Tanrı kendisini evrenin yapısında öylesine bir berraklıkla gösterir ki, insanın Tanrı’yı yarattıklarında görebilmesi için sadece gözlerini açması gerekli ve yeterlidir. Tanrı’nın özünü insanların bütünüyle kavrayamadıkları bir gerçektir, çünkü bu onlardan gizlenmiştir. Ancak Tanrı’nın yarattıklarında, görkeminin açık ve kesin belirtileri bulunmaktadır. O’nu tanımamak için hiçbir özrümüz yoktur. Gözlerimizi yaradılışın hangi bir parçasına çevirirsek çevirelim, Tanrı’nın ona verdiği görkemle parladığını görürüz. Elçi Pavlus bizlere Tanrı’nın kendisine dair bilinenleri yaradılışı aracılığıyla herkese gösterdiğini, O’nun sonsuz gücünün ve Tanrılığının yaptıklarıyla açıkça görüldüğünü söyler (Romalılar 1:19).
O’nun bilgeliğini ortaya koyan birçok şey vardır. Artık bilim adamlarının tanrısal bilgeliğin sırlarını daha derinden araştırabildikleri doğrudur. Bilgilerini, yıldızların, gezegenlerin, güneş ve ayın hareketlerini gözlemlemek için kullanabilirler. Bu cisimlerin aralarındaki uzaklıkları ölçüp, bunların büyüklüğünü hayranlıkla izleyebilirler. Peki tüm bunlar, bilim adamı olmayan bizlerin tüm bunların yaratıcısı olan Tanrı’ya inanmamak için özrümüz olduğu anlamına mı gelir? Bizlere bir çift göz verilmiştir. Bu göksel cisimlerin ne kadar çok, ne denli farklı ve ne kadar düzenli olduğunu görebiliriz. Açıkça Tanrı, bilgeliğini bu olağanüstü yaradılışıyla TÜM insanlara açıklamıştır.
Aynı şekilde, bu yapıyı, insan vücudunun güzelliğini ve kullanışlığını, tam olarak anlamak için iyi eğitimli bir doktor gereklidir. Buna rağmen insan bedeninin bu yapısının, onu yaratan Kişi’nin yüce ustalığını açıkça sergilediği herkes tarafından kabul edilir. “Aslında Tanrı hiçbirimizden uzak değildir” (Elçilerin İşleri 17:27). Eğer Tanrı’nın elinin işini görmek için sadece kendi bedenlerimize bakacak kadar uzağa gitmemiz gerekiyorsa, içinde bulunduğumuz tembellikte O’nu aramayı reddediyorsak, özrümüz yoktur. Aslında bu, insanların minnet duygusundan ne kadar yoksun olduklarını ortaya koyar. Kendi içlerinde Tanrı’nın o yüce işlerine ve ölçüsüz armağanlarına sahiptirler. Fakat bu kadar yetenekli oldukları için gururla kabarırlar. Veren’i övüyor olmaları gerekir.
İnsanlar, Tanrı’yı düşünmek zorunda kalmamak için “doğa” kelimesini kullanmışlardır. Tüm bu harika şeylerin, gözlerinden tırnak uçlarına kadar tüm bunların yaratıcısının “doğa” olduğunu söylerler. Tüm bunların ötesinde, insan aklının hızlı işleyişi, mantık yürütmedeki müthiş gücü açıkça yaratıcısını ortaya koymaktadır. Buna rağmen insanoğlu, Tanrı tarafından verilmiş bu güçleri Tanrı’ya karşı savaşmak için kullanmaktadır.
Bazı insanlar, bedenin, can olmaksızın varlığını sürdüremeyeceğini söylerler. Bu sebeple, beden öldüğünde o da ölecektir. Ancak can gerçekten de, bedenden bağımsız olarak işlevini sürdürmektedir. Gökleri araştırdığımızda bunun bedenle hiçbir ilgisi yoktur. Geçmişi ve geleceği düşünmemiz, duyduğumuz birşeyi hatırlamamız, bir resmi zihnimizde tutmamız, hatta uyurken bile aklımızdan düşünce ve resimlerin geçmesi ile bedenimizin hiçbir ilişkisi yoktur. Bunlar, Tanrı’nın insanda yarattıklarının daha derin göstergeleridir. Ölümsüzlüğün izleri, insan doğasından asla silinemez. Bu sebeple, insan kendi mantığını, bir yaratıcı olduğuna kabul etmeye zorlamalıdır.
Diğer insanlar ise evrene hayat veren bir çeşit evrensel bir bilinç olduğunu söyleyerek, bir gerçek Tanrı olduğu düşüncesini ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Ancak bu düşünüş, Tanrı’yı, belirsiz bir güçle değiştirir. Öyle bir güç ki ondan korkulması ya da ona tapınılması uygun olmazdı.Böylesine önem taşıyan konularda, Tanrı’yı, yarattıklarıyla ve Kendi iradesine boyun eymek zorunda olan doğayla karıştırmak, sonuçları çok ciddi olan bir hatadır.
Bu sebeple her ne zaman kendi bedenlerimizi düşünürsek, herşeyi yöneten tek bir Tanrı’nın olduğunu hatırlamalıyız. O’na dönüp, O’na inanmamız ve O’na tapınmamız Tanrı’nın arzusudur. Bize verdiği harika armağanları kullanıp, bunların tadını çıkardıktan sonra; bunları bize verene ve ihtiyacımız olan herşeyi vermeye devam edene arkamızı dönmek, hiçbir mantığa sığmayacak bir davranıştır.
Tanrı’nın muhteşem işlerine hayranlıkla bakalım. Gücüyle, yeri ve göğü tutmaktadır. Gökleri sarsıp onu şimşeklerle aydınlatan O’dur. Havayı fırtınalarla karıştıran ve bir anda herşeyi durultan O’dur. Denizin dalgalarına bir sınır koyan, onları vahşi rüzgarlarla kırbaçlayıp, tekrar onları dindiren O’dur. Tanrı’nın gücü, O’nun sonsuzluğunu düşünmeye yöneltir bizleri. Herşeyin kendisinden geldiği O, Tanrı, ebedi olmalıdır. Kendi içersinde var oluşa sahip olmalıdır.
Tanrı’nın işlerini, insanlarla ilgili konularda da görebiliriz. Tüm insanlara karşı iyi huyludur ancak işleyişini öyle bir şekilde ortaya koyar ki; doğru kişilere karşı her zaman iyidir ve kötülere karşı serttir. Nasıl masumları korur ve onların öcünü alırken kendisini açıkça gösterirse, bir suçun cezalandırılmasında da Tanrı kendisini gösterir. Bazen, kötü kişilerin kısa bir süre için zaferli olmalarına ve masumların zorluk içersinde acı çekmelerine ve kötüler tarafından zulüm görmelerine Tanrı’nın izin verdiği gerçeği O’nun adaletini gizlemez. Bununla ilişkili olarak Tanrı’nın bir suçu cezalandırıp, tüm suçlardan nefret ettiğini öğrenmemiz gerekir. Ve bir çok suçu şimdiki zamanda cezasız bıraktığını gördüğümüzde, bu suçların cezalandırılacağı bir yargı gününün gelmekte olduğunu öğrenmemiz gerekir.
Mezmurların yazarı, 107. Mezmur’da bizlere Tanrı’nın ilgilenişinden bahseder. O bölümde yazar bizlere, mutsuz olanlara Tanrı’nın nasıl harika ve beklenmedik şekilde yardım elini uzattığından, çölde kaybolmuş bir şekilde dolaşan o insanları nasıl koruyup, yönlendirdiğinden, açlara yiyecek verdiğinden, tutsakları kölelikten nasıl kurtardığından, hastaları iyileştirip, dünyaya verimlilik verdiğinden ve alçaltılmış olan insanları nasıl yücelttiğinden bahseder. Çoğu insan bunların şans eseri olduğunu düşünür ancak Mezmurların yazarı bunların Tanrı’nın kendi halkıyla yakından ilgilenişinin gösterimleri olduğunu söyler. Ve tüm bunların farkına varanların, Tanrı’nın şefkatli sevgisini anlayacaklarını ekler.
Tanrı’yı gerçek anlamda tanıdığımızda, gelecek hayatı özlemle bekleyeceğiz. Tanrı’nın şimdiki iyiliği ve sertliğinin tam olmadığını anladığımızda, şimdiki hayatın sadece bir başlangıç olduğu sonucuna varmalıyız. Gelecek dünyada, Tanrı’nın merhameti ve yargısı daha dolu bir şekilde görülecektir. Tanrısal insanları, kötülerin kendilerine yaptıkları yüzünden acı çekerken; kötülerin rahatlık içersinde yaşadıklarını gördüğümüzde, iyinin ve kötünün hakkettiği muameleyi görecekleri başka bir hayatın gelmekte olduğunu düşünmekle doğru bir şey yapmış oluruz.
Augustine bilgece şöyle demiştir, “Eğer tüm günahlar şu anda cezalandırılsaydı, gelecekte bir yargının olmayacağını düşünebilirdik; ve eğer hiçbir günah anında cezalandırılmasaydı, tanrısal güç ve ilgi diye bir şeyin olmadığını düşünebilirdik”.
Tanrı’nın, gücünü yaradılışı aracılığıyla açıkça göstermiş olduğu gerçeğine rağmen, insanoğlu bu dersten birşey öğrenmemiştir. Bizler çoğunlukla etrafımızdaki doğal şeylere bakıp, onları yaratanı düşünmeyiz. Bizler, çoğu zaman, olan olayların Tanrı’nın bir işi olduğunu anlamak yerine, şans eseri olmuşlar gibi konuşuruz. Yaradılış işi, onları yaradanın görkemini bizlere göstermek için etrafımızdaki lambalar gibidir. Ancak boş yere parlarlar. Onlara yeterince dikkat etmeyiz. Fakat onlar orada olduklarından, Tanrı’yı tanımak için hiçbir yolumuz olmadığını söyleyemeyiz. Ancak Tanrı bizleri yaradıcımız hakkındaki gerçek bilgiye eriştirmek için yüce lütfuyla bizlere bir başka rehber, daha parlak bir ışık vermiştir. Bu ışık, kutsal yazılardır.
John Calvin, Kutsal Kitap Hristiyanlığı
Madde 5
Yorum Ekle