Yaradılışın hikayesi, kilisedeki bizlerin başka hiçbir tanrı aramamamız için anlatılmıştır. Meleklere, cinlere ya da Tanrı’nın dünyada yarattıklarına tapınamayız. Tanrı, yarattıklarından daha yücedir.
Melekler: Bunlar, Tanrı’nın yarattıklarının en görkemli olanlarındandır. Ancak, tanrısal varlıklar değillerdir. Tanrı, melekler hakkında böyle bir bilgiyi bize vermeyi uygun görmemiş olduğu geçeğini kabul edelim. Ne zaman yaratıldıklarını bilmiyoruz. Sadece Musa’nın sözlerinden bildiğimiz şudur: “Ve gökler ve yer ve onların bütün orduları itmam olundu”. Kaç tane olduklarını da bilmiyoruz, ancak Elişa’nın sözlerinden biliyoruz ki “bizimle olanlar onlarla olanlardan daha çoktur”.
Kutsal yazılardan biliyoruz ki, melekler Tanrı’nın hizmetkarlarıdır, ve O’nun tarafından yaratılmışlardır. O’na itaat ederler ve buyruklarını gerçekleştirirler. “Melek” kelimesinin anlamı budur: Haberci. Onlara göksel ordu denir çünkü krallarlarını çevreleyerek, onun yüceliğini sergilerler ve onun emirlerine itaat etmeye hazır durumda beklerler. Meleklerin, hizmet etmek için Tanrı’nın bizler için olan armağanlarını bizlere getirmek için, yaratıldıklarını bilmemizle rahatlarız. Aynı zamanda bizlerin güvenliğini sağladıklarını, koruyup yönlendirdiklerini ve tüm acılardan korumak için bizleri izlediklerini biliriz. Belki her bir melek belirli bir imanlıyla ilgileniyordur ancak en kesin olan bir şey ise tümünün bizlerin güvenliği için kaygı çektikleridir. Gökteki melekler, bir günahkar tövbe ettiğinde, tövbe etmeye ihtiyacı olmayan doksandokuz kişi için olduğundan daha fazla sevinirler.
Ancak Tanrı, melekleri Kendi görkeminden pay almaları için yaratmamıştır. Bizler için yaptıkları yardımları bizlerin onlara kısmen bile güvenmemiz için sunmamaktadır. Melekler Tanrı’nın hizmetkarlarıdır. Görevleri, O’nun bizler için sağladığı güç ve iyilikte hizmet etmektir.
Cinler: Cinlerin Tanrı tarafından yaratıldıklarını anlamalıyız. Tanrı’dan bağımsız olarak var olamazlardı, eğer olsalardı, bu, kendi içlerinde var oluşa sahip oldukları anlamına gelirdi. Ancak yalnız Tanrı kendiliğinden varolandır. Tüm hayat O’ndan gelir. Ancak eşit derecede emin olmalıyız ki, cinlerin kötülükleri, Tanrı’nın onlara verdiği doğadan kaynaklanmaz, ama doğaları günah yüzünden bozulmuştur.
Kutsal Kitap’ta cinler hakkında bizlere verilen bilgiler, büyük oranla bizleri onların saldırılarına karşı uyarmak için verilmiştir. Şeytan, silahlanmış güçlü bir adam, havadaki hükümranlığın egemeni ve kükreyen bir aslan olarak tarif edilir. Ona verilen tüm bu isimler, bizleri daha dikkat etmeye ve savaşmak için hazır olmaya yönlendirmelidir. Petrus bize İblis’in yutacak birini arayarak kükreyen aslan gibi dolaştığını söyledikten sonra “imanda sarsılmadan İblis’e karşı direnmemiz” gerektiğini ekliyor (1. Petrus 5:8,9). Pavlus da bizlerin uzun ve tehlikeli olan savaşa hazır olmamız için silahlanmamızı söylüyor. “Çünkü savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşıdır” (Efesliler 6:12). Tembel veya korkak olmamalıyız. Güçlü, cesur ve istekli olarak sona kadar dayanmamız gerektiği öğretildi bizlere. Ve kendi zayıflığımızın farkında olarak ihtiyacımız olan bu zırhı, kuvveti ve bilgeliği vermesi Tanrı’dan yardım istemeliyiz.
Tek düşmanımız İblis değildir. İblis, Tanrı’nın düşmanıdır. Bizler, Tanrı’nın onuru için savaşırız. Eğer Tanrı’nın krallığını ilerletmek istiyorsak, bu krallığı fethetmek ve hatta eğer gerçekleştirebilecek olsaydı bizlerin yıkımını bile planlayan bu kötü ruha karşı sürekli savaşmalıyız. Böyle bir düşmanla barış sağlanamaz. İblis, insanların akıllarına yanlışlıklar, doğrular yerine yalanlar getirir, kin ve nefret uyandırarak ayrılığa ve kavgalara sebep olur. İblis’in doğası kötüdür ve düşmüştür.
Şeytanın kötülüğü tamamıyla kendi seçimidir. Mesih, İblis hakkında şöyle der: “Yalan söylemesi doğaldır. Çünkü yalancıdır ve yalanın babasıdır” (Yuhanna 8:44). Yine bizlere onun “doğrulukta kalmadığını” söyler. Buradan görülür ki, İblis bir zamanlar gerçeğe sahipti ancak onu reddetti.
İblis her ne kadar Tanrı’ya karşı savaşsa da, Tanrı izin vermeseydi bunu yapamazdı. Eyüp kitabından öğreniyoruz ki İblis, Tanrı’nın izni olmaksızın kendi vahşi planlarını uygulayamaz. Bununla birlikte II. Selanikliler 2:912 bölümünden de imansızların kör edilmesinin sadece Şeytan’ın işi değil, Tanrı’nın yargısı da olduğunu öğrenmekteyiz.
Tanrı cinleri (temiz olmayan kötü ruhları) isteği uyarınca tamamıyla kontrol edebilir ancak imanlıları denemeleri için onlara izin verir. Bu kötü ruhların sebep oldukları denenmeler aracılığıyla imanlılar arınabilirler. Bu ruhlar bizleri sorunlar, tuzaklar ve kötü saldırılarla rahatsız edebilirler. Ancak inanlıyı hiçbir zaman ezemezler. Tanrı böyle yapmalarına izin vermez. Pavlus’un buna benzer bir sorunu vardı. Şöyle yazdı, “Aldığım esinlerin üstünlüğüyle gururlanmayayım diye bana bedende bir diken, beni yumruklamak için bir Şeytan meleği verildi, gururlanmayayım diye” (2. Korintliler 12:7).
Cinlerin sadece bizleri yanlış yapmaya zorlayan, içimizdeki kötü arzular olduğu şeklinde saçma bir düşünceye karşı çıkmak zorundayım. Kutsal yazılar bunu açıkça reddeder. Kutsal yazılar cinlerden “kötü ruhlar” ve “kendilerine ayrılan yeri terketmiş olan melekler” olduklarını söyler. Buradan da cinlerin sadece insanların zihinlerindeki düşünceler olmadığını ama onların gerçek olduğunu ve kendilerine has bir anlayış ve düşünüşlerinin olduklarını öğreniriz. Kutsal Kitap’ta ayrıca Tanrı’nın çocukları ve İblis’in çocukları ayrımı yapılır ki, eğer İblis’in çocukları sadece kötü düşünceler olsalardı, bu karşılaştırma çok anlamsız olurdu. Ayrıca Kutsal Kitap’ta cinlerin, cehennem ateşinde sonsuz mahvoluşa mahküm edildikleri söylenir. Bu kötü düşünceler için geçerli olan bir ifade değildir.
Fiziksel dünya: Tanrı’nın bizlere verdiği bu dünyadaki güzellikleri seyretmekten sevinç duymalıyız. İmanın ilk işaretlerinden biri, çevremizdeki herşeyin Tanrı’nın eseri olduğunu anlamak ve bunları neden yarattığını merak etmektir. Yaratılış hikayesini çalışmak, imanımızı güçlendirecektir. Söz’ünün gücü ve Ruhuyla yeri ve göğü yoktan var ettiğini öğreniriz. Bunların, yaratılmış şeyleri ürün olarak (canlı ve cansız) vermesini sağladı. Her nesneye kendine has bir doğa, işlev ve konum verdi. Ve yok olmak zorunda olduğundan, soylarını devam ettirebilmeleri için her bir türe üreme gücü vermiştir. Ve son olarak, insanı yaratmıştır. Şekil güzelliği ve onlara verdiği büyük yeteneklerle onları yaratılışın diğer canlılarından farklı kıldı. Tanrı, insanı yaratılışın en harika parçası olduğunu belirtir.
Burası, Tanrı’nın yüce işlerini uzun uzadıya tartışmanın yeri değildir. Evrende görüldüğü gibi bilgeliğinin, gücünün, doğruluğunun ve iyiliğinin bizlerin anlayışının ne kadar üzerinde olduğunu göstermeye yeterli olacak hiçbir kelime yoktur. Ancak bu demek değildir ki, onları göz önüne almamalıyız. Evrenin güzellikleri Tanrı’nın iyiliğinin, bilgeliğinin ve gücünün aynasıdır. Yaratılışa bakmak, Tanrı’nın yüceliğine olan minnettarlığımızı şaşkınlıkla artıracaktır.
Öyleyse ilk olarak, yıldızları yerlerine böylesine görkemle koyan, bazılarına sabit bir konum, bazılarına ise hareket veren bu mimarın yüceliğine bakalım. Onları, gece ve gündüzü, ayları, yılları ve çağları belirleyecekleri şekilde kontrol eder. Günün uzunluğunu bile bir karışıklık olmadan değiştirir. Tanrı’nın iyiliğini ve bilgeliğini, büyük küçük yarattığı herşeyde gösterebilecek daha birçok farklı örnek verebilirdik.
İkinci olarak, bu yaradılışın üzerimizde nasıl bir etki yaratması gerektiğini görelim. İmanla, Tanrı’nın herşeyi iyiliğimiz için düzenlediğini gördüğümüzde, O’na güvenle, duayla, övgüyle ve sevgiyle dönmeyi öğreneceğiz. Tanrı dünyayı bir anda yaratabilirdi. Ancak bu yaradılışı altı güne yaymıştır. Bu bir nezaketti ve insana olan sevgisinin bir işaretiydi. Çünkü bu şekilde insan için gerekli olan herşeyi önceden hazırlamış oldu. Biz daha doğmamışken bizlere bakan ve bizlerle ilgilenen böylesine yumuşak huylu bir Baba’nın ilgisinin devamından şüphe duyacak kadar şükran duygusundan yoksun olmamalıyız. Bizlerin üzerine tüm bereketini yağdırmışken, ihtiyacımız olduğu zamanda bizleri bırakacağını düşünmek gerçekten de günah olurdu.
Tanrıyı, göğün ve yerin yaradanı olarak düşündüğümüz her zaman, O’nun tüm yarattıklarını kontrol altında tuttuğunu ve O’nun çocukları olduğumuzu hatırlayalım. Bizlere bakmak, beslemek ve korumak için söz vermiştir. Güven içersinde, O’ndan her iyiliği bekleyebiliriz. Herşeyi sadece O’ndan istemeli, sadece O’na şükretmeliyiz çünkü her iyi şeyi bize O verir. Böylece kalplerimiz O’na dönecek, öyle ki, Rabbimizi tüm varlığımızla sevip, O’na tapınacağız.
John Calvin, Kutsal Kitap Hristiyanlığı
Madde 14
Yorum Ekle