Tanrı Teoloji & Doktrin Üçlü Birlik

Üçlü Birlik ve Kişilik İfadeleri ile Yorum Yapmak

Sapkınlar, “kişilik” sözcüğü için ağızlarına geleni söyleseler ya da bazı titiz insanlar, insan zihninin oluşturduğu bir terimin kabul edilmesine yüksek sesle karşı çıksalar da, söz edilen kişilerden her birinin tümüyle Tanrı olduğu ve birden çok Tanrı olmadığı inancımızı sarsamazlar. O zaman, Kutsal Yazı’nın tanıklık ettiğinden ve mühürlediğinden başka bir şey ifade etmeyen kelimeleri onaylamamak ne kadar günahtır!

Çekişmelerin ve anlaşmazlıkların fidesine yatak olacak yabancı terimleri yaymaktansa sadece düşüncelerimizi değil, sözlerimizi de Kutsal Yazı’nın sınırları içinde tutmamız yeterlidir, diyorlar. Bu yüzden, kelimeler üzerinde kavga etmekten bıktık, bu yüzden atışarak gerçeği kaybediyoruz, bu yüzden iğrenç ağız kavgalarıyla sevgiyi mahvediyoruz.

Eğer Kutsal Yazı’da harf harf yazılmış bir kelimenin yerine kullanıldığı gösterilemeyen bir kelimeye yabancı diyorlarsa, bütün yorumcuları Kutsal Yazı’nın dokusunu bir araya getirememekle suçlayan adaletsiz bir yasa dayatıyorlar bize aslında. Ama bu tuhaf bir şekilde uydurulmuş ve batıl şekilde savunulan, bilgi vermekten çok çekişmeye yol açan, zamansız ya da meyvesiz kullanılan, acımasızlığıyla dine bağlı insanların kulaklarını tırmalayan, Tanrı Sözü’nün yalınlığının değerini düşüren bir “yabancıysa” – onların ayıklığını bütün kalbimle benimsiyorum. Tanrı’yla ilgili olarak, düşündüğümüzden daha bilinçsizce konuşmamız gerektiğini sanmıyorum, çünkü bizim kendi başımıza O’nun hakkında düşündüğümüz her şey akılsızca ve söylediğimiz her şey saçmadır. Bununla birlikte sınır korunmalıdır: Hem düşünmenin hem de konuşmanın güvenilir bir kuralını Kutsal Yazı’da aramalıyız. Hem zihnimizdeki düşünceler, hem de ağzımızdan çıkan sözler buna uygun olmalıdır. Kafamızı karıştıran ve anlamamızı engelleyen ama vicdanla ve sadakatle Kutsal Yazı’nın gerçeğine hizmet eden, tedbirli bir şekilde alçakgönüllülükle ve yeri geldiğinde kullanılan Kutsal Yazı’daki bu konuları daha net kelimelerle açıklamaktan bizi kim alıkoyar? Bunun yeterince çok örneği vardır. Üstelik kilise “Üçlü Birlik” ve “Kişiler” sözlerini kullanmak zorunda bırakıldığında söylenecek ne vardır? O zaman biri, bu kelimelerin yeniliğine kusur bulursa, gerçeği sadece basit ve net anlatan bir şeye kusur bulduğundan, gerçeğin ışığını taşımaya layık olmadığı için yargılanmayı hak etmez mi?

Kilise, sahte öğretmenlerin maskesini düşürmek için “Üçlü Birlik “, “Kişilik” vb gibi ifadeleri gerekli görmüştür.
Yine de (şayet böyle demek gerekiyorsa) bu tür kelimelerin yeni olması bahaneler bularak kaçamak cevap veren sahte suçlayıcılara gerçek anlatılırken özellikle önemlidir. Bugün pak ve sağlıklı öğretişin düşmanlarını yenilgiye uğratmak için gösterdiğimiz büyük çabalarda bu konuda bol bol deneyim sahibiyiz. Böyle sahtekârca ve yılan gibi kıvırdıkları çarpıtmalarla bu kaypak yılanlar, cesurca peşlerinden gidilmezse, yakalanmazlarsa ve ezilmezlerse süzülüp giderler. Bu nedenle ahlaksız dogmalara karşı çeşitli mücadeleler başlatan eski insanlar, hatalarını kat kat laf kalabalıklarıyla ört bas eden imansızlara hiçbir hilekarca bahane bırakmamak için, ne hissettiklerini dört dörtlük bir netlikle açıklamak zorunda kalmışlardır. Arius, apaçık kehanetlere karşı çıkamadığı için, Mesih’in Tanrı ve Tanrı’nın Oğlu olduğunu kabul etmiştir. Doğru olanı yapıyormuş gibi, başkalarıyla aynı görüşte olduğunu iddia etmiştir. Yine de bu arada, yaratılmış olan diğerleri gibi, Mesih’in de yaratıldığına ve bir başlangıcı olduğuna dair boş konuşmalarına son vermemiştir. Eski insanlar, adamın ustaca hilekarlığını sakladığı yerlerden bulup ortaya çıkarmak için, daha ileriye giderek Mesih’in, Baba’nın öncesiz ve sonrasız Oğlu olduğunu, Baba’yla aynı özden olduğunu duyurmuşlardır. Arius yanlıları homoousios[1] sözcüğünden en günahkâr şekilde nefret etmeye ve ona küfür etmeye başladığında imansızlık galeyana gelmiştir. Ama Mesih’in Tanrı olduğunu başlangıçta içtenlikle ve candan kabul etselerdi, O’nun Baba’yla aynı özden olduğunu inkâr etmeyeceklerdi. Ufacık bir sözle böyle hararetli bir tartışmanın başlamasına ve kilisenin esenliğinin zarar görmesine yol açtıkları için, bu dürüst insanları mücadeleci ve kavgacı diye kim eleştirmeye cesaret edecekti? Ama bu tek sözcük pak imanlı Hristiyanlarla günahlı Arius’çular arasındaki farklı belirtmektedir. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adlarını neredeyse hiç önemi yokmuş gibi sayan Sabellius[2] ortaya çıktıktan sonra, ortaya bir ayırım koyulmadığı, bunların Tanrı’nın farklı özellikleri olduğu, O’nun böyle birçok özelliği olduğu tartışıldı. İş tartışmaya geldiğinde Sabellius, Baba’yı Tanrı, Oğul’u Tanrı ve Ruh’u Tanrı olarak kabul ettiğini itiraf etmeye alışmıştı; ama sonra bir çıkış yolu bulundu. Tanrı’ya güçlü, adil ve bilge demekten başka bir şey demediğini söylemekle yetindi. Bu durumda, hiçbir mevki ya da ayırım olmadan Baba’nın Oğul, Kutsal Ruh’un Baba olduğu eski şarkıyı yeniden yankılandırdı. O tarihte dine yürekten bağlı olan dürüst ilahiyatçılar, insanın günahlılığını yerle bir etmek için, aslında tek Tanrı’da üç özelliğin de kabul edilmesi gerektiği yanıtını yüksek sesle verdiler. Onun hilekar kurnazlığına karşı açık ve yalın gerçekle kendilerini güçlendirmek için, tek Tanrı’da üç kişiliğin yer aldığını ya da Tanrı’nın birliğinde yer alanın aynı şey olduğunu aslında onayladılar.

Teolojik terimlerin sınırları ve gerekliliği
Bu durumda, eğer bu terimler alelacele uydurulmadıysa, bunları reddederek aşırı ataklıkla suçlanmamaya çok dikkat etmeliyiz. Aslında bütün insanlar şu imanda aynı görüşte olsalardı bunların gömülmüş olmasını isterdim: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh tek Tanrı’dır. Yine de Oğul Baba, Ruh da Oğul değildir ama kendilerine özgü niteliklerle birbirlerinden farklıdırlar.

Aslında, sadece kelimelerin üzerinde inatla mücadele edecek kadar titiz değilim. Bu konulardan büyük saygıyla söz eden eski insanların kendi aralarında, hatta birey olarak her zaman birbirleriyle de aynı görüşte olmadıklarının farkındayım. O zaman konsillerin yararlandıkları ve Hilary’nin52 haklı gördüğü kurallar nedir? Hangi büyük özgürlüğe dayanarak Augustinus kimi zaman öne atılmaktadır? Onlar Greklere ve Latinlere ne açıdan benzemezler? Ama bu farkla ilgili tek bir örnek yeterlidir. Latinler homoousios kelimesini çevirmek istediklerinde “aynı cevherden” dediler. Bu, Baba’yla Oğul’un özünün bir olduğunu belirtiyordu. Böylece, “öz” yerine “cevher” kelimesini kullandılar. Aynı şekilde Jerome da, Damasus’a bir mektubunda Tanrı’nın üç cevheri bulunduğunu belirtmeye saygısızlık demektedir. Ne var ki, Hilary’nin yazılarında Tanrı’nın üç “cevheri” olduğunu yüzlerce kez bulursunuz. Ama “hypostasis” kelimesi Jerome’un kafasını nasıl da karıştırır! Tek Tanrı’daki üç hypostasis’ten söz edildiğinde zehrin pusuya yattığından kuşkulanır! Şayet biri, bu sözcüğü dine bağlı bir anlamda bile kullansa, yine de Jerome bunun uygun olmayan bir ifade olduğunu saklamaz. Haksız karalamaları nedeniyle nefret ettiği Doğu’daki piskoposları isteyerek ve

bilerek suçlamaktan çok, içtenlikle konuştuğunda bile bu doğrudur! Bütün dindışı okullarda ousia nın hypostasis ten başka bir şey olmadığını öne sürerken fazla dürüstlük göstermez. Kelimenin yaygın ve sık kullanılmasıyla bu, tekrar tekrar çürütülmüş bir görüştür. Augustinus daha ılımlı ve daha saygılıdır, çünkü hypostasis sözcüğünü bu anlamıyla Latinlerin kulaklarının yeni duyduğunu söylese de, Greklerin konuşma tarzlarını kendilerine o kadar bırakır ki, Grekçe ifadeyi örnek alan Latinlere sabır gösterir. Sokrates, Üç Bölümlük Tarih’inin 6. Kitap’ında hypostasis’le ilgili yazarken, bilgisiz insanların bu kelimeyi bu konuda yanlış kullandıklarını öne sürer. Ama aynı Hilary, sapkınlara büyük bir suç yükler. Onların günahlılığı yüzünden, insanın, düşüncesinin kutsallığında kilitli kalması gereken konuşmasının yarattığı tehlikeye boyun eğmek zorunda kalmaktadır; bunun yasaya uygun olmayan şeyler yapmak, ifade edilemeyen şeyler söylemek, kabul edilmiş şeylere ihtimal vermemek olduğu gerçeğini saklamaz. Biraz sonra da yeni terimler ortaya atmaya cesaret ettiği için uzun uzun özür diler; doğal adları-Baba, Oğul ve Ruh- sıraladığında bunların dışında ne aranırsa aransın dilin anlamının dışında, duyguların ulaşamayacağı yerde, anlama yetisinin üzerinde olduğunu ekler. Başka bir yerde de Galya piskoposunun mutlu olduğunu, çünkü elçilerin çağından beri bütün kiliselerin kabul ettiği eski ve çok yalın olandan başka bir ikrarı ne anlamaya çalıştıklarını, ne kabul ettiklerini, ne de bildiklerini söyler. Augustinus’un gerekçesi de buna benzer: bu kadar önemli bir konuda insanın konuşma yeteneğinin yetersizliği yüzünden, “hypostasis” sözcüğü, ne olduğunu açıklamak için değil, sadece Baba, Oğul ve Ruh’un nasıl üç kişi olduğu konusunda suskun kalmamak için bize dayatılmıştır.

Ve kutsal insanların bu alçakgönüllülüğü, aklımızın erdiği kelimelerin üzerine yemin etmek istemeyen denetçiler gibi, çok ciddi şekilde görev almamız için bizi hemen uyarmalıdır. Yeter ki, bu kibirli, sert ya da kötülük getiren bir kurnazlıkla yapılmasın. Ama aynı kişiler sonunda yararlı bir konuşma tarzına giderek alışabilsinler diye, bizi böyle konuşmak zorunda bırakan gerekliliği tartsınlar. Bir yanda Arius’çulara, öte yanda Sabellius’çulara direnmeleri gerektiğinde, konuyu geçiştirme fırsatının kaçmasına içerlerlerken Arius’un ya da Sabellius’un öğrencileri olduğu kuşkusunu yaratmasınlar diye, çok dikkatli olmayı öğrensinler. Arius, Mesih’in Tanrı olduğunu söylemektedir ama O’nun yaratıldığını ve bir başlangıcının olduğunu da mırıldanmaktadır. Mesih’in Baba’yla bir olduğunu söyler ama kendi taraftarlarının kulaklarına, tek bir ayrıcalığı bile olsa, O’nun diğer imanlılar gibi Baba’yla birleştiğini fısıldar. “Aynı özden” deyin ve bu döneklik maskesini sıyırın ve Kutsal Kitap’a hiçbir şey eklemeyin. Sabellius Baba, Oğul ve Ruh’un Tanrı’da farklı anlama gelmediğini söylemektedir. Onların üç kişi olduğunu söyleyin, üç Tanrı olduğunu söylüyorsunuz diye feryat edecektir. Tanrı’nın tek bir özündeki kişilerin üçlü birlik olduğunu söyleyin; tek kelimeyle Kutsal Yazı’nın bildirdiğini söyleyin ve boş konuşmayı kesin. Aslında, tedirgin batıl inanç birine, bu terimlere dayanamayacağı kadar baskı yapıyorsa, “tek” kelimesini duyduğumuzda “cevherlerin birliğini” anlamamız gerektiğini; “tek özdeki üçlüyü” duyduğumuzda bu üçlü birlikteki kişilerden söz edildiğini hiç kimse çatlasa da artık inkâr edemez. Kurnazlığa girmeden bu ikrar edildiğinde kelimelerle vakit öldürmemiz gerekmez. Ama kelimelerin üzerinde kavga çıkaranların gizli bir zehri tedavi ettiklerini uzun zamandan beri ve tekrar tekrar görüyorum. Sonuç olarak, onları hoşnut etmek için anlaşılmaz şekilde konuşmaktan çok, onlara inadına karşı koymak daha uygundur.

En önemli kavramın anlamı
Ama terimler konusunda tartışmayı bir yana bırakarak olaydan söz etmeye geçeceğim: Dolayısıyla Tanrı’nın özündeki “varlığa”, “kişilik” diyorum. Bu, diğerleriyle ilişkili olsa bile, anlatılamayan özelliğiyle fark edilmektedir. “Varlık” sözcüğüyle “özden” farklı bir şey anlamalıyız. Söz, basitçe Tanrı olsaydı ve yine de başka bir karakteristik işareti olmasaydı, Yuhanna, Söz’ün her zaman Tanrı’yla birlikte olduğunu söylerken yanılmış olacaktı [Yu. 1:1]. Söz’ün Tanrı olduğunu ekledikten hemen sonra özün birliğini bize hatırlatmaktadır. Ama Söz, Baba’da olmadan Tanrı’yla birlikte olamayacağı için, buradan varlık fikri ortaya çıkar. Söz, ortak bir bağla özle birleşse ve ondan ayrılamasa bile, özden farklı olan özel bir işareti vardır. Üç varlıktan her birinin, birbiriyle ilişkisi olsa da, kendi özelliğiyle ayırt edilebildiğini söylüyorum. Burada bu “ilişki” apaçık ifade edilmektedir: çünkü basitçe ve belirtmeden Tanrı’dan söz edilen yerde bu ad Oğul’a ve Ruh’a Baba’dan daha az ait değildir. Ama Baba, Oğul’la karşılaştırılır karşılaştırılmaz her birinin karakteri birbirinden ayırt edilir. Üçüncüsü, her birine tek tek uygun olanın, sözlere dökülemez olduğunu öne sürüyorum, çünkü ayırt edici bir işaret olarak Baba’yla atfedilen şey, Oğul’la bağdaşamaz ve O’na aktarılamaz. Tertullianus’un, Tanrı’da özün birliğini etkilemeyen bir tür paylaşım ya da tasarruf olduğu tanımından, doğru anlamda anlaşılması koşuluyla, hoşnutsuzluk duymuyorum.


[1] Homoousios: Aynı özden. Arius’çuluğun reddedildiği İznik Konseyi’nde (325) vurgulanan kelime.

[2] Buradaki sıra kronolojik değildir. Arius 337 yılında ölmüştür; Sabellius 250 yılı civarında ortaya çıkmıştır. Onun npöomna öğretişi Schleiermacher’ın savunduğu Üçlü Birlik görüşle karşılaştırılabilir.

[3] Ousia: Tanrı’nın tek doğası, varlığı ya da özü. Baba ve Oğul bunu tamamıyla ve eşit olarak paylaşırlar. Onları, Tanrı yapan budur (çev. n.)

John Calvin

Bu yazıda geçen konular: