı’nın kurtuluş planını devam ettirmek için seçtiği itaatkar bir halkı tekrar koruması gerekiyordu.

Diğer Tufan Gelenekleri

Kutsal Kitap’ta kaydedilenin yanında birçok eski tufan hikayesi de vardır. Neredeyse her büyük eski medeniyetin bir tufan öyküsü vardır. Buna en güzel örnek, kökeni Sümerler’e dayanan ve muhtemelen Nuh Tufan’ı kayıtlarından daha da önce var olan Gılgamış Destanı’dır. Merrill F. Unger, Archeology and The Bible adlı kitabında iki tufan arasındaki benzerlikleri ve farkları sıralamıştır ve bu da aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • İki tufan da Tanrı tarafından planlanmıştır.
  • İkisi de Tanrı’nın hikayedeki kahramanla ilişkisini vurgular.
  • İkisi de tufanı ahlaki bozulmayla ilişkilendirir.
  • İkisinde de kahraman, onun akrabaları ve hayvanlar kurtarılır.
  • İkisi de gemiyi yapmak için Tanrı’nın verdiği talimatları içerir.
  • İkisi de büyük doğal bir felaketi betimler.
  • İkisi de tufan için belirli bir süreye işaret eder.
  • İkisi de geminin karaya çıktığı yeri belirtir.
  • İkisinde de suların azalıp azalmadığını öğrenmek için kuşlar gönderilir.
  • İkisi de kurtuluştan sonra gerçekleşen tapınmayı resmeder.
  • İkisinde de hikayenin kahramanı kutsanır.

Bu iki hikaye arasında aynı zamanda temel farklılıklar da mevcuttur. Bunlar aşağıda sıralanmıştır:

  • Tufanın süresi konusunda ciddi farklılıklar vardır.  Bu süre, Gılgamış’a göre 14, Nuh Tufanı’na göre 150 gündür.
  • Gılgamış Destanı’nda pek çok kişi, Utnapiştim’e gemiyi yapması için yardım eder. Nuh Tufanı’nda ise insanlar Nuh ile dalga geçerler.
  • Gılgamış Destanı (ve Kutsal Kitapsal olmayan diğer tüm öyküler), olayları bir gözlemcinin fark edebileceğinden çok daha detaylı anlatır. Bu yüzden daha çok mit doğasını sahiptir.
  • Gılgamış Destanı’nda hikayenin kahramanı Utnapiştim, karısı gibi tanrı olur. Bu, tipik ünlü insanlara ilahi anlam yükleme primitivizmidir. Nuh, insan olarak kalır ve insan zayıflığına maruz kalarak (sarhoşluk) Tanrı’nın affına ihtiyaç duyar.
  • Gılgamış Destanı’nda böyle bir felaketin bir daha olmayacağına dair bir vaat, antlaşma ya da garanti yoktur.

Gerçek tufan, diğer tüm hikayelerin kaynağı olmuştur. Sözlü gelenek, bu olayı yüzyıllar boyunca insanların aklında tutmuştur. Şüphesiz, bu olay başka nesillere aktarılırken gerçek hikayede bozulmalar meydana gelmiştir. Hikaye yazılı forma aktarılana kadar bu bozulmalar sürekli olarak devam etmiştir. Kutsal Kitap’ın güvenilirliğine olan imanımız bizleri, Yaratılış kaydının, diğer bütün doğru ve yanlış hikayeleri değerlendirmede gerçek standart olduğu gerçeğine yönlendirir.

Tufan’dan sonra Nuh’un soyunun sayısı artmaya başladı. Tanrı’nın kurtuluş planını kesinleştirmek için tekrar uzun bir azalma süresi başlatması gerekti. Tanrı, Ur’da İbrahim’i çağırdı ve paganlarla ilişkiyi bırakıp onun ve soyunun Tanrı’nın antlaşma halkı olarak yaşayacağı “vaat topraklarına” gitmesini istedi. Yaratılış 11:10-32, vahiy tarihini, Nuh’tan Tanrı’nın İbrahim’le antlaşmayı tekrarlamasına kadar özetlemektedir. Kurtuluş vahyi, İbrahim seçilmiş vahiy kanalı oluncaya dek evrenselden Nuh’a ve doğal düzene, daha sonra uluslara ve onların dağılmasına doğru hareket eder. Bu noktadan sonra kurtuluş tarihi tek bir aileye, İbrahim’in ailesine odaklanır.

 

Babil Kulesi

Nuh Tufanı ile İbrahim arasında Babil Kulesi bölümü yer almaktadır (Yaratılış 11:1-9). Babil, Tanrı’ya karşı birleşmiş güçleri temsil eder ve yaşam için Tanrı’nın isteğini, iradesini reddetmeye neden olan insan ilişkilerindeki anarşiyi ve karmaşayı resmeder.

Kule, muhtemelen eski Orta Doğu’da yaygınca bulunan ve pagan tapınak kulesi olan bir Ziggurat’tı. Ur’da yapılan kazılar, aynı yer üzerinde bulunan art arda gelen, üç bölümden oluşan, piramit şeklinde inşa edilmiş kalıntıları ortaya çıkarmıştır. En sondaki sekizinci yüzyılda Kildaniler tarafından yapılmıştır. Yani, Kildani tasarımı, okuyucular için Kildani döneminden sonra yeri coğrafi olarak belirlemek için bir taklitçi tarafından daha sonra yapılmıştır. Ziggurat, piramit formunda, üst üste konulmuş bölümlerden oluşmuş bir yapıdır. Alttaki büyük bölüm, koyu gri renktedir ve cehennemi simgeler. Bir üstündeki kısım, açık turuncu renktedir ve yaşanılan dünyayı sembolize eder. Bir sonraki bölüm, mavi renktedir ve gökyüzünü simgeler. Ve yapının en üstü cenneti temsil eder ve altından oluşur. Kulenin bu bölümünde ay tanrısına tapınılır ve ona kurbanlar sunulurdu. Kısaca, tapınak kulesi, dört bölümden oluşan ve cennete kadar ulaşan yapısıyla pagan dünya görüşünün özüydü. Bu yüzden, yapı, Tanrı’ya karşı isyan etmek ve O’nun yerine yanlış bir dini koymak demekti.

Tapınak kulesine sahip bu putperest din, insana Tanrı dışında bir isim, ün ya da yaşam amacı kazandırmak için tasarlanmıştı. Aynı zamanda bu kule, insanların Tanrı tarafından verilen çoğalma ve doğal kaynakları Tanrı’ya övgü sunacak şekilde kullanma görevlerini yerine getirme isteksizliklerini vurgulamaktadır. Babil bölümü, tüm putperest dinlerin özünü yansıtmaktadır. Din kelimesi için Latince’de, “birbirine bağlamak” ya da “birleştirmek” anlamına gelen religare kelimesi kullanılmaktır. Kişinin dini, hayatındaki boşlukları dolduran, birleştiren ve yaşamın anlamını veren şeydir. Kişiye yaşamın amacını, değerini ve ahengini veren şey, onun dinidir. Bu anlamda, herkesin bir dini vardır aslında. Ne yazık ki insan varlığına anlamını veren Tanrı’nın bağlayıcı, birleştirici olmadığı her din, Babil Kulesi’nin sonunu paylaşır.

Babil Kulesi, insanın beyhude bir şekilde Tanrı’dan ayrı bir yaşam amacı bulma çabasını resmetmektedir. İnsanın asıl çabası, Hümanizmin de özü olan Tanrı’ya yer vermeden başarılı yaşam ilişkileri kurabilmekti. Ulusların Tanrı’ya isyan etmelerinden dolayı ayrılmalarından sonra bile bu boş arayış sürdü. Yabancı ilahlara tapan İbrahim’in babasına kadar bu çaba devam etti. Açıkça, kurtuluş planını kesinleştirmek için Tanrı’nın müdahalesi gerekiyordu tekrar. Bunu da İbrahim aracılığıyla yaptığı yenilenmiş vahyiyle yerine getirmiştir.

Yorum Ekle

Yorum yazmak için tıklayın