Herhangi bir Kutsal Kitap uzmanına, Ölü Deniz Tomarlarının keşfinden önce, Eski Antlaşma’nın güvenilirliliğine olan inancın artması için nasıl bir keşif gerçekleşmesini hayal ettiğini sorduysanız, alacağınız cevap şöyle bir şey olurdu: “Orijinal Eski Antlaşma el yazmalarına dair daha eski tanıklıkların keşfi.” Şu büyük soru işaretini dile getiren ilk kişi, Sir Frederic Kenyon olmuştur: “Masoretik dediğimiz ve kökleri M.S. 100 yıllarına dayanan bu İbrani metni, Eski Antlaşma kitaplarının yazarlarının ilk olarak yazdıkları orijinal metni dürüst bir şekilde yansıtıyor mu?”
Ölü Deniz Tomarları’nın keşfinden önce şu soru işareti belleklerimizde dolaşmaktaydı, “bugün elimizde olan kopyalar, birinci yüzyıl ve daha önceki kopyalar ile kıyaslandığı zaman ne kadar hatasızdır?” Eski Antlaşma’nın, elimizdeki en eski tam kopyasının tarihi, onuncu yüzyıldan kalmadır. Böylece şu büyük soru ortaya çıkmıştır: “Bu metin defalarca kez kopyalandığına göre, bu metne güvenmemiz doğru mudur?” Ölü Deniz Tomarları şaşırtıcı cevabı sunmuştur.
Ölü Deniz Tomarları Nedir?
Tomarlar, kırk bin adet el yazması parçacıklardan oluşmaktadır. Bu parçacıkların bir araya getirilmesi ile tam beş yüz adet kitap oluşturulmuştur. İsrail’in Ölü Deniz sahillerindeki, Kumran’da dini cemaatin, M.Ö. birinci yüzyıl’dan, M.S. ikinci yüzyıla kadar olan tarihini aydınlatan Kutsal Kitap dışı birçok kitaplar ve parçacıklar keşfedilmiştir. “Zadokite metinleri”, “Toplum Kuralları” ve “Disiplin El Kitabı” gibi kitaplar, bizlere günlük Kumran hayatının amacı hakkında derin bilgiler sunmaktadır. Birçok farklı mağarada bulunan el yazmalarında, Kutsal Kitap’taki ayetler hakkında yorumlar içeren kitaplar da bulunmaktadır. Ancak, Ölü Deniz Tomarları’nın en önemli metinleri, kuşkusuz İsa’nın doğumundan bir yüzyıl öncesinden kalma, Eski Antlaşma metin kopyalarıdır.
Ölü Deniz Tomarları Nasıl Bulunmuştur?
Ralph Earle, tomarların nasıl bulunduğu konusunda, Tanrı’nın her şeyi sağlayıcı ilgisini gösteren olayı bizlerle paylaşarak, akılda kalıcı ve öz bir cevap sunmaktadır: Bu keşfin hikâyesi, modern çağımızın en büyüleyici hikâyelerinden birisidir. 1947 senesinin Şubat ya da Mart aylarının içinde, Muhammed isimli bir Bedevi çocuk çoban, kaybolan keçisini aramaktadır. Eriha’nın sekiz mil güneyinde, Ölü Deniz’in batı yakasındaki bir tepede, bir delik içerisine bir taş atar ve aşağıdan gelen testinin kırılma sesine şaşırarak, delikte bir keşif yapmaya karar verir. Aşağıda yaptığı araştırma, onu hayretler içinde bırakan bir manzara ile karşılaşması ile sonuçlanır. Mağaranın zemininde, şeritten kumaşlara sarılmış, deri tomarların içinde olduğu büyük testiler görür. Testiler, zamanında dikkatlice mühürlendikleri için, tomarlar neredeyse 1900 sene boyunca hiç bozulmadan korunmuşlardır. (Bulgular, bu tomarların M.S. 68 senesinde oraya yerleştirildiğini göstermiştir)
Ölü Deniz Mağarası içerisinde bulunan tomarlardan beş tanesi, ismini aldıkları, Yeruşalim’deki Suriye Ortodoks Manastırı Baş Piskoposu tarafından satın alınmıştır. Bu arada, diğer üç tomar ise, gene oradaki İbrani Üniversitesinden, Profesör Sukenik tarafından satın alınmıştır. Tomarlar ilk bulunduğunda, halkın dikkatini çekmemiştir. 1947 Kasım’ında, Profesör Sukenik, mağaradaki iki testiyi ve üç tomarı satın aldıktan iki gün sonra günlüğüne şöyle yazmıştır: “Ümitlerimizin de ötesinde olan bu keşif, belki de Filistin içerisinde yapılmış en büyük keşiflerin bir tanesidir.” Ancak o yıllarda bu önemli sözcükler yayınlanmamıştı.
Nihayet, 1948 Şubatının içinde, İbranice okumasını bilmeyen başpiskopos, Yeruşalim’deki Amerikan Şark Araştırma Okulu’nu aradı ve onlara bu tomarlardan bahsetti. İlâhi takdirin bir sonucu olarak, o dönemde okula vekaleten müdürlük yapan John Trever isimli genç eğitimci, aynı zamanda muhteşem bir fotoğrafçıydı. Çetin ve adanmışlıkla dolu bir çalışma devresinden sonra, 24 feet uzunluğundaki ve 10 inç yüksekliğindeki Yeşaya tomarının her bir sütununun tek tek fotoğraflarını çekti. Bu resimleri tek tek levhalara bastıktan sonra, bir kaç kopyasını uçakla Johns Hopkins Üniversitesinden, geniş çevrelerce tanınan ve Amerikan Kutsal Kitap Arkeologlarının başkanı olan Dr. W. F. Albright’a gönderdi. Geri gelen cevapta Albright şöyle yazmıştır: “Çağımızın en büyük el yazması keşfinden dolayı sizi yürekten kutlarım!…Ne kadar inanılmaz bir keşif! Artık el yazmalarının orijinalliği konusunda, dünyadaki hiç kimse en ufak bir şüphe duyamayacak.” Kendisinin bu el yazmaları hakkındaki tarihlemesi, yaklaşık M.Ö. 100 olmuştur. (Earle, HWGB, 48-49)
Ölü Deniz Tomarlarının Değeri
Ölü Deniz Tomarlarının keşfinden önce, elimizdeki en eski ve eksiksiz İbrani el yazmasının yazılım tarihi, M.S. 900 senesiydi. İsa’nın zamanı olan M.S. ilk yüzyıldan sonra yazılmış olan bu metinlerin hatasız iletimine ne kadar güvenebilirdik? Arkeoloji ve Ölü Deniz Tomarları’na bu konuda çok minnettarız, çünkü artık elimizdeki metinlere güvenebileceğimizi biliyoruz. Ölü Deniz mağaralarının içinde bulunan tomarların bir tanesi, Yeşaya kitabının tamamının el yazmasını içermektedir. Paleontolojik çalışmalar sonucunda bu tomarın yazılım tarihi, M.Ö. 125 olarak tespit edilmiştir. Bu el yazması, bizlerin sahip olduğu herhangi bir MSS’den bin yıldan daha önce yazılmıştı.
Bu keşfin en önemli özelliği, aralarında bin sene bulunan Yeşaya tomarının (M.Ö. 125), Yeşaya Masoretik Metnine (M.S. 916) tüm detaylarında izlenilen yakınlığıdır. Bu yakınlık bizlere, bin sene boyunca yaşanmış olan kopyalama sürecindeki şaşırtıcı kusursuzluğu sergilemektedir.
Yeşaya 53’deki 166 kelimede, sadece 17 harfte tereddüt yaşanmaktadır. Bunların on tanesi, cümlenin anlamını etkilemeyen, ancak kelimenin yazılım şeklindeki farklılıktan kaynaklanmakta, dört tanesi bağlaç kullanımında gözüktüğü gibi, stil değişiminden kaynaklanmakta ve son üç harf ise, ayet 11’de eklenmiş olan ve anlamı etkilemeyen “ışık” kelimesinden gelmektedir. Daha da ötesi, bu kelime LXX ve IQ tarafından da (Ölü Deniz Mağaralarında bulunmuş olan bir Yeşaya tomarı) desteklenmektedir. Böylece, 166 kelimeden oluşan bir bölümde, bin yıllık bir iletim ve kopyalama sürecinden sonra, sorunlu olarak gözüken tek bir kelime (üç harften oluşmakta olan) mevcuttur ancak, bu kelime parçanın anlamını değiştirmemektedir. (Burrows, SS, 304)
Gleason Archer’in ifade ettiği gibi, Kumran cemaatinin Yeşaya kopyaları, “elimizdeki standart İbrani metni ile kelime kelimesine karşılaştırıldığında, yüzde 95 gibi bir oranla tıpa tıp benzer olduğu tespit edilmiştir. Yüzde 5lik oran ise, açıkça görülen kalem hataları ve yazılım değişikliklerinden oluşmaktadır.” (Archer, SOT, 19)
Millar Burrows, şu sonuca varmıştır: “Bir metnin, bin senelik bir dönem içerisinde çok az bir farklılık göstermiş olması, bir tür mucizedir. Bu tomar hakkında yazdığım ilk yazımda da daha önce belirttiğim gibi, ‘Bu yazının içerisine baktığımız zaman, ortaya koyduğu temel önemini; Masoretik geleneğin güvenilirliliğinin ispatını görmekteyiz’.” (Burrows, TDSS, 304)
Yazan: Josh McDowell
Yorum Ekle