İsa Mesih Teoloji & Doktrin Üçlü Birlik

Oğul’un Sonsuz Tanrılığı

Yine de daha çok yol almadan önce Oğul’un ve Kutsal Ruh’un tanrılığına işaret etmeliyim. Daha sonra bunların birbirinden ne kadar farklı olduklarını göreceğiz. Kuşkusuz, Tanrı’nın Sözü, Kutsal Yazı’da önümüze koyulduğunda ve hem atalara duyurulan kehanetlerin hem de peygamberliklerin havaya fırlatılan, Tanrı’nın dışında ortaya çıkan, uçup giden ve yok olan birer ifade olduğunu düşünmek saçmalığın zirvesi olacaktır. Tam tersine “Söz”, hem bütün kehanetlerin hem de bütün peygamberliklerin kaynaklandığı, Tanrı’nın sahip olduğu sonsuz Bilgelik anlamındadır. Petrus’un tanıklık ettiği üzere, eski peygamberler tıpkı elçiler ve daha sonra da göksel öğretişe hizmet eden herkes gibi, içlerindeki Mesih’in Ruhu’yla konuşuyorlardı [1Pe. 1:10-11; Krş. 2Pe. 1:21]. Aslında henüz Mesih görünmemiş olduğu için, Söz’ün öncesizlikte Tanrı’nın Oğlu olduğunu anlamak gerekir. Ama araçları peygamberler olan bu Ruh, Söz’ün Ruhu’ysa O’nun Tanrı olduğu sonucuna hiç kuşkusuz varırız. Musa, evrenin yaratılışında bu Söz’e aracılık ettiğini açıkça öğretmektedir. Tanrı’nın anlaşılmaz görkemi suretine yansıyamazsa Tanrı’nın, yaratılışta tek tek yaptığı işlerde neden “şu ya da bu olsun” [Yar. 1. Böl.] dediğini Musa neden bize açıkça anlatır? Kusur arayan gevezelerin Söz’ün bir emir ve hüküm olarak anlaşılması gerektiğini söyleyerek bunu yaymaları kolaydır. Ama dünyanın Oğul aracılığıyla yaratıldığını ve O’nun, her şeyi güçlü sözüyle sürdürdüğünü [İbr. 1:2-3] öğreten elçiler daha iyi birer yorumcudur. Burada Söz’ün, Oğul’un emri ve direktifi olduğunu görüyoruz. Oğul, Baba’nın sonsuz ve esas Sözü’dür. Aslında aklı başında ve alçakgönüllü insanlar Süleyman’ın ifadesini anlaşılmaz bulmazlar. Süleyman, bilgeliği öncesizlikte Baba tarafından oğulluğa alınma [Sirak 24:14] ve yaratılışı ve Tanrı’nın işlerini yönetme [Özd. 8:22 vdd] diye tanımlar. Tanrı değişmez ve sonsuz planını ve daha gizli şeyleri belirlediğinde Tanrı’nın isteminin geçici olduğunu düşünmek akılsızlık ve aptallık olacaktır. Mesih’in şu deyişi burada da geçerlidir: “Babam hâlâ çalışmaktadır, ben de çalışıyorum” [Yu. 5:17]. Dünyanın ilk başından beri Baba’yla birlikte çalıştığını onaylayarak Mesih, Musa’nın kısaca değindiği şeyi daha net olarak anlatmaktadır. Bu nedenle, Tanrı’nın, Söz’ün bu işte payı olduğunu ve bu işin ikisinin ortak işi olduğunu söylediği sonucunu çıkarıyoruz. Ama Yuhanna, Tanrı olan, başlangıçtan beri Tanrı’yla birlikte olan Söz’ün aynı zamanda Baba Tanrı’yla birlikte her şeyin nedeni olduğunu duyururken daha net konuşmuştur [Yu. 1:1-3]. Yuhanna, anlattıklarıyla, Söz’e hemen sağlam ve sonsuz bir öz atfedip, O’nu Kendisine özgü eşsiz bir özellikle bağdaştırarak, Tanrı’nın evrenin Yaratan’ı olduğunu apaçık göstermektedir. Bu nedenle, Tanrı’nın yaptığı bütün açıklamalar doğru olarak, “Tanrı’nın Sözü” terimiyle adlandırıldığına göre, bu doyurucu Söz, bütün kehanetlerin kaynağı olarak en yüksek düzeye güzelce yerleştirilir. Söz, sonsuza kadar değişmez olarak Tanrı’yla bir ve aynıdır ve Tanrı’dır.

Söz’ün Sonsuzluğu
Kilise tarihinde ortaya çıkmış bazı köpekler burada havlarlar. O’nun tanrısallığını açıkça elinden almaya cesaret edemeseler de, sonsuzluğunu çalarlar. Tanrı, evrenin yaratılışında kutsal ağzını açtığında Söz’ün ilk kez oluşmaya başladığını söylerler. Ama Tanrı’nın özünde bir tür yenilik keşfederken çok düşüncesizler. Çünkü Tanrı’nın (yerin ve göğün Yaratanı dendiğindeki gibi) dışsal etkinlikleriyle ilgili olan adları, O’nun işinin var olmasından sonra O’na verilmeye başlanmıştır. Bu durumda dine bağlılık, Tanrı’nın yeni bir şey bulduğunu anlatan hiçbir adı kabul etmez ya da izin vermez. Eğer beklenmedik bir şey olmuşsa, Yakup’un ifadesi tam yerine oturmaktadır: “Her mükemmel armağan yukarıdan, kendisinde değişkenlik gölgesi olmayan Işıklar Babası’ndan gelir” [Yak. 1:17]. Bu nedenle, hem her zaman Tanrı olan, hem de sonra evrenin sanatçısı olan Söz’ün başlangıcını tasavvur etmemizden daha hoş görülmeyecek bir şey yoktur. Ama Musa’nın, o zaman Tanrı’nın ilk kez konuştuğunu anlatarak, O’nda daha önce Söz’ün olmadığına ima ettiğini öne sürdüklerinde kurnazca akıl yürütüyorlar. Hiçbir şey bundan daha saçma değildir! Bir şey belli bir zamanda görünmeye başladığı için, onun, daha önce asla var olmadığı sonucunu çıkarmamalıyız. Ben, çok daha başka bir sonucu varıyorum: Söz, Tanrı, “Işık olsun” [Yar. 1:3] demeden önce de vardı ve Söz’ün gücü meydana çıkmıştı, devam ediyordu. Şayet biri, ne kadar zaman önce diye sorarsa başlangıcının olmadığını görecektir. O, “Baba, dünya var olmadan önce ben senin yanındayken sahip olduğum yücelikle şimdi beni yanında yücelt” [Yu. 17:5] dediğinde, belirli bir zaman aralığı sınırı koymamaktadır. Yuhanna da, şunu görmezlikten gelmez: Mesih, evrenin yaratılışına geçmeden önce [Yu. 1:3], “Başlangıçta. Söz Tanrı’yla birlikteydi” [Yu. 1:1] der. Bu nedenle, Tanrı’nın zamanı başlatmasının dışında algılanan Söz’ün her zaman O’nunla birlikte olduğunu bir kez daha belirtiyoruz. Bu, O’nun sonsuzluğunu, gerçek özünü ve tanrısallığını kanıtlamaktadır.

Mesih’in Eski Antlaşma’daki Tanrısallığı
Üstelik O’nun Aracı kişiliğine henüz değinmiyorum ama bunu kurtarışı ele alıncaya kadar erteliyorum.[1] Buna rağmen, Mesih’in ete bürünmüş Söz olduğunu herkesin kabul etmesi gerektiği için, Mesih’in Tanrılığını onaylayan tanıklıklar uygun şekilde buraya dâhil edilmektedir. Mez. 45’de, “Ey Tanrı, tahtın sonsuzluklar boyunca kalıcıdır” denir [Mez. 45:6]. Yahudiler[2] buna arkalarını dönmekte ve Elohim adını meleklerle en yüce güçlere uygun görmektedirler. Ama Kutsal Yazı’nın hiçbir yerinde yaratılan biri için sonsuz tahtın yüceltildiğini görmüyoruz; aslında O’na sadece Tanrı değil, sonsuz yönetici de deniyor. Ayrıca bu ad, Musa’nın firavuna karşı Tanrı gibi yapıldığı söylendiğinde [Çık. 7:1], bir ekleme yapılmaksızın kimseye bahşedilmemektedir. Başkalarının bunu firavunun Tanrı’sı diye okumaları son derece aptalcadır. Aslında, tek yetkinlik olarak dikkat çeken şeye, çoğunlukla “tanrısal” dendiğini kabul ediyorum ama burada böyle bir yorumun güç, zoraki ve aslında anlamsız olduğu bağlamdan kolayca anlaşılmaktadır.

Ama inatçılıklarından vazgeçmezlerse Yeşaya’nın, Mesih’i, hem Tanrı hem de tapılan en yüce güç olarak belirttiği çok nettir. Bu da, Tanrı’nın karakteristik işaretidir. Yeşaya, “Ona Güçlü Tanrı, gelecek çağın Babası diyecekler” vb demektedir [Yşa. 9:6, mealen]. Yahudiler burada ağızlarına geleni söylerler ve böylece okumayı tersine çevirirler. “Güçlü Tanrı’nın, gelecek çağın Baba’sının O’na vereceği ad bu olacak” diyerek Oğul’a sadece Esenlik Prensi adını bırakırlar. Ama peygamberin niyeti, imanımızı Mesih’te inşa edelim diye, O’nu apaçık işaretlerle donatmak olduğu için, burada Baba Tanrı’nın üzerine ne amaçla bu kadar ad yığılır? Bu yüzden, O’na “İmmanuel” demeden az önce aynı nedenden dolayı, “Güçlü Tanrı” dendiğinden hiç kuşku yoktur. Yeremya’nın, “İşte Davut için doğru bir dal…O, ‘Yahve doğruluğumuzdur’ adıyla anılacak” [Yer. 23:5-6; Krş. 33:15-16] ifadesinden daha net anlaşılan nedir? Ayrıca Yahudiler, Tanrı’nın diğer adlarının birer unvandan başka bir şey olmadığını, ağza alınmaz olduğunu söyledikleri sadece bu adın [Yahve], O’nun özünü açıklayan bir ad olduğunu öğrettikleri için, başka bir yerde [Yşa. 42:8] görkemini başka birine bırakmayacağını duyuran tek Oğul’un sonsuz Tanrı olduğu sonucunu çıkarıyoruz.

Aslında Yahudiler buraya sığınıyorlar. Musa’nın yaptığı sunağa bu adı koyduğunu ve Hezekiel’in de yeni Yeruşalim kentinde böyle yaptığını belirtiyorlar. Ama sunağın, “Musa’nın övdüğünün” Tanrı olduğunu hatırlatmak için yapıldığını ve sadece Tanrı’nın varlığına tanıklık etmek için, Yeruşalim’e O’nun adının damgasının vurulmadığını kim görmez? Peygamber de şöyle der: “O günden başlayarak kentin adı ‘Yahve orada’ olacak” [Hez. 48:35]. Aslında Musa, şu açıklamayı yapar: “Musa bir sunak yaptı ve adını ‘Yahve sancağımdır’ koydu” [Çık. 17:15]. Ama Yeremya’nın başka bir ifadesi daha çok tartışılmaya devam edilir. Burada şu sözlerle Yeruşalim arasında aynı bağlantı kurulur: “O, ‘Yahve doğruluğumuzdur’ adıyla anılacak” [Yer. 33:16] Yine de bu tanıklık, destek vermekten çok savunduğumuz gerçeği gölgelemekten çok uzaktır. Yeremya, daha önce Mesih’in, doğruluğun kaynağı gerçek Yahve olduğuna tanıklık ederken, şimdi Tanrı’nın kilisesinin, aynı adı yüceltecek kadar bunun apaçık farkında olduğunu duyurmaktadır. Bu durumda önceki ifadede doğruluğun kaynağı ve nedeni ortaya koyulmaktadır; ikincisineyse etki eklenmektedir.

“Sonsuz Tanrı’nın Meleği “
Ama bu kanıt Yahudileri tatmin etmiyorsa, Yahve’nin, melek kişiliğinde sık sık ortaya çıktığı gerçeğinden hangi kurnazlıklarla kaçacaklarını ben anlamıyorum. Kutsal atalara bir meleğin göründüğü ve onun, Sonsuz Tanrı’nın adında hak iddia ettiği söylenir [Hak. 6:11, 12, 20, 21, 22; 7:5, 9]. Şayet biri, bunu O’nun oynadığı rolle ilgili olarak söylenen bir kural dışılık diye alırsa, güçlük bu şekilde kesinlikle çözülmez. Çünkü kul olarak melek, kendisine sunu sunulmasına izin veremeyecek ve böylece Tanrı’yı saygıdan yoksun etmeyecektir. Ne var ki, melek ekmek yemeyi kabul etmeyerek Yahve’ye sunu sunulmasını emretmektedir [Hak. 13:16]. Aslında bu gerçek, O’nun Yahve olduğunu kanıtlar [13. Böl.]. Bu durumda Manoah’la karısı bu işaretten sadece bir melek değil, Tanrı’yı gördükleri sonucunu çıkarırlar. “Kesinlikle öleceğiz…Çünkü Tanrı’yı gördük” diye bağırmalarının nedeni budur [13:22]. Karısı, “Rab bizi öldürmek isteseydi, yakmalık sunuyu ve tahıl sunusunu kabul etmezdi” [13:23] yanıtını verdiğinde, daha önce melek dediklerinin aslında Tanrı olduğunu itiraf etmektedir. Ayrıca meleğin yanıtı bütün kuşkuları dağıtmaktadır: “Adımı niçin soruyorsun?… Adım tanımlanamaz” [13:18].

Servetus’un dinsizliği, RAB’in Kendisini İbrahim’e ve diğer atalara açıklamadığını ama O’nun yerine bir meleğe tapıldığını öne sürdüğünde daha da iğrençti. Ancak kilisenin geleneklere bağlı ilahiyatçıları, o zaman önceden alınan bir tat gibi, Tanrı’nın Sözü olacak başmeleğin, Aracılık görevini yerine getirmeye başladığı yorumunu doğru ve sağgörülü bir şekilde yapmışlardır. Henüz bedene bürünmemiş olsa bile, imanlılara daha yakından yaklaşmak için, deyim yerindeyse aracı olarak yere inmiştir. Bu nedenle, bu yakın ilişkiyle O’na melek adını verilmiştir. Bu sırada Tanrı olarak, kelimelerle ifade edilemeyen yüceliğini korumuştur. Hoşea da aynı şeyi söyler. Yakup’un melekle güreşmesini anlattıktan sonra, “Adı Yahve, Orduların Tanrı’sı Yahve diye anılır” [Hoş. 12:4-5] der. Yine Servetus, Tanrı’nın melek kişiliğini aldığını acı acı havlamaktadır. Sanki peygamber, Musa’nın, “Neden adımı soruyorsun?” [Yar. 32:29] demesini aslında onaylamıyormuş gibi! Yakup, “Tanrı’yla yüzyüze görüştüm” [30. a.] dediğinde, kutsal ata bu itirafıyla, O’nun yaratılmış bir melek olmadığını, içinde bütünüyle tanrısallığın bulunduğunu yeterince duyurmaktadır. Pavlus’un, Mesih’in çöldeki insanların önderi olduğu sözü de böyledir [1Ko. 10:4]; alçakgönüllülüğün zamanı henüz gelmemiş olsa da, sonsuz Söz, geleceği önceden bildirilen bir görevliyi açıklamaktadır. Zekeriya’nın ikinci bölümünü tarafsızca gözden geçirirsek, diğer meleği gönderen meleğin [Zek. 2:3], hemen Orduların Tanrı’sı olduğu duyurulur ve en yüce güç O’na atfedilir [9. a.]. İmanımıza güvenle uyan sayısız tanıklığı, bunlar Yahudileri bir nebze etkilemese bile, geçiyorum. Yeşaya’da, “İşte Tanrımız budur; O’na umut bağlamıştık, bizi kurtardı” [Yşa. 25:9] dendiğinde, burada halkını kurtarmak için tekrar ayağa kalkan Tanrı’dan söz edildiğini herkes gözleriyle görebilir. İki kez tekrarlanarak vurgulanan kanıtlar burada Mesih’ten başkasından söz edilmesine olanak sağlamaz. Malaki’de daha net ve daha dolu dolu bir ifade vardır. Bir zamanlar beklenen yöneticinin tapınağına geleceğini vaat eder [Mal. 3:1]. Elbette bu tapınak tek yüce Tanrı’dan başkasına ait olmayan bir kutsal mekandı ama peygamber onun, Mesih’in olduğunu öne sürer. Buradan, O’nun Yahudilerin her zaman tapmış oldukları aynı Tanrı olduğunu sonucuna varılır.

Önceden bildirildiğini anlayan Pavlus, bunun tam olarak Mesih’te göründüğünü duyurmaktadır. Böylece Yuhanna, Yeşaya’nın, Tanrı’nın yüceliğini gördüğünü yazsa da, peygamberin görümü aracılığıyla açıklananın Oğul’un görkemi olduğuna tanıklık etmektedir [Yu. 12:41; Yşa. 6:1]. İbranilere Mektup’ta elçinin Oğul’la bağdaştırdığı Tanrı’nın unvanları açıkça hepsinden daha görkemlidir: “Ya Rab, başlangıçta dünyanın temellerini sen attın” [İbr. 1:10; Mez. 102:25]. Aynı şekilde, “Rab’be tapın, ey bütün melekleri” [Mez. 97:7; Krş. İbr. 1:6]. Yine de bunları Mesih’e yorduğunda elçi yanlış kullanmış olmaz. Aslında Mezmurlar’da söylediklerini, ancak O yerine getirir. Çünkü yükseğe çıkan, Siyon’a sevecenlik gösteren [Mez. 102:13]; bütün ulusları ve bütün adaların üzerinde hüküm süreceğini söyleyen [Mez. 97:1] O’dur. Yuhanna, Söz’ün Tanrı olduğunu duyururken, Tanrı’nın yüceliğini Mesih’e atfetmekte neden tereddüt edecekti [Yu. 1:1, 14]? Pavlus, daha öne, O’nun “sonsuza dek övülecek Tanrı” [Rom. 9:5] olduğunu söyleyerek, Mesih’in Tanrı olduğunu bu kadar açık bildirdiğinde O’nu Tanrı’nın yargı kürsüsüne oturtmaktan [2Ko. 5:10] neden korkacaktı? Bu açıdan ne kadar tutarlı olduğunu belirmek için, başka bir ifadesinde, “O, bedende göründü” diye yazar [1Ti. 3:16]. Pavlus’un başka bir yerde onayladığı gibi [1Ti. 1:17], Tanrı, sonsuza kadar övülecekse, bütün yüceliği ve saygıyı hak eden O’dur. Pavlus bunu saklamaz, açıkça duyurur: “Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı” [Flp. 2:6]. İmansızlar sahte bir tanrı için mızmızlanmasınlar diye, Yuhanna “O, gerçek Tanrı ve sonsuz yaşamdır” diyerek daha da ileri gitmiştir. Yine de, özellikle birçok değil, tek bir Tanrı olduğunu uygun şekilde bize duyuran tanıklıkla [Yas. 6:4] O’na Tanrı denmesi bizim için yeterince fazladır. Üstelik, “Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da…bizim için tek bir Tanrı vardır” [1Ko. 8:5-6] diyen de aynı Pavlus’tur. Aynı ağızdan, “O, bedende göründü” [1Ti. 3:16], “Rab, kiliseye kendi kanı pahasına sahip oldu” [Elç. 20:28] diye duyduğumuzda, Pavlus’un asla kabul etmediği ikinci bir tanrıyı neden düşünelim? Bütün Tanrı insanlarının görüşü kuşkusuz aynıdır. Aynı şekilde Tomas da, O’nun, Rab’bi ve Tanrı’sı olduğunu açıkça belirtmekte [Yu. 20:28] ve her zaman taptığı tek Tanrı olduğunu böylece ikrar etmektedir.


[1] Bu konu II. xii-xvii’de tartışılmaktadır.

[2] Burada söz edilen görüşler Ortaçağdaki Yahudi yorumcuları Rashi (ölm. 1105), Abraham İbn Ezra (ölm. 1167) , Rashi (ölm. 1105) ve David Kimchi’nin (ölm. 1235) görüşleridir.

John CALVIN

Bu yazıda geçen konular: