Teoloji & Doktrin

Tanrı’nın Armağanı Olarak Bilim

İnsan düşmüş ve doğruluğundan sapmış bile olsa, seküler yazarlarda bu konulara her ne zaman rastlasak, onların içinde parlayan, hayran bırakan bu gerçeğin ışığı, yine de insan zihninin Tanrı’nın yetkin armağanlarını giyinmiş ve bunlarla süslenmiş olduğunu bize öğretsin. Tanrı’nın Ruhu’na gerçeğin tek çeşmesi diye bakıyorsak, Tanrı’nın Ruhu’na saygısızlık etmek istemediğimizde ne gerçeği reddederiz ne de nerede ortaya çıkarsa çıksın ondan nefret ederiz.[1] Kutsal Ruh’un armağanlarını fazla değer vermeden düşünürsek Ruh’u küçümseriz, O’na sitem ederiz. Öyleyse ne yapalım? Böylesine büyük bir eşitlikle yurttaşlık düzenini ve disiplinini kuran eski hukukçuların üzerinde parlayan gerçeği inkâr mı edelim? Filozofların, hassas gözlemlerinde ve doğayı sanatsal tanımlamalarında kör olduklarını mı söyleyelim? Tartışma sanatını düşünen ve bize mantıklı konuşmayı öğreten bu insanların anlayıştan yoksun olduğunu mu söyleyelim? Bizim yararımıza emek vererek tıbbı geliştiren bu insanların deli mi olduğunu söyleyelim? Bütün matematiksel bilimler için ne diyeceğiz? Bunların deli saçmalığı olduğunu mu düşünelim? Hayır, eski insanların bu konulardaki yazılarını büyük hayranlık duymadan okuyamayız. Onlara şaşıyoruz, çünkü ne kadar üstün olduklarını kabul etmek zorundayız. Ama aynı zamanda Tanrı’dan geldiğini kabul etmeden bir şeyi övgüye değer ya da soylu diye kabul eder miyiz? Böylesine büyük bir nankörlükten utanalım. Putperest şairler bile bu nankörlüğe düşmemişlerdir, çünkü felsefeyi, hukuku ve bütün yararlı sanatları tanrıların icat ettiğini kabul etmişlerdir. Kutsal Yazı’nın “doğal kişi” dediği [1Ko. 2:14] bu insanlar aslında zekiydi ve araştırmalarında bayağı şeylerin içyüzünü anlıyorlardı. İnsan doğasının gerçek iyiliği daha sonra yozlaşmış olsa bile, onların örneğine bakarak RAB’bin ona ne armağanlar bıraktığını öğrenelim.


[1] “Gerçek, her nerede ortaya çıkarsa çıksın” onun kökeninde tanrısallığın ve gerçekliğinin kanıtlanmasının bulunduğuna dair bu iddia daha çok vurgulanamazdı. İnsan zihninin doğal kapasitelerini burada daha çok geçici ve “bayağı” alanlarla bağdaştırırken, başka yerlerde Calvin, putperest filozofların dinsel gerçeğin temel ilkeleri konusunda yaptıkları ayırımı çoğunlukla kabul etmektedir. Krş. I. iii. 1; 1:v.3. Kutsal Yazı’nın dışındaki kaynaklarda ve doğal insanda bulunan gerçeğe sıcak bakarken, birbiriyle uyum içinde olmayan (en iyi temsilcisinin Duns Scotus olduğu) iki kavrama dair hiçbir düşüncemizin olmadığı belirtilmelidir. Daha çok onun, Tanrı vergisi gerçek konusuna bakışı iki zeminde ortaya çıkmaktadır. Birincisi, sadece geçici ve dünyasal işlerin değeridir. Calvin filozoflar, “olayların bütününü” yani insan Tanrı’ya tapsın diye dünyanın Tanrı tarafından yaratıldığını, yine de her birinin gerçeğin birazını görebildiğini söyleyen Lactantius’la aynı görüştedir. İskenderiyeli Clemens’in açıklamasına göre, felsefe olguların doğasını araştırırken, felsefenin gerçeği, “Rab’bin söylediği gerçektir: ‘Gerçek benim.'” Calvin, Comm. Titus 1: 12’de, gerçeği günahlı insanlar bile söylese Tanrı’dan geldiğini söylemektedir.

John CALVIN

Bu yazıda geçen konular: