Bu konuda güvenilir bir kanıt, insanın Tanrı suretinde yaratıldığı gerçeğinde ortaya çıkar [Yar. 1:27]. Tanrı’nın görkemi insanın dışında ortaya çıksa bile, bu suretin doğru yerinin can olduğundan hiç kuşku yoktur. Aslında dışsal biçimimizin, bizi vahşî hayvanlardan ayırdığı ve farklı kıldığı kadar, aynı zamanda da bizi Tanrı’ya daha çok yaklaştırdığını inkâr etmiyorum. Biri, “Tanrı sureti” başlığının altına, “diğer bütün canlılar toprağa bakmak için eğilirken, insana yukarıya kaldırdığı bir yüz verilmiş, göğe doğru bakması ve yüzünü yıldızlara kaldırması emredilmiştir”[1] gerçeğini dâhil etmek isterse, çok şiddetle mücadele etmem -yeter ki, dışsal belirtilerde görülen ya da parıldayan Tanrı’nın suretinin, ruhsal olduğuna yerleşmiş bir ilke diye bakılsın. Yazıları, yararsız buluşlarda sapkınca yaratıcı olduğunu kanıtlayan Osiander [2], Tanrı’nın suretine hem bedeni hem de canı ayrım gözetmeden dâhil ederek yeri göğü birbirine katıyor. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un suretinin insanda yer aldığına, çünkü Âdem her ne kadar dürüst kalabilmiş olsa da, Mesih’in insan olması gerektiğini söylüyor. Bu durumda onlara[3] göre, Mesih’in önceden belirlenen bedeninin tipi ve şekli, biçim verilmiş beden görünüşündeydi. Ama Mesih’in Ruh’un sureti olduğunu nerede görüyor? Bütün tanrısallığın O’nun Aracı kişiliğinde kuşkusuz ortaya çıktığını kabul ediyorum ama sonsuza kadar sürecek olan Söz’e, sıralamada daha önce geldiği Ruh’un sureti nasıl denir? Kısacası, Oğul’a Ruh’un sureti denirse Oğul’la Ruh arasındaki fark altüst edilir. Ayrıca Mesih’in aldığı bedende Kutsal Ruh’a nasıl benzediğini ve bu benzerliğini hangi belirtiler ve ayırt edici özelliklerle ifade ettiğini ondan öğrenmek isterdim. “İnsanı… yaratalım” [Yar. 1:26] sözü Oğul’a da özgü olduğu için, bundan, O’nun Kendisinin sureti olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu, hiçbir nedene uygun değildir. Bundan başka, Osiender’in uydurması kabul edilirse, Mesih’in tipine ve şekline göre insan biçimlendirilmiştir. Bu durumda Âdem’in kalıbı Mesih’ten alınarak etle kaplanmıştı. Ama Kutsal Yazı çok daha farklı bir anlam öğretiyor. Âdem, Tanrı’nın suretinde yaratılmıştı. Âdem’in, Tanrı’nın tek sureti olan Mesih’e uyması için, Tanrı suretinde yaratıldığını açıklayanların zekâsı çok daha renkli ama bu açıklamada da sağlıklı bir şey yok.
Yorumcular, bu iki sözcük arasında var olmayan bir fark aradıklarında, açıklama yapmak için “benzerlik” eklenmesinin dışında, “suret” ve “benzerlik” konusunda da en küçük bir anlaşmazlık yok. Öncelikle tekrarların Yahudilerde yaygın olduğunu biliyoruz. Bir şeyi iki kez açıklıyorlardı. O zaman burada bir belirsizlik yoktur. Sadece insan, Tanrı’ya benzediği için ona Tanrı’nın sureti denmektedir. Bu durumda bu sözcüklerin çok daha kurnazca felsefesini yapanlar gülünç oluyorlar: canın özüne ya zelem yani suret diyorlar ya da niteliklerine demuth yani benzerlik diyorlar. Veya farklı bir şey öne sürüyorlar. Tanrı, insanı Kendi suretinde yaratmaya karar verdiğinde ki, bu anlaşılması oldukça güç bir ifadedir, benzerliğinin işaretlerinin kazındığı bir suret halinde Kendisini temsil edecek bir insan yaratacağını söylüyormuş gibi, bunun açıklamasını “Kendimize benzer” ifadesinde tekrarlamaktadır. Bu nedenle Musa, az sonra aynı konuyu anlatırken, “benzerlikten” söz etmeden “Tanrı’nın suretini” iki kez tekrarlıyor. Osiander’ın, insanın bir organına -diyelim ki kendisine bahşedilenlerle birlikte canına- değil, adını meydana getirildiği topraktan alan Âdem’in bütününe Tanrı sureti dendiğini söyleyerek itiraz etmesi saçmadır. Sağlıklı düşünen bütün okurlar neden saçma dediğimi anlayacaklardır. İnsana bütünüyle ölümlü denirken can ölüme tabi değildir; insana “düşünen hayvan” denilse de, akıl ya da zekâ bedene ait değildir. Bu durumda, can, insan olmamasına rağmen, canı nedeniyle insana Tanrı’nın sureti denmesi saçma değildir; yine de Tanrı’ya benzerliğin, insanın doğasını bütün canlı yaratıkların üzerinde yükselten yetkinliği tümüyle kapsadığına dair az önce belirttiğim ilkeyi aklımda tutuyorum. Anlayışı tümüyle doğru olduğunda, düşkünlüklerini akıl sınırları içinde tutulduğunda, bütün duyuları doğru bir düzen içinde ölçülü olduğunda ve yetkinliğini Yaratan’ının kendisine verdiği olağanüstü armağanlara içtenlikle atfettiğinde Âdem’e bahşedilen dürüstlük bu sözcükle ifade edilir. Tanrısal suretin asıl yeri düşüncede ve yürekte ya da canda ve canın güçlerinde olsa da, bazı kıvılcımlar insanın bazı organlarında hatta bedeninde parıldamaktadır. Dünyanın birçok yerinde de Tanrı’nın yüceliğinin bazı izlerinin parladığı kesindir. İnsana O’nun sureti verildiğinde örtülü bir antitezin ortaya atıldığını buradan anlayabiliriz. Bu, insanı bütün diğer yaratıklardan üstün kılar ve adeta onu sıradan çoğunluktan ayırır. Aslında meleklerin Tanrı’ya benzer olarak yaratıldığını reddetmemeliyiz. Mesih’in tanıklık ettiği gibi, bizim en büyük yetkinliğimiz onlar gibi olmaktır [Mat. 22:30]. Bu kendine özgü unvanla Musa, yerinde olarak Tanrı’nın bize olan lütfunu över, özellikle de görülen yaratıkları insanla karşılaştırdığında.
[1] Ovidus, Metamorphoses I. 84 vdd (LCL basımı, s. 8); Krş. Cicero, Nature of the Gods II. lvi. 140 (LCL basımı, s. 256 vdd)
[2] Andreas Osiander (1498-1552) Nurnberg’de seçkin bir Lutheran pastörüydü. 1549’da Köningsber’de profesör oldu. 1550 yılında aklanma konusunda bağımsız ve şaşırtıcı bir öğretiş ortaya attı. Osiander’in, Kopernik’in çığır açan çalışmasıyla ilgili yazısıyla bilimin ilerlemesine katkıda bulunduğu da dikkate değer.
[3] Metinde “eos” olarak çoğuldur; Krş. Institutes’un Fransızca metninde, ” selon leur reverie” (Onların hayallerine göre).
John CALVIN
Yorum Ekle